Gözümüz Milli Eğitim Bakanı’nın ve Hükümetin üstünde

Yavuz hırsız ev sahibini bastırır mı? Bir hikaye anlatayım da, siz karar verin. Belki de hikayeyi biliyorsunuz ama ben yine de anlatayım.

Analar kundağa sarmamış bir dilencidir adam. Üstelik âmâdır. Her nasılsa yolda kalmış, kendisini terkisine atacak birini beklemektedir. O arada sicim gibi bir yağmur başlamıştır. Sonunda kendini kaldırır bir atın önüne atar. “Ayağına türap olayım, Allah rızası için beni şehre bırak” der. Adam, “Terkimde karım da var, o olmasaydı alırdım” der ama öbürünün yalvarışları kesilmez. Atlı naçar kabul eder. Karısı arkasında dilenci önünde olduğu halde, uzun ve zahmetli bir yolculuk sonucunda şehrin meydanına gelirler. Atlı, “Buyur in” der demez, âmâ dilenci vaveylayı koparır: “Yetişin Müslümanlar, bu adam ben kör ve zayıf buldu, atımı gasp etmek istiyor!”

Adam ne olup bittiğini daha anlamadan etrafını çarşı esnafı sarar. Her biri bir laf söyler: “Utanmıyor musun! Adamı kimsesiz buldun, değil mi! Şu gözleri görmeyen gariban adama bu yapılır mı!”

Bu arada dilenci ortalığı velveleye vermeyi sürdürür. “Bu adamdan şikâyetçiyim; bizi kadıya götürün” der. Sonunda atlıyı çarşı esnafı derdest edip kadının huzuruna getirirler. “Kadı efendi” der âmâ adam, “Ben yolda atıma atlamış şehre iniyorken, bu adama yolda rastladım. Yalvardı, ayaklarıma düştü, “Ne olur beni de atına al” dedi. O arada yağmur başladı. Dayanamadım, Allah rızası için aldım. Şehre gelince “Atımdan in” demez mi, “Beynimden vurulmuşa döndüm; şikâyetçiyim.”

Kadı adamı azarlar, atı sahibinin elinden alıp “at hırsızı” dilenciye teslim edilmesi kararını verir. Atın gerçek sahibi hala olan bitene akıl erdiremez, ama yapacak bir şey de yoktur. “Hanım, hadi gidelim” der. Âmâ adam tekrar vaveylayı basar; “Ne! Kadı efendi atımı alamadı avradımı alacak; hem de senin huzurunda: at da benim avrat da benim!” der. İş çatallanmıştır, tabi ki hanım itiraz eder. Yeni bir celse açılır. Mahkeme sil baştan başlar.

Bizim uyanık, şöyle mırıldanmaktadır:

“Tuttuk bir dava; ya at kalır ya avrat!”

17. Milli Eğitim Şurası’ndan çıkan karara yönelik itirazlar, tam da bu hikayedeki uyanığı hatırlatıyor.

Katsayı adaletsizliğinin başından beri savunulacak hiçbir yanı yok. Bu açık bir haksızlık… Aynı sınava soktuğunuz çocukların bir kısmını geriden başlatıyor, haklarını gasp ediyorsunuz. Ondan sonra da bunun adını “yarış” koyuyorsunuz. Yarışa Meslek Liseliler bilmem kaç sıfır geriden başlıyor.

Bunun sebebi belli: İmam Hatip Okullarını bitirmek. İmam Hatip Okulları kimin? Milletin. Hepsini millet yapmış. Anadolu çocukları, devletin imkanlarını gasp edip aralarında pay eden bir avuç azgın azınlığa karşı bu okulları kalkan olarak kullanmış.

28 Şubat post modern darbesi ile bu azgın azınlık askeri bürokrasiyi maşa olarak kullanıp memleketin başına çökmüş. Milleti geri püskürtmek için hazırlanan 28 Şubat belgesinde İmam Hatip Okullarının “imha” edilmesi maddesi de yer alıyor. İşte bu katsayı rezaleti, destek verenlerinin yüzünü sonradan kızartan 28 Şubat günlerinde çıkarılmış.

Şimdi 28 Şubat’ın açtığı yaralar sarılıyor. Andıçlanan gazeteciler arınmış. Darbenin kudretli generalleri birer birer tasfiye olmuş ve iplikleri pazara dökülmüş. Fişlenen sermaye zincirini kırmış. Baskı altına alınan siyaset yavaş yavaş normale dönmeye başlamış. İmam Hatiplere uygulanan bu haksızlığın çoktan giderilmesi lazım. Ama hep ertelenmiş ve bu günlere gelinmiş.

Hükümetin dahlinin olmadığı, üyeleri kadim prosedüre göre seçilen Şura üyeleri, 4’e karşı 66 evet oyuyla, katsayı zulmüne hayır demişler.

O azgın azınlık, Şûra’nın kahir ekseriyetle aldığı bu karara yüzleri kızarmadan karşı çıkıyor. Evet, vicdanı olan hiç kimsenin savunamayacağı bu eşitsizliği, kimisi ideolojik yobazlığın bir sonucu olarak, kimisi sahibinin sesi olarak savunabiliyor. Tam fıkradaki uyanığın rolünü oynuyorlar. Bu hikaye, aslında bu memleketin son yüzyılının hikayesi.

Önce millete dönüp, yalvar yakar bizi de atınızın terkisine alın dediler. Millet acıdı, aldı. Millet “Hadi, düşün ensemizden” deyince, bastılar vaveylayı. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır sözünü hatırlatırcasına “At da bizim, avrat da” dediler.

Arsızlığın bu kadarına zor dayanılır, biliyorum. Ama durum bu… Her halde şimdi kendi kendilerine, o yavuz hırsız gibi, “Tuttuk bir dava; ya at kalır ya avrat” diye mırıldanıyorlardır.

Ey millet! Bu yavuz hırsızlara artık dur demelisiniz! Bu oyun bitmeli. Ortalığı velveleye vererek, uyanıklık yaparak milletin malını alıp kaçamayacaklarını göstermelisiniz.

Milletin gözü Milli Eğitim Bakanı’nın ve hükümetin üzerinde. Bakalım bu uyanıklara pabuç bırakacaklar mı?

Yorum Yaz