Hangisi daha beter?

Can yakıcı soru şu: Yabancılar tarafından sömürgeleştirilmek mi, kendi kendini sömürge haline getirmek mi? Hangisi daha beter?

Malezya’nın sadece % 61’i Müslüman. Gerisi Hindu, Şinto, Animist, Hıristiyan ve diğer inançlara mensup. Endonezya nüfusunun % 90?dan fazlası Müslüman. Müslüman ülkeler arasında nüfus açısından ilk sırada yer alıyor. Malezya ve Endonezya, 1945 yılına kadar sömürge idareleri altında yaşamışlar. Henüz bağımsızlıklarını elde edeli 60 yıl olmuş.

İkisi de ekonomik bağımsızlığı elde etmişler. Bazı aksamalar olsa da, siyasal bağımsızlık açısından da, en azından Türkiye’den fersah fersah ileride. Malezya havaalanına iner inmez, kendi halkıyla barışık bir ülkeye indiğiniz mesajını ilk anda alıyorsunuz. Tesettürlü ve Çin asıllı oldukları belli olan tesettürsüz kadın polisler yan yana görev yapıyorlar.

Türkiye’de, kendi kendini sömürgeleştirenler güruhu beslenme çantasının üzerindeki tesettürlü resme tahammül edemezken, Malezya, Müslümanlığını bir iftihar madalyası gibi taşıyor.

25 Ağustos tarihli Berita Harian adlı Malezya gazetesini elime aldığımda, ilk sayfanın ortasında 27×17.5 ebadında kocaman bir resim göze çarpıyordu. Resimde nizami bir biçimde bir sıralı saf düzeni almış üniformalı kadınlar esas duruştalar. Bir ellerinde otomatik tüfek tutuyorlar, diğer elleri duaya kalkmış. Bellerinde beyaz palaska, ellerinde beyaz eldiven, başlarında üniformalarıyla uyumlu lacivert kep ve kepin altında aynı renk başörtüsü. Ayakta ve topluca dua ediyorlar.

Uçakta, Malezya’nın en çok satan İngilizce gazetesi Star Today’ elime alıyorum. Daha ikinci sayfasında Diana adlı bir ses yıldızının yeni müzik albümünü müjdeliyor. Fakat bu ses yıldızının bir farkı var: Tesettürlü. Gazete büfelerinin tezgahında dizili olan dergilere bakıyorum. Tesettürlü bayan fotoğraflarıyla ilk anda gözüme tam dört adet “İslami magazin” dergisi çarpıyor. İslami hayat en koyusundan en açığına kadar yeşilin bütün tonlarıyla mevcudiyetini ispat ediyor.

Endonezya da farklı değil. Büyük süper marketlerin tezgahında en çok satan müzik guruplarının başında İslami müzik gurupları geliyor. De-Bu müzik gurubu bunlardan sadece biri. Her ne kadar siyaseten Endonezya’ya bağlı özel bir hukukla yönetilen muhtar bir eyalet olsa da, tarih ve kültürüyle müstakil bir halk olarak intişar etmiş olan Açe’de, yumuşak ve yanık sesli Rafli müzikte bir numara. İşin ilginci ne, biliyor musunuz? O bir Kur’an Okulu mezunu. Bu onlar için çok doğal.

Bu ülkelerin, gayr-ı Müslimleriyle ilgili bir sorunları yok. Özellikle nüfusunun % 40?a yakınını gayr-ı Müslimlerin oluşturduğu Malezya, dini ekalliyetler konusunu İslam’ın engin birikimiyle halletmiş görünüyor. Yekpare kara parçalarına nispetle yönetilmesi daha güç olan binlerce adadan oluşuyor bu ülkeler. Buna rağmen, bir din ve kültür çatışması yaşanmıyor. Aksine, Malezya ötekiyle birlikte barış içinde yaşama konusunda İslam’ın kadim zincirine eklenmiş modern bir halka olarak parlıyor.

Göğü delen yükseklikleriyle dünyanın sayılı yüksek binası arasında yer alan Petronas ikiz kulelerinin yanında dolaşırken, eğer namaz vakitlerine yakın bir zaman dilimindeyseniz, bir yandan da Kuala Lumpur semalarını çınlatan Kur’an kıratını dinleyebilirsiniz. Daha dün denilecek kadar yakın bir zamana kadar Hıristiyan Batılı sömürgecilerin pençesinde kıvranan topraklarda olup bitiyor bütün bunlar.

O can yakıcı soruya tekrar dönüp soralım: Yabancılar tarafından sömürgeleştirilmek mi, kendi kendini sömürge haline getirmek mi? Hangisi daha beter?

Cevabı belli bu sorunun. Türkiye’nin, kendine oryantalist bir zümre tarafından içine itildiği şu acıklı durum, bunun şahidi. Elbet, kendi kendini sömürgeleştirmek, yabancılar tarafından sömürgeleştirilmekten bin kat daha beter.

Peki ama neden?

Dışardan gelen sömürgeciler bir gün çeker giderler. Fakat kendi kendini sömürgeleştirenlerden bir ülkeyi kim, nasıl kurtarır? Bir halk, içinden peydahlanan ve kendisini sömürge ahalisi gibi gören yabancılaşmış ve mankurtlaşmış unsurlardan nasıl kurtulur?

Bu sorunun cevabı bulunduğunda, Türkiye’nin meselesi çözülmüş olacak. Bu ülke zincirlerinden, işte o zaman kurtulmuş olacak.

Kesinlikle inandığım bir şey var: kendi kendini sömürgeleştirenler tayfasının, bu toprakların yerli gayr-ı Müslimlerine karşı daha işin başında uyguladıkları temizlik harekatı, kendi kendini sömürgeleştirme projesinin bir parçasıydı. Eğer bu topraklardaki Ehl-i Kitaba mensup ekalliyetler olduğu gibi korunsaydı, bu topraklardaki İslam’a yönelik kuşatma bu kadar acımasız ve kıyıcı olamazdı. Bu topraklar üzerindeki ilhad ve irtidat operasyonu, kendisine bu kadar taraftar devşiremezdi.

Sömürgeciler açısından maliyeti en düşük sömürgeleştirme modeli Türkiye’de uygulanan modeldir. O halde, “Yeni Sömürgeciler”in Türkiye’yi “model” olarak sunmalarında bir gariplik yoktur.

 

Yorum Yaz