Hac üzerine konuşmak

Modern zamanların afetlerinden biri olan “televizyon uleması”nın son dönemdeki tartışma konusu hac ibadetiydi.

Maksadı hacıların güvenliğinin sağlanması olan “Hac bilinen aylardadır” (2.197) ayetinden yola çıkarak, mahşerin provası olan haccı bireyselleştirmeye davetiye çıkaranlar oldu.

Oysaki yukarıdaki ibareyi bilenler, gayet tabi ki “fi eyyamin ma’dudât” (=sayılı günlerde 2.203) ibaresini de biliyorlardı. Fakat bilmezden gelmek, moda söylemlerin akıntısına kürek çekmek, galiba değeri artırmasa da fiyatı artırıyordu.

Nedense televizyon ulemamızın tümünün ortak bir yanı vardı: Kendi verdikleri fetvalarla amel etmemek.

Biri kalkar Türkçe ibadetten dem vurur, fakat bu ultra fetvasını uygulamalı olarak göstermeye yanaşmaz.

Bir diğeri “bireysel hac”dan dem vurur fakat bu fetvasını pratiğe dökmeyi bir türlü akıl etmez.

Tabi ki yukarıdaki ayet hac güvenliğiyle ilgili bir ayetti ve hacıların güvenliğini sağlamak için “bilinen ayları” yani “savaşmanın yasak olduğu ayları” güvenlik şemsiyesi altına alıyor ve süreli bir güvenlik garantisi sağlıyordu.

Kim bilebilirdi ki, Kur’an’ın tarihin yatağını belirleyen özne olduğu çağlarda “güvenlik” amaçlı bir ibare, modern zamanlarda, haccın ruhunu berhava edici bir tekilliğe kurban verileceğini?

Konu burada kalmadı. Bu kez de kurban girdi gündeme. Girdi girmesine de, bu kez de tam anlamıyla sap samana, şap şekere karışmıştı.

Şöyle ki; doğruları yanlış adamların söylemesi, doğruyu yanlıştan ayıracak mümeyyiz bir akla sahip olamayan kimselerin doğrudan kuşku duymaları sonucunu doğuruyordu. Bu o kadar böyleydi ki; sırf doğrular yanlış ağızlardan çıktı diye, birçok insan “tabi ki tasvip edilemeyecek bir tavırla” yanlışlarına sıkı sıkıya sarılıyordu.

Yanlış adamlara duyulan tepki ters kutupta bir başka yanlışa kapı aralıyordu: Yanlış söyleyen doğru adamların hatırına söyledikleri yanlışın kutsanması…

Tabi en doğrusu bu iki marazi tavrın da dışında olan seçip ayıklayan bir akla sahip olmak. Yanlış adamdan çıktı diye doğruyu süpürüp atmamak, ya da doğru adamdan sadır oldu diye yanlışa kapılanmamak…

Fakat bir de doğruyu doğru zamanda, doğru ortamda, doğru bir üslupla söylemek gerek.

Diyelim ki ille de haccı tartışma gündemine taşıyacağız. Bundan hayırlı sonuçlar istihsal etme niyetindeyiz. Niyetimiz iyi. Peki, bu işe burasından mı başlanır? Söyleyenine sistem nezdinde en ufak sıkıntı getirmeyecek, hatta dinle imanla alakası olmayan kesimlerin alkışını alacak bir söylemle mi dile getirilir?

Bu zatlar, bu ülkede hac gibi İslam’ın temel direklerinden biri olan ibadetin sırtından korkunç bir yağma sektörü oluşturulduğunu neden tartışmazlar?

Neden Amerika’da geçirilecek bir haftalık tatil 700 dolara gelirken, bir hac binlerce dolara gelmektedir? Bu paralarla kimler beslenmekte, hangi kurumların cebi şişirilmektedir? Oysaki bir İranlı’ya hac hava yoluyla 300 dolara mal olmaktadır. Peki, bu başta seyahat ve din özgürlüğü olmak üzere birçok özgürlüğe birden yöneltilmiş bir tecavüz değil midir?

Tabi bu soruları sormak risklidir.

Bu soruları sormayanların ise, yukarıdaki cevapları vermeye kalkmaları tek kelimeyle samimiyetsizliktir, istismarcılık ve statükoculuktur.

Eğer haccı tartışacaksak, gerçekten de tartışılacak çok şey var.

Mesela, hac yükümlülüğünü sadece “mali yeterlilik” şartına bağlayan klasik tanımlar… Bari bu tanımların doğruluğunu tartışın. Sorun mesela: “Hacca, sadece binlerce doları olan mı gitmelidir?” diye. Ardından da Ali İmran 97. ayeti okuyun:

“Ona bir yol bulabilen insanın haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.”

Ve şimdi bir daha sorun: Binlerce doları olana mı, yoksa “ona bir yol bulana” mı? Adamın binlerce doları yok ama “ona bir yol” bulma fırsatı var; şimdi bu adama “Senin haccın olmaz” mı diyeceksiniz? Evet, klasik tanımı ayetin yerine geçirenler bunu böyle diyorlar.

Yine haccı tartışacaksanız, haccı “dinsel turizm” gibi algılayan sakat tasavvurları tartışın. Onlara haccın, bir ümmet kongresi olduğunu anlatın. Haccın bir zarfının, bir de mazrufunun olduğunu anlatın. İçi boş zarfların yerine ulaşıp ulaşmayacağını tartışın.

Binlerce hacı Arafat’ı nasıl “piyango” mahalli olarak algılıyor onu tartışın. Giden din görevlilerinin, “Acaba haccım kabul oldu mu diyen günahkar olur” türü söylemlerle Allah’ın kesesinden hacılara nasıl rüşvet dağıttığını ve bunu cehaletlerinin üzerine bir şal gibi nasıl örttüklerini tartışın.

Bunları tartışın ki, hem sizin hem başkalarının işine yarasın. Haclar turistik seyahat olmaktan çıkıp Allah’la söyleşme tazelemeye dönüşsün.

Mekke ve Medine’den hac notlarını aktarmaya devam edeceğim.

Yorum Yaz