Güvercin ürkekliğine hapsolmak

Sevgili Hrant, Son yazında şöyle demişsin: “İnsanı güvercin ürkekliğine mahkûm etmenin nasıl bir bedel olduğunu bilir misiniz siz?”

Gerçi bu soruyu iki bakana sormuşsun, ama ben münasebetsizlik edip üstüme alındım.

İşte cevabım: Evet, çok iyi biliriz; biz bu ülkenin mağdur ve mazlum Müslümanları, en az mağdur ve mazlum azınlıklar kadar iyi biliriz insanı güvercin ürkekliğine mahkûm etmenin nasıl bir bedel olduğunu. Çünkü biz fî tarihinden beri öderiz bu ağır bedeli; azınlık değil güya çoğunluk olduğumuz halde. Asıl zorumuza giden de ne olur biliyor musun: Bize bu bedeli ödeten azgın azınlığın içimizden çıktığını bilmek.

Ölümünü duyunca içime bir kıymık battı. Yok, seninle derinden bir tanışıklığımız, öyle ahım-şahım bir ahbaplığımız, yemiş içmişliğimiz bulunduğu için değil. Hoş, “düşünceye özgürlük” fedaisi Yurdatapan’ın sayesinde düşünce suçu ortaklığımız olduğunu hatırlıyorum. Ama ben onu “tanışıklık” saymıyorum.

Sanırım ölümünü duyunca içime batan kıymığın sebebini buldum: Senin şu yukarıdaki cümleyi kurabilecek kıratta bir adam olman, “melale aşina olman”, ideolojik tercihinin insani yanını köreltmemesi, inandığın değerler uğruna mücadele verecek bir mürüvvete sahip olman?

Senin ölümünü duyunca hissettiğim acıyı, doğduğum ilçenin son Ermeni’si camcı Vakkis ustanın ölümünü duyunca da hissetmiştim. Çocukluğumda çıraklık yaptığım amcamın dükkânıyla onunki yan yanaydı. Saygıda hiç kusur görmedim ve etmedim. Onun için Ermeni’nin “insan” olduğunu bana birinin anlatmasına hiç ihtiyaç duymadım.

Öldüğünü duyunca içime batan kıymıktan daha büyüğü, ölümünün ardından “timsah gözyaşı” döken darbeci, yasakçı, yaltakçı, yalakçı ve güce tapanlar güruhunu sana ağıt yakar görünce battı. Her zaman olduğu gibi, yine ölü sevicilik yapıyorlar, yine ölünün sırtından geçiniyorlardı. Tıpkı Uğur Mumcu’ya ve diğerlerine yaptıkları gibi.

Bir âdem bir âlemdir, diye inanmışız. Masum bir insana yönelik her saldırı, “masumiyete” yönelik saldırıdır. Masumiyete hürmetin kaybolduğu bir dünya hepimiz için yaşanmaz olur. İçimdeki kıymığın verdiği acıyı tahlil ettiğimde, ideolojik bir boyut bulamadım. Vatandaşlık mı? Bu kokmaz bulaşmaz kavramların benim değerler dünyamda bir karşılığı yok.

Belki senin bir insan, bir eş ve bir baba olduğunu biliyor olmam. Bu yüzden, “Kurşunlar Türkiye’ye, ülkenin istikrarına sıkıldı” türü yaklaşımlardan bile hazzetmedim. Ne yani, ülkenin istikrarına hizmet için adam öldürmek caiz mi? Türkiye’nin bütünlüğü için cinayet işlenirse, bunu alkışlayacak mıyız? Hem kim karar verecek neyin ne için olduğuna? İdeolojiler işte bunun için insanda bir vicdan inşa edemezler.

Umarım yukarıdaki sözünden yola çıkarak hissettiklerimi ve yaşadıklarımı kaleme almam, birilerine, beni hazzetmediğim şeyi yapmakla itham etme fırsatı vermez.

Sen güvercin ürkekliğine mahkûm edildin. Bunun da bir bedel olduğunu söylüyorsun. Bu doğru. Biz bu ülkenin çoğunluğunun sesi olan Müslüman kalemler de güvercin ürkekliğine mahkûm edildik. Biz de bu bedeli ödüyoruz. Ama senden farklı olarak biz, güvercin ürkekliğine mahkûm edildiğimizi bile bu açıklıkta dile getiremedik. Hasbelkader getirdiğimiz zamanlarda da, bizi güvercin ürkekliğine mahkûm edenlerin hışmına uğradık. Bizi daha beter bedeller ödemeye mahkûm ettiler.

Hiç unutmam, bir makalemden ve bir tebliğimden dolayı cezalandırdıklarında, duruşmalı temyiz hakkımı kullanmak istemiştim. Suçum Resmi ideolojiyi, onun sırtımıza geçirdiği deli gömleğini eleştirmek idi. Ankara’ya, ilgili daireye duruşmaya girdiğimizde yaşadıklarım ve duyduklarımın toplamından çıkan sonuç şuydu: Cinayet işleyen mazur görülebilir, fakat resmi ideolojinin kutsallarını eleştirilen mazur görülemez.

Aynı mantık 28 Şubat zorbalığı sırasında tam 12 kez yakamızdan yapıştı. Millet olarak kesemizden beslediğimiz üniformalı bürokratlar, oturdukları ensemizden üzerimize yestehliyorlardı da, “Ayıp yahu!” bile diyemiyorduk. Zira başını kaldıran bedel ödüyordu.

Evet sevgili Hrant, yat kalk azınlık mensubu olduğuna şükret. En azından güvercin ürkekliğine mahkûm olduğunu söyleyebiliyorsun. Her ne kadar sağlığında demediklerini bırakmasalar da, öldüğünde yalandan da olsa gözyaşı döküyorlar, çelenk gönderiyorlar, yazı döktürüyorlar?

Ama güya çoğunluğa mensup biz Müslümanlara ölülerimizin mezarını dahi çok görüyorlar. Şükret ki seni –devlet- gömmedi. Yoksa Allah muhafaza, bir mezara bile sahip olamayabilirdin. Sahi, sen bilir misin devletin gömdüğü Said Nursi’nin mezarı nerededir?

Biz bilmeyiz? Bırak bilmeyi, hesap bile soramayız. İşte senin “güvercin ürkekliğine mahkûm olmak” dediğin şeyin dik âlâsı budur.

 

Yorum Yaz