Hocalar dirilirse

Hep söylerim: İmamlar ve öğretmenler dirilirse, bu ülke dirilir.

Toplumun inşasında üç mekan başat yer tutar: Mabet, okul ve çarşı. Bu nedenledir ki Peygamberimiz Medine’ye hicret eder etmez üç şey yaptı: Mescit, suffe ve pazar yeri.

Bu üçü din, ilim ve ekonomiyi temsil ediyordu. Birincisi ruha, ikincisi akla, üçüncüsü cisme hitap ediyordu. Ruh aşkın hakikatle, beden içkin gerçekle insan arasındaki bağlantıyı sağlıyor, akılsa bu ikisi arasında sağlıklı bir iletişim ve bağ kurmaya yarıyordu.

Sağlıklı bir toplum için, bu üç unsurun sağlıklı ve sahih temeller üzerinde yükselmesi şart. Bunların hepsi sağlıksızsa, o toplumun geleceği yok demektir. Bunlardan birinin sağlıksız olması diğerlerini de etkiler. Bu üçlü arasındaki dengesizlik şu veya bu şekilde topluma yansımaktadır.

Bizim medeniyetimizde mabetler şehrin kalbidir. Şehre istikamet verirler. Yön bilincini temsil ederler. Yamulmaktan korumak için istikameti gösterirler. Kıble sıradan bir yön değil, tüm sapma açılarını düzeltmek için insanın ve toplumun kendisini vuracağı bir mihenk taşıdır. İstikbal-i kıble (kıbleye yönelmek) sadece namazın rükünlerinden biri değil, İslam toplumunun sosyal rotasını tayin eden bir pusuladır. İslam, inşa ettiği akla doğru yönü bulma yeteneğini kazandırır. Bu yeteneğe sahip olan şahsiyetler sayesinde, toplumlar, hayat denilen şu okyanusta kapıldıkları en şiddetli fırtınalardan dahi sağ salim çıkmayı başarabilirler.

Camiler sadece dini ritüellerin îfâsı için değil, topluma istikamet vermek için inşa edilirler. Adının “câmi” olması, yalnızca insanları topladığı için değil, toplumun birimi olan insanı dağılmaktan ve dağıtmaktan koruyup kendinde topladığı içindir. Yine, kendi haline bırakınca dağılıp alt unsurlarına ayrışacak olan hayatı topladığı içindir. Yine, farklılıkları birer zenginlik olarak algılayıp “kesrette vahdet bulmak” yerine parçalarına irca olmaya teşne toplumu topladığı içindir. İslam’ın, istikametsiz ve hedefsiz kalabalıklardan/yığınlardan, istikamet, hedef ve duruş sahibi bir “cemaat” çıkarma başarısının sırrı, işte burada yatar.

Bulunduğunuz yerleşim yerinin en yüksek yerine çıkıp bakın: Bölgenin ekonomik ve kültür seviyesine göre farklılaşan seviyelerde, -her şeye rağmen- “mimari” nitelik taşıyan muhtemelen tek yapı dini yapılardır. Bu, çarpık yapılaşmanın ayyuka çıktığı yerlerde bile böyledir. Mahallede dış cephesi sıvalı tek özel yapı olmamasına rağmen, mahalle camii sıvasıyla, malzemesiyle, işçiliğiyle, boyasıyla hemen dikkati çeker. Hemen her zaman mahalle camiinin standardı, bölgenin yapı stokunun zirvesini teşkil eder.

Kim, ne derse desin, bu, insanımızın dinine verdiği değerin göstergesidir. Tıpkı tok açın halinden nasıl anlamazsa, bunu da azgın azınlık anlamaz, anlayamaz. Anlamasını da bekleyemeyiz. Çünkü Kur’an’ın ifadesiyle yüreklerinin gözleri kör, kulakları sağır, ağızları dilsizdir: Hakikati göremezler, duyamazlar, söyleyemezler.

Bir cami düşünün. Tıpkı ilk kutlu mescit gibi bulunduğu şehrin kalbi olmuş. Bölgenin yoksullarıyla varsıllarını aynı mekanda buluşturuyor. Varsıllardan alıp yoksullara verme işini sadece Ramazan’a hasretmemiş. Yıl 12 ay sürüyor. Cami cami değil, toplumun iki kesimi arasında köprü adeta. Sosyal güvenlik hizmeti yapıyor. Toplumsal katmanlar arasındaki uçurumu kapatan bir sosyal rehabilite merkezi gibi çalışıyor. Bizzat şahit oldum; bu camide kılınan her namaz, psiko-sosyal bir terapiye dönüşüyor.

Türkiye’de kadınların Cuma’ya erkekler kadar yoğun ve kalabalık katıldığı kaç cami vardır? Dahası, kadınların sabah namazlarına birkaç saf olacak kadar yoğun katıldığı bir başka camii var mıdır? Ben duymadım, bilmiyorum. İşte bu cami öyle bir cami. Bunun tesadüfen böyle olmadığını anlamak için, zeki olmak gerekmez. Camiye gelen kocaların eline anneler gününde birer gül verip de “Bunu eşlerinize götürün, onları anne olarak önce siz onore edin” diyen bir imama ve ona destek veren bir avuç gönüllüye sahip olmak, sanırım bu caminin en büyük şansı.

Siz hiç cemaate bedava çorap ikram eden cami gördünüz mü? Burası işte böyle bir cami. Ayakkabılığında paketi açılmamış çoraplar. Kirli çorapla camiye girilmesin diye, ihtiyacı olanlara sunulmuş. İhtiyacı olan alıyor, alanlar ya da daha başkaları da top top getirip tükenenlerin yerine yenilerini koyuyor.

Bu cami Tekkeköy Konutlar Camii. Elbet, keramet camide değil, onu ismiyle müsemma hale getiren imamda. Hüseyin (Kılıç) Hoca işte böyle bir imam. Cami cami olsun diyorsak, imam imam olmalı. İmam, yani “önder, rehber” olmalı. Peygamber’e “vekalet” ettiğini, Kâbe’nin şubesine hizmet ettiğini asla akıldan çıkarmamalı. Hüseyin Hoca, cemaatten bir avuç gönüllünün de katkısıyla, bu başarılara imza atmış.

Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, geçtiğimiz hafta sonu, bir dizi etkinlik ve konuşma için Samsun, Tekkeköy, Aybastı’daydım. Aybastı’da, ilçenin en büyük salonunu tıka basa doldurmakla kalmayıp o soğukta bir o kadarı da dışarıda olan kitleye sevinçten çiçeklenen gözlerle “Müftünüz size kurban olsun!” diyen bir müftü gördüm, elhamdülillah. Öyle bir müftü ki, ilçede çalmadığı kapı kalmamış. “Gül alan, gül satan ve gülden terazi tutan” bir müftü. Hz. Nebi’nin mirasına sadık bir imam, Kâbe’nin şubesi olma misyonunu îfâ eden bir cami gördüm.

Eğer Diyanet “yılın müftüsü”, “yılın imamı”, “yılın camii” gibi bir hayır yarışı düzenleseydi, benim adayım bunlar olurdu.

Şimdi o tespitimi, daha gür tekrarlıyorum: İmamlar dirilirse, bu ülke dirilir.

Yorum Yaz