Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var

Herkes biliyor ki, ABD-İsrail-İngiliz şeytan üçgeninin asıl hedefi İslam’dır. Hık-mık etmeye, münafıklık yapmaya gerek yoktur. Bu açık ve nettir. Adını koymamış olmaları, hakikati değiştirmez.

Gayrı meşru İsrail devleti, Lübnan’a, hattı işgal için değil, sathı işgal için saldırdı.

Bazılarının hala ağızlarına sokuşturulan “terör” emziğini emmelerine bakmayın siz. Onlar, hangi emziği kimin ağzına sokuşturacaklarını iyi bilirler. Tıpkı, emziğin ucuna hangi tadı sürerlerse kimin tav olacağını iyi bildikleri gibi. Türkiye ölçeğinde İslam ve Müslümanlara nispetle kullanılan “irtica” çamuruyla ne amaçlanıyorsa, dünya ölçeğinde de “terör” çamuruyla aynı şey amaçlanmaktadır.

Hizbullah’ın iki İsrail askerini esir alması, işin bahanesiydi. Tezgah, yıllar önce hazırlanmıştı. ABD ve İngiliz’in hesabı farklı, İsrail’in hesabı farklıydı. Üçünü aynı gözede buluşturan, çıkar çakışmasıydı. Bu şeytan üçgeninin çanına ot tıkayacak tek ortak güç İslam’dı; Müslümanların olanca hal-i pür melaline rağmen, hayatı yeniden inşa edecek potansiyeli bünyesinde daima barındırmış olan İslam. Onun için, üçü de İslam’ı hasım ilan ettiler. İslam’ı temsil ettiğini düşündükleri herkesi “terörist”, her faaliyeti “terör” olarak lanse ettiler.

İran’ı hedefe koymalarının sebebi buydu. İran’a doğrudan saldıramazlardı. Önce İsrail’in emniyetini sağlamalıydılar. Hizbullah, İsrail’in burnunun dibindeydi. Tıpkı Nemrud’un burnundan girerek beynini zonklatan sinek gibi, Hizbullah da, modern çağın Nemrud’unun beyninden girebilirdi. Önce o def edilmeliydi. Zaten İsrail, Yahudi Nazizmini hortlatıp Filistin ve Lübnanlılara soykırım uygularken, Hizbullah’ı sinek gibi görmüş olmalı. Terör devleti genelkurmayının 6, 12, 24 ve 36 saat hesaplarının arkasında da bu “sinek” muamelesi yatmıyor muydu? Ama olmadı. Aksine, Hizbullah balarısı, onun bunun balına konmak için önüne geleni sokan İsrail eşekarısına “ölüm pahasına” unutamayacağı bir ders vermişti. 34 gün süren savaş, gayr-ı meşru devletin kibirli burnunu sürtmüştür.

İsrail, 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda 4 Arap devletini üstelik 6 günde yenmişti. Ama, Güney Lübnan’ın bir avuç mücahidi karşısında bir adım atamamıştı.

Gayrı meşru İsrail’in açtığı kanlı savaşın hükmen tek galibi var: Hizbullah. İsrail bu savaşta hükmen mağluptur.

Bu alçak saldırı, bir buçuk milyarlık İslam ümmetine şu hakikatleri bir kez daha öğretmiştir:

1. Küfür tek millettir, saldırı top yekûn İslam’adır.

2. İslami direniş, asla göz ardı edilmemesi gereken bir seçenektir.

3. Direnişte hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.

Zaten, Hizbullah da hattı müdafaa etmemiştir. Çünkü İsrail-ABD-İngiliz şeytan üçgeni esasen hatta saldırmamış, satha saldırmıştır. Mesele Lübnan değildi. Mamafih, Güney Lübnan’daki direniş, Güney Lübnan’ı değil, Şam’ı, Tahran’ı, İstanbul’u, Cakarta’yı, Kuala Lumpur’u savunuyor, Kabil ve Bağdat’ın gözyaşlarını dindiriyordu.

Hasan Nasrallah, saldırgan güçler bölgeyi kana bulamadan çok önce “böl ve yut” politikalarının sadece Irak’ı değil, İran, Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye ve Türkiye’yi de kapsadığını söylemişti. Demek ki Nasrallah ve direniş güçleri aslında İsrail’e (onun arkasındaki ABD ve İngiltere’ye) karşı şanlı bir kurtuluş mücadelesi sergilerken, aynı zamanda bölge ülkelerini de savunduğunu biliyordu.

Yani Hizbullah, hattı müdafaa etmediğini, sathı müdafaa ettiğini biliyordu. Zira saldırgan güçler, hatta değil satha saldırıyorlardı. Güney Lübnan, işte bu sathın setti idi. Bu set yıkılınca çağın ipten kazıktan halas olmuş “Yecuc ve Mecuc”ları, vahşi çekirge sürüleri gibi önlerine ne gelirse silip süpürecekler, İslam ümmetine ikinci bir Haçlı İstilası yaşatacaklardı.

Şimdiden bölge Müslümanlarının Hasan Nasrallah’a 2. Selahaddin unvanını yakıştırmaları boşuna değil. Zira ABD’nin başını çektiği saldırı, yeni bir Haçlı seferidir. Bu sefer Haçlılar yalnız değildirler, yanlarına Siyonistleri de alarak tarihte ilk defa “Haçlı-Siyonist Koalisyonu”nu oluşturmuşlardır.

Bütün bu hakikatlerin ışığında, BM Barış Gücü ve bu güce Türkiye’nin katkısı ne anlama gelir?

1. BM diye bağımsız küresel bir teşkilat olmadığı, bir kez daha anlaşılmıştır. BM, egemen güçlerin gayr-ı meşru işlerini meşrulaştırma aracıdır. Egemen güçler, kendi adlarına yapamadıklarını, BM şemsiyesi altında yaptırmaktadırlar.

2. Lübnan’a BM Barış Gücü yerleştirmek, işgalci İsrail adına taşeronluk yapmaktır. Buna saldırganı ödüllendirmek denir. İsrail şimdiye dek olduğu gibi şimdi da asla barış yapmayacak, bu barış gücünü yeri saldırı ve katliamlarına suç ortağı edecektir.

3. AK Parti MKYK’da alınan 5 şart saldırgan ve işgalci güçlerin işine asla gelmeyeceği için kabul edilmeyecektir. Hükümet bu 5 şartı “devlet politikası” olarak kabul ettirmeli, Bosna’da BM Barış Gücü’ne dahil olan Hollandalı askerlerin koruması altında Srebrenitsa’da işlenen ve 8000 masumun hayatıyla sonuçlanan BM Barış Gücü katliamını asla unutmamalıdır.

4. Lübnan’daki direniş hepimizi savunuyorsa, bu hattın düşmesi, tüm sathın, yani hepimizin kaybetmesi anlamına gelir.

Yorum Yaz