Hık demiş burnundan düşmüş!

Mithat Paşa’nın Hilal’e Haç ekleme hayalinin üzerinden 140 yıl geçti.

Paşa’yı birileri o kadar gaza getirmişti ki “Âl-i Osman” (Osmanoğulları) yerine “Âl-i Mithat” (Mithatoğulları) denilse ne lazım gelir?” diyordu.

Tarihin yaptığı şu şakaya bakın. Paşa’nın rüyası, onun fikir soyundan gelmeyenler eliyle gerçekleşiyor. Ne “gelmeyenleri”, onun fikir soyunun köküne kibrit suyu dök döke kurutamadıkları rakip bir kökten…

“Değiştin-değişmedin” muhabbetlerini geçin bir yol. Değişmek matah değildir, matah olan “gelişmek”tir. Geliştirmeyen bir değişim, fazilet değildir. Bunlar işin magazini. İşin aslı herkes değişti, ya da hiç kimse değişmedi.

Sahi, Tayyip Bey’in sıkı Müslüman bir siyasetçi olarak Beyoğlu meyhanelerinden oy istemesiyle, AB kapısını zorlaması arasında siyaset tarzı açısından ne fark var? Hatırlayın, genç ve dinamik siyasetçi Erdoğan’ın kapı kapı dolaşıp Beyoğlu batakhanelerinden oy istediği o yılları! Bu kendi camiasında bir ilkti ve şimdi yuhalayan bazıları o gün alkışlıyordu bu tavrından dolayı. Geldiği yere biraz da bu siyaset tarzı yüzünden geldi. Tayyip Bey’in şimdi yaptığı, aynı tarz-ı siyaseti daha büyük ölçekte sürdürmek, hepsi bu.

Ben iyi hatırlıyorum; bu tarz siyaset içerdeki azgın azınlığın hesaba katmadığı bir şeydi. Onun için de şaşkınları oynuyorlardı. Tanzimat hatırası, İttihatçı artığı ve iktidar kazanının gedikli kaşıkçıları olan malum kesim bu ülkedeki her ayyaşı, her kumarbazı, her kötü yola düşmüşü banko yandaşı sayıyordu. Açıkçası, haklıydı da. Çünkü şimdi kör kütük oluncaya kadar demleniyorsa, alıcı ya da satıcı olarak girdiği cinsellik pazarında güdülerini böylesine pervasızca tatmin edebiliyorsa, biraz da malum azınlık sayesinde olmuştu bu.

Ama Tayyip Bey bu oyunu bozdu. Bu milletin günahkarları bile günahtan yana değildi. Günah işlemek başka, günahı savunmak daha başka bir şeydi. Onun için Beyoğlu’nun ayyaşlarının da, kumarbazlarının da, fahişelerinin de oyunu almıştı geçmiş gün. Aynı siyaset tarzı büyük ölçekli oynanınca da aynı sonucu verir mi?

Bilemem. Ama işte tekmili birden karşınızda. Önce bizim azgın azınlığın kendinden menkul batıcılıkları test edildi. Bir kısmı daha işin başında maskeyi çıkardı. İş ciddiye binince hepsi de birer ulusalcı kesilen şu millet düşmanları işte o tayfanın askerleri.

Geriye kaldı Batı. Ya onlar, içimizdeki hayranlarının “Batılılaşmak” adına koca bir milletin her şeyiyle pervasızca oynadıkları ve model olarak da kendilerini gösterdikleri Batılılar ne âlemdeydi? Batılı efendiler de yerli kâhyalar gibi maske kullanır mıydı? Efendilerin maskeleri kâhyalarınkinden daha mı gelişmişti? Peki gelişmiş maskeleri çıkarmanın gelişmiş yöntemleri de var mıydı?

İşte şimdi o günlerden geçiyoruz; gelişmiş maskeleri çıkarmanın gelişmiş yöntemlerini uygulama günlerinden?

Sonuç daha baştan belliydi: Ben bir gün arayla mahcup olma riskine rağmen şimdiden söyleyeyim: Hem nalına hem mıhına vuran bir karar çıkacak. Yani “ne şiş yansın, ne kebap sönsün” cinsinden, “hem davuluna, hem kasnağına” cinsinden bir karar.

Bunu söyleyip geçelim ve dönelim AB sürecinde düşen maskelerin ardında sırıtan yüzlerin okunmasına.

Ben demiyorum. “Devşirme” denilecek kadar yeminli Batıcılarımızın son dönemde yazdıklarından çıkarıyorum. AB’ye giriş sürecinde Batılıların bir ileri iki geri tavrı yandaş-karşıt herkesin katıldığı bir tespit. Bu tavrın arkasında yatan nedenleri “devşirme” Batıcıların dilinden vereyim:

AB Müslüman Türkiye’den korkuyor!

Türkiye tüm şartları yerine getirse de AB eşit ortak olarak görmek istemiyor!

AB tam asimile olup değerlerini inkar etmiş bir Türkiye istiyor!

AB Türkiye’ye ikiyüzlü/münafık davranıyor! (Rasmussen’in Fischer’e “Türkiye’yi oyalamak için formüller geliştiriyoruz” dediği, Fischer’in “Türkiye hiçbir zaman üye olamaz” dediği gizli çekim sahnesini aklınıza getirin.)

Bu ülkenin dününü hatırlamaya çalışın, bu tavrın aynısını bir yerden hatırlayacaksınız. İkisi o kadar benzer ki, adeta “hık demiş burnundan düşmüş” diyecek kadar.

Evet, tam isabet ettiniz; bizim azgın azınlık da, bu ülkenin Müslüman çoğunluğuna Avrupa’nın Türkiye’ye baktığı gibi bakıyor.

AB Müslüman Türkiye’den niçin korkuyorsa, bizim malum azınlık da Müslüman çoğunluktan aynı nedenle korkuyor. AB Türkiye’yi nasıl kendisiyle eşit görmek istemiyorsa, bizim malum azınlık da bu ülkenin Müslüman çoğunluğunu kendisiyle eşit görmek istemiyor. AB Türkiye’yi nasıl değerlerinden soyutlamak istiyorsa, malum azınlık da Müslüman çoğunluğu öyle ‘ideolojik asimilasyona’ maruz bırakmak istiyor. AB Türkiye’ye nasıl ikiyüzlü davranıyorsa (Soğuk savaşta benim jandarmam ol, ama ortak olmaya kalkma), malum azınlık da Müslüman çoğunluğa karşı ikiyüzlü davrandı. Seçime soktu, ama iktidarı vermedi. Daha da sıkışınca halkın seçtiği başbakanı astı. İHL’li ölmek için asker olabilir ama subay olmak için olamaz, dedi. Şehit anası başörtülü olabilir ama subay anası olamaz, dedi.

Darbelerin tümü AB’nin Türkiye’ye baktığı mantıkla tezgahlandı. Seçim yasaları hep bu bakış açısıyla çıkarıldı. İHL, başörtüsü vs. gibi dini yasaklar hep bu bakış açısıyla kondu.

Kılçık atmayı sevmem. Benim arzum belli: Hafızanız en büyük sermayenizdir; aman ona mukayyet olun!

 

Yorum Yaz