Hassasiyet

Sevgili İbrahim Karagül’ün bilgi veren yazılarını okuyor olmalısınız. Hüsnü Mahalli’ninkilerle birleşince olan bitenden haberdar olmak isteyen okurların işini hayli kolaylaştırıyorlar.

Sıcak gelişmeler üzerine yazı yazmanın kendine has zorlukları vardır. Bunlar kaynağınızın doğruluğu probleminden tutun da, işin tabiatı gereği değerlendirmelerde isabet kaydedememe ya da yanlış anlaşılmaya müsait bir dil kullanma ihtimaline kadar uzanabilir.

Sevgili Karagül birkaç yazıdır Felluce’de olan bitenlerin içyüzü hakkında herkesin merak ettiği sorulara cevap arıyor. Bulduklarını cömertçe biz okurlarla (unutmayın, yazarlar da bir okurdur) paylaşıyor.

Genelde Irak, özelde Felluce söz konusu olduğunda ister istemez mezhebi bir jargon kullanılıyor. Ama işin bir de öteki boyutu var: İşgalci ABD ve onun işbirlikçisi basın böyle bir jargonu öteden beri özendiriyor. Bu onların işine geliyor. Çünkü daha baştan Irak’ı üçe bölmeye karar vermişler. Bu kararlarını icra etmek için iki kartı oynamak zorundalar: Mezhebi ve etnik kimlik kartı. İşgalcinin hesabı bu.

Fakat bir de olan biteni olduğu gibi aktarma hassasiyeti var. Sevgili Karagül’ün yaptığı da bu. Fakat o bu hassasiyet üzerinde titizlenirken sanırım kullandığı dilden rahatsız olan okurlar da olmuş olmalı ki, son yazısında bundan şikayet ediyordu.

Bu yazı da işte bu konu üzerinden, hepimizin zaman zaman çektiği genel bir sıkıntıyı dile getirmek için kaleme alındı. Zorluk şu: “Olgu”yu, “ilke”nin sınırlarını gözeterek yanlış anlaşılmayacak bir “metin”le okura sunmak.

Şii-Sünni ihtilafını körükleyen her yaklaşımın başta ABD’nin ekmeğine yağ sürdüğü inkar edilmez bir gerçek. Her emperyalist gücün, bulduğu her fırsatta mezhebi ihtilaflardan yağ çıkarmaya çalıştığı da tarihi bir gerçek. Ne yazık ki bu “olgu” tarihte kalmadı. Günümüzde de sürüyor.

Esasen nüfusunun çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu bir Irak’ın başına sözüm ona Sünni bir diktatörlüğü musallat edenler bunu tesadüfen yapmadılar. Tıpkı nüfusunun çoğunluğu Sünni olan Suriye’nin başına Nusayri/Şiî bir azınlığı musallat ettikleri gibi.

Irak’ta başından beri olup bitenler hakkında klasik “mezhebi” kategorileri geçersiz kılan farklı bir durum yaşanıyor. Eline verilen şablonlara göre tasnif yapma kolaycılığını tercih edecek olanları dikkate almak gerekiyor. Felluce’de ABD’nin safında bulunanlar arasında “Şiilerin” de bulunduğunu söyleyen bir cümle çıkmaya görsün ağzınızdan. Hemen, mezhepçi damarı yekinerek; “Bak, gördün mü? Zaten bunlar hep böyleydi!” diye döktürecek hayli şabloncu çıkacaktır.

Kafasındaki şablonlara göre düşünenlere, böyle kategorilerin hem yanlış, hem yanıltıcı olduğunu anlatıncaya kadar atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur. Mezhebi ayrımlara dayalı negatif bilinçaltı bir kez daha taassubunu pekiştirir ve referans tazelemiş olur, o kadar.

Böyle biri, sayısız şehit vermiş bir ailenin dört kuşaklık mücadelesinin mirasçısı olan Mukteda es-Sadr’ın işgalci güce karşı destani direnişini hatırlamaz. Kazara hatırlasa dahi, bu direnişin mimarlarının da Şii olduğunu unutur. ABD’nin Ürdün’de eğittiği Irak ordusunun hemen tamamına yakınının Sünni (!) olduğunu hatırlamaz. ABD birlikleriyle birlikte Felluce’ye saldıran Sünni Irak ordusuna bakıp “Sünniler ABD ile işbirliği yaptı” demek de elbet bir o kadar yanlış olurdu.

Geçenlerde, Irak’ta olup bitenleri içeriden takip eden bir tanıdıktan aldığım haberler, işin hiç de mezhebi şablonlarla açıklanacak kadar kolay olmadığını ispata yeterli.

Bir süre önce İmam Azam Camii’ne 3-4 kişinin hayatına mal olan saldırı vuku bulmuştu. Özellikle ABD güdümlü bir kısım basın bu baskını Şiilerin gerçekleştirdiği söylemişti. Irak’ta olayları bizzat yerinde gözlemleyen kaynağım o baskını Peşmergelerin yaptığını herkesin bildiğini, fakat bunu yazmaya ve yayımlamaya Irak’ta bulunan hiçbir gazetecinin veya basın kuruluşunun cesaret edemeyeceğini söylüyordu.

Aynı kaynak, Felluce’de Fellucelilerin yanında şehri savunmak için savaşıp ölenler arasında 10 İranlının tespit edildiğini söylüyordu. Benim için hiç de şaşırtıcı olmayan bu malumat, özellikle olayları katı mezhepçi bir gözle izleyenlere hayli ilginç gelebilir.

Zaten bu haberi aldıktan birkaç gün sonra, Irak ordusundan bazı birliklerin silahlarıyla birlikte direnişçilerin safına geçtiği haberi medyada yer aldı. Doğruysa, bunlar hem Sünni hem Şii askerlerden oluşuyormuş. Buna benzer daha başka haberleri başta el-Cezire olmak üzere birkaç Arap kanalından bizzat kendim de izledim. Hatta bir keresinde haber programına telefonla bağlanan Sünni bir imamın ağzından “Şii kardeşlerimizle omuz omuza direnişe karşı mücadele ediyoruz” sözlerini duydum.

Dünya medyasına yansıyan bu olaylar, Irak’ta ve özellikle Felluce’de olup bitenlerin “Şii-Sünni” eksenli bir dille anlatılıp anlaşılamayacak kadar karmaşık olduğunun göstergesi. Doğrusu “Şii-Sünni” eksenli bir dil kullanmanın, bu tür karmaşık mücadeleleri anlaşılır kılmaktan çok kafa karıştıracağı kanaatindeyim. Hele mümeyyiz bir akla sahip olma konusunda yeterince mesafe alamadığımız gerçeği ortadayken?

 

Yorum Yaz