Hac: Ümmetin içtimaı

Konuyla ilgili söz açtığımda, “Bu ülkenin” dedi dostum, “uydularından birinin birkaç Transponder’ını sürekli hac mahalleri üzerine yönlendirdiğini biliyor musunuz?”

Bunu söyleyen, bu alanda uluslararası yetkinliğini kanıtlamış bir uzman. Üstelik benim de misafir olarak bulunduğum o ülkede bu alanda çalışıyor. Dostumun verdiği bu bilgiye, “iyi ya, haccın önemini elin oğlu bizim Müslümanlardan daha önce kavramış!” tepkisini verdiğimi iyi hatırlıyorum.

Haccın ölüsünden bile çekiniyorlar. Çekinmekte de haklılar. Dünyada, milyonlarca kadın ve erkeğin, her yıl aynı zaman ve mekanda toplandığı, ne dînî ne lâdînî bir başka etkinlik örneği yok. Hac ibadetinin, dünyada rakibi yok.

Hac ibadetinden çekinen egemen güçler, Müslümanlardan daha iyi biliyorlar hac ibadetinin siyasal bir boyutu olduğunu. Belki tedirginliklerinin temelinde bu yatıyor. İşin aslını bilmeyenler, “İbadetin siyasetle ne ilişkisi olabilir?” diye hemen itiraz etmesinler.

Bu, dinin, modernizmin meydan okuyuşu karşısında siyasallaştığı modern zamanlara ait bir olgu değil. Bu, hac ibadetinin tabiatıyla alakalı bir husus. Yani siyasal boyut, bizzat haccın tabiatında var. Onu teşri kılan şâri, ona böyle bir misyon da yüklemiş. Hatırlayalım ki, Hz. Peygamber kendi liderliği altında yapılan Veda Haccı dışındaki tek hac olan 9. hicri yıl haccında, müminlerden oluşan hac kafilesini Mekke’ye yollarken başına bir “hac lideri” de tayin etti: Hz. Ebubekir. Hacı kafilesi yola çıktıktan sonra, baştan sona bir “ültimatom” mahiyetinde olan ve bu niteliğini ismine de yansıtan “Berâe suresi” (diğer adı Tevbe) nazil oldu. Allah Rasulü, bu “ilahî bildiri”yi kafilenin ardından Hz. Ali başkanlığında bir heyetle Mekke’ye ulaştırdı. Hac emiri Hz. Ebubekir’den, bu ültimatomu hacılara duyurması isteniyordu. O da öyle yaptı.

Berae suresinin hacda tüm Müslümanlara meşru otorite eliyle ilan edilmesi, hacda okunan ilk bildiri niteliğini taşır. Haccın bu niteliği, ona ümmetin küresel içtimai rolünü yükler.

Gerçekten de hac ümmetin içtimaidir. Bir yönüyle o, mahşerin provasıdır. İhram kefeni temsil eder. Anadan doğduğu gibi olmak için, ana rahmine dönüştür hac. Rahme dönüş, rahmete dönüştür. Hz. Peygamber’in dediği gibi; “Çünkü rahm, Rahmân’dan bir daldır” (inne’r-rahme şecnetun mine’r-Rahmân). Bir diğer yönüyle ise o ümmetin sorunlarının halli için bir kongredir.

Haccın İslam ümmetinin küresel bir kongresi olma gerçeğine en yaklaşıldığı dönem, bu hac dönemi oldu, diyebiliriz. Zira İslam Konferansı Örgütü’nün olağanüstü zirve toplantısı, bu hac dönemine denk gelen şu günlerde Mekke’de irat ediliyor. Bu kongreden, bu güne kadar duymadığımız güzel sesler geliyor. Umut verici sesler bunlar.

İslam Konferansı Örgütü’nün resmi sitesine girdim (www.oic-oci.org). Genel Sekreter İhsanoğlu’nun Dışişleri Bakanları’na yaptığı açılış konuşması metnine göz gezdirdim. Orada “İslam Ümmeti için yeni bir bakış açısı”ndan, dahası “karşılıklı iş birliğinden” söz ediliyordu.

Heyecan duymalı mıyız?

Evet!

“Ortada fol yok, yumurta yok” olsa da, hatta yalan olsa da mı?

Evet, öyle olsa da? Zira birliğimizi ve dirliğimizi kaybetmenin acısını o kadar yoğun, o kadar ağır ve acı yaşamaktayız ki, “niyet, hedef ve iş birliğine” ilişkin bir fısıltıya bile sevinmeye hazırız. Hani Celaleddin Rumi’nin “Ben cübbemi onun yalanına verdim; gerçek söyleseydi canımı verirdim” hesabı.

 

Evet, İslam toprakları cehalet, atalet, vesayet ve ihanetin pençesi altında. Bir yanda diktatörlükler. Yumurtasını pişirmek için, koca bir toplumun evini yakabilecek tipler musallat edilmiş ülkelerin başına. Öte yanda, kimliğinden ve değerlerinden koparıldığı için, Doğu’ya da Batı’ya da ait olmayan vesayetçi rejimler. Bir yanda aşiret tasallutu altında inleyen Müslüman halklar, beri yanda halkına yabancılaşmış mütegallibe azınlıkların pençesinde inleyen Müslüman halklar.

Evet, İKÖ’nün çıkış şartları belliydi. Müslüman dünyada 6-7 Eylül savaşları ve Mescid-i Aksa yangını sonrası oluşabilecek tepkileri azaltacak bir vakum işlevi. Tıpkı bizde, patlama noktasına gelen Tek Parti diktasından demokrasiye geçiş gerekçesine benziyor.

Evet, oraya toplanan devlet ve hükümet başkanlarının, kendi Müslüman halklarını ne kadar temsil ettiği tartışılır. Hatta bazılarının kimin adına oraya geldikleri bellidir.

Vs. vs. Ama bütün bu olumsuzluk, eksik ve noksanlara rağmen, bu bir adımdır. “Hepsi elde edilemeyince, hepsi terk edilmez.” Haccın ruhunda bulunan ümmetin içtimai olma gerçeğini hatırlatan bir gelişme bu. Ekmeleddin İhsanoğlu ve Ahmed Davudoğlu gibi akliyyet sahibi insanların, bu organizasyonun içinde olmaları insana umut veriyor.

Haclar, elbet bir gün dirilecek. Birileri dirilmesin diye elinden geleni yapsa da dirilecek. Ancak bu tesadüfen olmayacak. Müslümanlar tek tek dirilince dirilecek. Hacılar “acı” değil gerçekten “hacı” olunca dirilecek. Niçin hacca gittiklerini kavrayınca dirilecek.

Haccın, ümmetin içtimaı olduğu günlere kavuşma niyazıyla.

 

Yorum Yaz