Hayırlı bir teşebbüs

Tüketiciler Derneği, yanına iki işadamı örgütünü de alarak (İGİAD ve ASKON) hayırlı bir teşebbüste bulundu: HELAL SERTİFİKASI.

Hemen belirtelim ki, bir HELAL SERTİFİKASI teşebbüsü, sadece “gıdaları” içermemelidir. Gıdanın yanına, “ilaç” ve “kozmetik” ürünler de girmelidir. Dünyadaki Helal Sertifikaları, gıda ürünlerini kapsamaktadır. Bu bir eksikliktir. İlaç sektörü ve kozmetik sektörü de Helal Sertifikasyonunun ilgi alanına girmektedir.

Ne yazık ki Türkiye’de, bırakınız ilaç ve kozmetik sektörünü, henüz gıda sektöründe bile Helal Sertifikası meselesi halledilmiş değildir. Oysaki helal gıda meselesi, yediden yetmişe her Müslümanı birinci dereceden ilgilendiren bir meseledir.

“Can boğazdan gelir” sözünü bilmeyen yoktur. Bunu, küçük bir müdahaleyle, “Din boğazdan gelir” diye de anlayabiliriz. Bir bilge; “insan yedikleridir” der. Doğruluk payı yüksektir; yedikleri insanın tavır ve davranışı, biliş ve duyuşu, düşünüş ve yaşayışı, hatta inanış ve inkar edişi üzerinde etki yapar.

Mesela, domuzla veya domuzdan beslenen biri, domuz etine karşı mücadele edemez. Bu kimsenin ille de domuz eti yemesi gerekmiyor. Tutalım ki, domuz çiftliği sahibi olsun. Bu insanda, İslam’ın domuz eti konusunda koyduğu sınırları gözetecek bir hassasiyet kalır mı?

Tüm insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam, yiyecek ve içecekler için sınırlar koyar. Bir başka ifadeyle, İslam insan boğazını kendi ölçülerine göre kontrol eder. Akidevi ikiyüzlülüğün tarihteki en dehşet örneği olan ve Hz. İsa’nın getirdiği İslam mesajını çığırından çıkaran Tarsuslu Pavlus, işte bu yüzden doğru söylemiyor: “Tanrı Ağızdan girene değil, ağızdan çıkana bakar”. Pavlus bunu söylerken, yalnızca hakikati değil, Hz. İsa’nın “Ben benden öncekini yalanlamak için gelmedim” dediği Musevi Şeriatını da çiğnemektedir. Allah elbette ağızdan girene de bakar, çıkana da. Vahiy insandan yeme ve içme konusunda seçici davranmasını ister, bu konuda kırmızı çizgiler çeker.

Helal Sertifikası için daha önce de kimi teşebbüslerde bulunulmuş. Fakat hep akim kalmış. Aslında tabii olan bu işin ucundan devletin tutması… Nitekim, Malezya’da devlet Helal Sertifikası için elini taşın altına koymuş. Üstelik Malezya’da Müslüman nüfusun tüm nüfusa oranı % 60’ı bile bulmuyor. Fakat ağzını açanın % 99’u Müslüman diye söze başladığı Türkiye’de Helal Sertifikası verilemiyor. Bu konuda önceki girişimlerin niçin başarısız olduğunu sorduğumda, Hayreddin Hoca “laikliğe takıldı” diyor.

Tövbe, tövbe! Bu nasıl laiklik yahu? Laiklik bu memlekette yalnız Müslümana mı var? Yahudi azınlığa tanınan bir hak, Müslüman çoğunluğa niçin tanınmaz? Cevabını bilen beri gelsin. Evet, Yahudi Hahambaşılığı, takır takır “Koşer/Helal Sertifikası” verip, şakır şakır para kesiyor. Buna kimse bir şey demiyor ve dememesi de lazım. Yahudilerin kendi şeriatlarına göre yaşama haklarını da, tıpkı kendi hakkımız gibi savunmadıkça tutarlı olamayız. Ama burada mağdur Yahudi azınlık değil, Müslüman çoğunluk.

Makul olan Helal Sertifikası konusunda TÜBİTAK ve TSE ile işbirliği içinde Diyanet’in inisiyatif almasıdır. Ama bilinen nedenlerle alamaz, aldırmazlar. Diyanet’e devlet ideolojisinin yüklediği bir misyon var. Diyanet’in asli işi olması gereken bu tür konularda DİB’in inisiyatif alması, dini baskı altında tutma politikasına ters gelir. İyi tamam, bunu da anladık. O zaman devlete düşen nedir? Bu işi yapacak olanların önünü açmak, değil mi? Yok, şimdiye kadar ona da ket vurmuş. Öyle ya, kuşsan uç, deveysen yük taşı. İkisine de hayır demiş devlet ideolojisi. “Ne kuşum, ne deveyim” politikasıyla bugünlere kadar gelinmiş. Şimdi yumurta kapıya dayandı. Helal Sertifikası ticari bir zorunluluk oldu. AB firmaları bile, ürünlerini pazarlarken Helal Sertifikası alma ihtiyacı hissediyorlar.

Yani ortada büyük bir talep var. Pasta o kadar büyük ki, bu işin kalpazanları bile türemiş. Talep büyük, arz yetersizse, olacak budur. Helal Sertifikasının hitap ettiği sektörün ticaret hacmini Bülent Bey 280 milyar dolar olarak verdi. Bu rakama İlaç ve kozmetik sektörünü dahil etmek lazım. O zaman pastanın büyüklüğünü varın siz düşünün.

Adam Uruguay’da bir kurum kurmuş, “Helal sertifikası” veriyor, iyi mi? Yani 500 yıllık Osmanlı Hilafetinin bakiyesi Türkiye’nin sırt döndüğü sertifikayı, adam gidip nüfusu içinde Müslüman oranının bindeye bile gelmediği ülkelerden alıyor. Tabi ki, naylon “Helal Sertifikası” da türemiş. Bir Alman firması, domuzdan üretilen jelatin kullanıyor. Fakat gidip ürününe Brezilya’dan “Helal Sertifikası” alıyor. Bunu da Türkiye’ye pazarlarken, “Benim ürünlerim helal sertifikalı” diyor. Bizim alıcılar da bu beyanı araştırıp soruşturmuyor. Hüseyin Büyüközer Bey. “Biz araştırdık, ciddiyetsiz, para için kurulmuş bir yer” diyor.

ABD’li Müslümanlar, devletin de tanıdığı bir Helal Sertifikasyon Kurumu oluşturmuşlar. Dahası da var; sertifika aldığı halde şartları ihlal edip sahtekarlık yapan firma için cezai müeyyideler koymuşlar, bunu da hukuk sistemine dahil etmişler. Hadi, benzer bir teklifi halkı Müslüman olan Türkiye’de yapın da, görelim.

Helal Sertifikası toplantısına 30’a yakın isim davet edilmiş. 15 alim ve akademisyen katılacağını beyan etmiş. Toplantıda ise 8 kişi vardı. Kimya Profesörü Mustafa Nutku Beyin gazlı içecekler konusundaki sunumunu mutlaka sizlerle paylaşmalıyım. Toplantıda yaptığım konuşmanın özetini de ayrıca ele almayı düşünüyorum.

Yorum Yaz