Hissî dindarlıktan ilmî dindarlığa

İmanı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü marifet, gövdesi tasdik, dalları ikrar, meyvesi ameldir.

Marifet bilgiye tekabül eder. Tasdik bu bilgiyi kalbin onaylamasıdır. İkrar, kalbin onayladığı hakikatin bilgisini söz ve hal ile ilan etmeye denk düşer.

Amel ise, kalbin onaylayıp dilin ilan ettiği bilginin gereğini yapmaktır.

İmanı oluşturan bu dört unsurdan en önemlisi ve en “olmazsa olmazı” bilgidir.

Çünkü kişi bilmediğine inanamaz. “İnanıyorum fakat neye inandığımı bilmiyorum” diyen birinin inancı da, zaten kimse tarafından ciddiye alınmaz.

Siz “inanıyorum ya, neye nasıl, neden, niçin inandığımın ne önemi var?” diyen birinin, Kur’an’ın “mü’min” tarifine gireceğini düşünebilir misiniz?

O zaman mü’minle kafirin, muvahhidle müşrikin, Müslümanla münafığın farkı kalır mıydı? Dünyada hiçbir şeye inanmayan bir insan bulunabilir mi? Mutlaka herkes bir şeylere inanıyordur.

Ama nasıl, neye, niçin, ne kadar?

Bu nedenledir ki, ağaca nispetle kök neyse, imana nispetle iman edilecek şeylerin bilgisi de odur. Ve işte tam burada can alıcı bir soru: Meyvesizlik ağaç için bir nakîsadır, ona “meyvesiz ağaç” derler. Onun bir ağaç olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yoktur.

Bir ağacın dalları kesilebilir. Bu takdirde de o bir ağaçtır. Hatta budama için kesilmişse bu dallar (ki bazen Allah’ın mü’mine verdiği sıkıntı ve ızdıraplar budama besabesindedir), bir sonraki bahar daha taze, daha gür, dallanıp budaklanacak demektir.

Hatta bir ağaç bazen gövdesini bile kaybedebilir. Bu takdirde onun kökünden umudumuzu kesmememiz için birçok nedenimiz vardır. Onun kökü toprakta, saçakları yerindeyse, o kökten yepyeni sürgünler vermesi hiç de küçük bir ihtimal değildir. Ve böyle bir köke, “ağaç” diyemesek de, elbette “odun” da diyemeyin ve en azından o bir köktür.

Fakat kökü olmayan, ya da köküyle irtibatını kesmiş bir ağaca, artık kimse ağaç demez. O ittifakla herkesin gözünde bir “odundur”. Gövdesi, dalları, budakları ve hatta üzerinde meyvesi de olsa -ki bu takdirde o meyve ya plastiktir, ya da birileri başka ağaçların meyvesini getirip o dallara monte etmiştir- o kökü olmadığı için artık bir “ağaç” olarak isimlendirilemez.

İşte iman ağacının kökü mesabesinde olan bilgi yoksunluğu, köküyle irtibatını keserek “odunlaşan ağacın” durumuna benzer.

Türkiye Müslümanlarının en büyük problemi, imanlarının bilgiye dayanmamasıdır. Bilgiye dayanmayan bir imanın “sabit bir yeri” yoktur. Oysaki imanı iman yapan, sabit değerlere sahip olmaktır; sabit, asla terkedilemeyecek olan, bir adım geri atılamayacak olan değerler?

Çünkü iman etmek, sabiteleri olmak demektir. Bir kararda durmayan yüreğe sabit bir “zemin” kazandırmak, toprağını bulunca bire sonsuz veren yürek fidanınını ona sahip olabilecek tek gücün gösterdiği “yere” dikmektir.

Yoksa mı? Yoksa yok? Bir fırtınada, kökü sağlam bir ağaç gibi sallanarak fırtınayı atlatamaz. Ya ne yapar? Yer değiştirir, saf değiştirir, yuvarlanır ve daha da beteri savrulur?

Savrulur, çünkü köksüz… Savrulur, çünkü “yeri” yok? Savrulur çünkü “ağaç” değil gerçekte “odun”? Tabi ki ağaca benzer, aksesuarı yerindedir, yapma ağaçlar gibi naylondan meyveleri, yeşile boyanmış bezden yaprakları, tutkalla karıştırılmış talaştan dalları ve gövdesi vardır?

Mütedeyyin insandır diye destekler belediye başkanı yaparsınız; Ramazanı festival zanneder ve “direkler-arası” rezaletini diriltmek için, Ramazanı, kamu malı bay ve bayanların “konserleriyle” ihya (!) etmeye kalkar. Bu sadece bir tek örnek…

Siz bu örnekleri o kadar çoğaltabilirsiniz ki? Etrafınızdaki desteklediğiniz siyaset erbabına, belediyelere, dindarların parasıyla kurulmuş holdinglere, şirketlere, Müslüman zenginlerin burslarıyla okuyup bir yerlere gelmiş hakiyetsizlere, dindarların canhıraş katkılarıyla palazlanmış cemaatlere, medya kuruluşlarına kadar uzatabilirsiniz?

Doğrudur, beyimiz “mütedeyyin”dir, yani “dindardır”, fakat dindarlığı “ilmi dindarlık” değil, “hissi dindarlık”tır.

Dindarlığının ÇİVİSİ yoktur. Yani, nerede ne yapacağı belli değildir. Dostu-düşmanı karıştırmayacağı meçhuldür. Sınırları fludur. Davranışları yuvarlaktır.

Çivi? Nedir o çivi?

Kur’an’dır, Kur’an!

Bir Müslümana istikamet açısını mutlaka vahiy vermelidir. Vahiy inşa etmelidir onun tasavvurunu, aklını, şahsiyetini.

Çünkü bilinçteki bir milimetrelik bir sapma açısı, eylemde kilometrelere varmaktadır. Vahiyle temeli atıldıktan sonra, nerede, ne olursa olsun, ondan korkmayınız. Krizlerin en büyüğe olan “adam krizinden” çıkmanın en sağlıklı yolu da budur.

Zaten, Ramazan da aslında vahyin doğum ayı olduğu için mübarek değil midir? Ramazan elbette hoş gelmiştir. Fakat bizim dindarlığımızın temelinde Kur’an’ı bulmuyorsa, Ramazan bizi boş ve nahoş bulmuş olmaz mı?

Ramazan, hissi dindarlıktan ilmi dindarlığa geçiş için bulunmaz bir fırsat sayılmalı.

Yorum Yaz