Haydutların çizdikleri hudutlar

Sınır, Yunanca “sinoran”dan türetilmiş ecnebi bir kelime. “Sınırlar”, eskimez dilimizdeki “hudud”un karşılığı olarak kullanılıyor. Hudud, “had” kelimesinin çoğulu. Mutlak bir sınırsızlık, hadsizlik ve ölçüsüzlüktür. Bu yüzden, mutlak sınırsızlık savunulamaz.

Ahlaki sınırlar insana haddini öğretir. Ahlaki bir sınırı olmamak, haddini bilmemektir. Allah her şeye bir sınır koymuştur. Bir şeyin ahlakı, onun için konulan sınırlara riayetidir. Allah kainatta her şeye bir sınır koymuştur. Kainata da bir sınır koymuştur. Zaten ne ki sınırlıdır, o yaratılmıştır. Ne ki sınırsızdır, o Yaradan’dır. Yerin sınırı, göğün sınırı vardır. Yıldızların, galaksilerin, evrenin sınırı vardır.

Yeryüzünde doğal sınırlar yerleştirilmiştir. Bunlar ya denizdir, ya ırmaktır, ya sıradağlardır. Bunlar doğal sınırlardır. Adeta yeryüzünün alamet-i farikasıdırlar. Onlara yakın veya uzak oluşuna göre coğrafyalar tanımlanır, ölçülür, mesafelendirilir. İnsan için de sınırlar koymuştur. Beden için koyduğu sınırları aşan, bunun cezasını ya hastalık veya ölüm olarak çeker.

Akıl için konulan sınırlar aşıldığında, cinnet ortaya çıkar. Psikolojik hastalıklar için “sınırdurum” kavramı kullanılır. Kan basıncı için koyduğu sınırlar aşıldığında “tansiyon” illeti ortaya çıkar. Kan şekeri, kolesterol, vitamin, mineral, enzim vs. de öyle. Hastalık, sınırın aşılmasıdır. Zamanın sınırları vardır. Saniyenin, dakikanın, saatin, haftanın, ayın ve yılın sınırları. Ecel, işte bu sınırlara işaret eder.

Dünyanın, güneşin ve alemin bir eceli vardır. Her madenin bir yorulma sınırı vardır. Her taşıyıcının bir yük sınırı vardır. Allah, insan için sadece tabii ve fiziki sınırlar koymamış, aynı zamanda “ahlaki sınırlar” da koymuştur: “Hududullah” (Allah’ın sınırları). Peygamberler aracılığıyla gönderilen vahiyler, işte bu sınırları çizerler. İnsan da sınır koyar. Esasen, sınır koymak, insanın mülkiyet arzusundan kaynaklanır. İnsan bu yüzden toprağa sınır çizer. Benlik duygusu, benimsemek istediğini sınırlandırmak ister. Bilir ki sınırlandıramadığına “benim” diyemez. Fakat insan vardır haddini bilir, insan vardır haddini bilmez. Haddini bilen, sınır koyarken de haddini bilir. Haddini bilmeyen, sınır koyarken de haddini bilmez. Haddini bilmezlerin koyduğu hududlar, zulümdür. Çünkü zulüm, had bilmezliktir. Haddini bilenler, sınır koyarken adaleti gözetirler. Zaten adalet, sınırları gözetmektir. İlk siyasal sınırların ne zaman konulduğu bilinmiyor.

Eski devletler büyük toprak parçalarını tel örgülerle çevirmezlerdi. Şehirleri kalelerle çevirirlerdi. Sınırlar, kaleler olurdu. Kale sınırlar, sadece onun içindekileri dışardan gelecek saldırılardan korumakla kalmaz, aynı zamanda bağlı olunan merkezi devletin muhtemel zulmünden de korurdu. Modern ulus devlet, geleneksel sınır anlayışını değiştirdi. Kale sınırlardan müteselsil sınırlara geçti. Egemenlik alanını koruma adına, orayı tel örgülerle çevrili bir tür hapishaneye çevirdi. Şimdi daha gelişmiş yöntemler uygulanıyor. Radarlar, uydu gözetimi, elektronik hudutlar!

Modern ulus devletin “sınır” anlayışının ne kadar sınırsız ve haddini bilmez olduğunun en tipik örneği Berlin Duvarı idi. Soğuk savaş yıllarının bu örneğini, günümüzde terör devleti İsrail’in Filistin’de inşa ettiği beton duvarlar temsil ediyor. İslâm coğrafyası, Batı sömürgecileri tarafından önce işgale uğradı, sonra işgalden beter bir bölünmeye. Sınırlar, “böl ve yönet” anlayışına uygun olarak planlandı. Batılı sömürgeciler, işgal ettikleri topraklardan çekilirken, cetvelle masa başında sınırlarını çizip adını koydukları devletler icat ettiler. Bir marş, bir bayrak ve bir de yönetici kılığında kukla verdiler. Cetvelle çizilmiş sınırlar tefrika getirdi, kan getirdi, kan davaları getirdi.

Bugün İslâm coğrafyasında aralarında sınır ihtilafı olmayan iki komşu devlet bulmak çok nadirdir. Bir milyon cana mal olan İran-Irak savaşının bahanesi sınır ihtilafıydı. Saddam mecnununun dünyayı yangına veren küresel işgale bahane teşkil eden Kuveyt’i işgal harekatı, yine öyle. Mısır ve Sudan, Suudi Arabistan ve Yemen benzer sorunlardan dolayı savaşın eşiğinden döndü. Endonezya ile Açe Sumatra’nın durumu ortada. Bahreyn ile İran, Umman ile Suudi Arabistan, Cezayir ile Fas, Cezayir ile Çad arasında benzer sorunlar şimdilik uykuda.

Mesela şu Türkiye-Suriye sınırını kim nasıl savunabilir? Bin yıldır komşu iki köy. Biri Suriye’de, biri Türkiye’de kalmış. Ana baba Türkiye’de, gelin damat Suriye’de. Dayılar Türkiye’de, yeğenler Suriye’de. Hatta aynı köy ortasından dikenli tel geçmiş. Propaganda filmini izleyenleriniz bilir. Bu bir film değil, gerçek. Sömürgeciler bize yüzyılın başında sınırlar ve kan davasına dönüşen sınır ihtilafları hediye ettiler. İş kendilerine gelince, aralarındaki sınırları yıkıyorlar.

Baksanıza, AB’nin sınırları bile belli değil. Demezler mi adama: Yahu sınır iyi bir şey değilse, bizi niye dilim dilim ettiniz? İsrail de öyle. İsrail anayasasında devletin sınırları tayin edilmemiştir. Elin delisi biz miyiz? Sözün özü şu: Haddini bilmeyenlerin koydukları hudutlara hayır!

Yorum Yaz