Hilal’imizi bedr eyle Allah’ım!

Pek değerli Ümit Meriç hanımefendinin halis kalp ile Beytullah’ı şahit tutarak yaptığı o duaya kim “amin” demez ki: “Hilal’imizi bedr eyle Allah’ım!”

Hilal’imiz bedr olsun diye Avrupa’daydık. Almanya’nın Köln şehrinde Avrupa’nın her tarafından (hatta duyduğuma göre Türkiye’den de gelenler varmış) akın etmiş Müslümanlar, Hilal TV’ye olan teşekkür borçlarını ifa etmeye gelmişlerdi.

Onlara Kıbrıs’ın hicri 28 yılında sahabe tarafından fethinin ardından yaşanan bir manzarayı arz ettim. Onu buradan okurlarıma da arz etmek isterim. Cübeyr b. Nufeyr anlatıyor:

“Kıbrıs yorucu ve zaman zaman umut kırıcı bir sürecin ardından biiznillah feth olundu. Biz hepimiz Allah’ın bize nasip ettiği zaferin sevinciyle sermest olmuşken, Allah Resul’ünün yakın arkadaşlarından Ebüdderda’yı bir köşede hıçkırıklar içinde ağlarken buldum. Sebebini sordum. “Allah Rasulü’nden sonra Müslümanların şu halini görmüyor musun?” dedi ve ekledi: “Eğer böyle giderse, Müslümanların çocukları ne olacak? Bu topraklardaki Müslüman evlatlarını bekleyen kötü günler aklıma geldi, onlar için ağladım? ”

Ebüdderda, gelecek kuşaklar için ağlamıştı. Öyle ki, onlar arasında kendisinden 1400 yıl sonra gelecek olan bugünün kuşakları da vardı.

Kim bilir, belki Kıbrıs’ın kaderinin, Rodos’a, Girit’e ve diğerlerine benzememesinin sırrı da burada yatıyordu: Uğruna ağlayacak birilerinin olması. Sözün burasında, bir şey geldi aklıma: Acaba dedim kendi kendime, sahabenin ayağı değip de İslam’ın yurdu olmaktan çıkmış yer var mı? Ben düşündüm ve bulamadım. Endülüs’te güneş batarken İstanbul’da doğmasının hikmeti, Ebu Eyyub el-Ensari’nin canıyla “amin” dediği duasıydı belki de.

Avrupa’daki Müslüman çocukları için kim ağlayacak? Günümüzün Ebüdderda’ları neredeler? Avrupa’daki Müslümanlar, kendi çocukları için, Ebüdderda’nın kendisinden yüzlerce yıl sonra gelecek kuşaklar için döktüğü yaşın zekatını döktüler mi?

Bu, rüya görme meselesidir. Bu rüya, iki şekilde görülebilir. Allah korusun, şöyle bir rüya mesela: Müslüman baba-anne, çocuğunu rüyasında görüyor. O da ne? Çocuk bir papazın önünde vaftiz töreniyle Hristiyan oluyor ve istavroz çıkarıyor.

Tevfik Fikret’in papaz olan oğlu Haluk’un acıklı hikayesi nispeten yaygın olarak biliniyor. Ben az bilinen bir örnek vereyim: İslam hukukunu Mecelle adıyla kodlayan büyük alim Ahmet Cevdet Paşa’nın İslam’dan irtidat ederek rahibe olan kız torunu mesela. Hafazanallah, ne dersiniz bu işe?

Dahası da var: Ebu Cehil’in kızı Ümmü Habibe Mekke’de her türlü tehdide rağmen kocasıyla Müslüman oldu. Soylu bir ailenin kızı olmasına rağmen, Mekke’de hayat hakkı tanınmadı. O da kocasıyla birlikte, çekip Habeşistan’a hicret etti. Ama bundan daha beteri geldi başına. İmanı uğruna hicrete katlanan kocası, İslam’ı yüreğine tam sindirememiş olsa gerek ki, orada dininden döndü. Ümmü Habibe, birincisinden çok daha ağır olan bu imtihana da erlerin eri bir tavırla göğüs gerdi ve kocasını boşadı. Bu destani fedakarlıklarına bir ödül olarak Allah Rasulü onu eşliğe kabul ederek onurlandırdı.

Bir de, Avrupalı Müslümanın görmesi muhtemel bunun tersi bir rüya var: Kapı komşusu Alman’ın çocuğunu kelime-i şehadet getirirken görmek?

Bu iki rüyadan birini görecek Avrupalı Müslüman. Eğer ikincisini görmezse, Allah korusun birincisini görecek. Birincisini rüyasında değil, gerçeğinde görecek. Rüya olmayacak bu, gerçek olacak. Çünkü kimse kimliksiz yaşayamaz. Tabiat boşluk kaldırmaz. Cins toprağı eğer siz ekmezseniz, bıtırak ekmenize gerek yok, o kendisi bitecektir.

İşte Hilal TV Gecesi’nde bu rüyalardan söz ettim. Sarı Saltuk örneğini verdim. Gözleri çakmak çakmaktı insanların. Salonun hemen tamamına yakını gençlerden oluşuyordu. Artık efsane dinlemekten gına gelmişlerdi. Aldatılmak, pohpohlanmak, gaza gelmek istemiyorlardı. İçi boş sloganlardan usanmışlardı. Ciddi şeyler duymak istiyorlardı.

Bazen canlarını acıttım. Bazı sözlerimin yüreklerini dağladığını biliyorum. Konferanstan sonra olgun bir bey gelip “Bizi ta can evimizden vurdun!” dedi. Bir anne, “Bize tatlı yalanlar yerine acı gerçekleri söylediğiniz için sizi tebrik etmek istedim” dedi. Daha başka biri, “Bizi uyandırıyorsunuz ama uyanınca gidecek kapımız mı var?” dedi ve ağlamaya başladı.

“Var” dedim ben: Allah var. “Allah, elde var bir, gerisi sıfır olsa ne yazar?” dedim. “İman en büyük imkândır” dedim. Ve bir şey daha dedim: “Allah yardımını yarattıkları aracılığıyla yapar. Hilal TV işte bu araçlardan biridir ve belki de şimdiye kadar gördüklerinizin en yaygını ve en kolay ulaşılanıdır” dedim.

Salondan yükselen ses bunun şahidiydi. “Hilal’i nasıl buldunuz?” diye sorunca, salondan hep bir ağızdan “Allah razı olsun!” nidaları yükseldi. Yorulanların tüm yorgunlukları o nidanın önünde tuz buz oldu, bitti. Ezan sesine hasret Avrupalı Müslümanların, evlerinde okunan beş vakit ezana bile nasıl muhtaç olduklarını düşününce, Hilal gibi 24 saat açık “medrese”nin ne demeye geldiğini tahmin edebilirsiniz.

Ne diyelim: Allah Hilal’imizi “bedr” eylesin! Amin.

Yorum Yaz