İçen günahkardır, savunan ise şeytan!

İçki müptelası günahkar kardeşlerimi önce bir yana ayırıyorum. Onlar için üzülüyor, “Allah onları affetsin! Allah onlara ikrah versin!” diye dua ediyorum.

İnsan günah işleyebilir. Bu, anlaşılabilir bir şey. Zaten Allah insandan meleklik beklemiyor. Adem ile şeytanı ayıran şey, birinin günahsız, diğerinin günahkar olması değildi. Kur’an’la sabit ki, “Adem Rabbine asi oldu ve saptı”. Şeytan da öyle. Fakat Adem hatasını itiraf etti ve “adam” oldu. Şeytan ise, hatasında ısrar etti ve “iblis” oldu. Fark işte bu.

Günahı savunmak, günahı işlemekten bin beter. Günah işlemek, kişiyi günahkar eder. Günahı savunmak ise, kişiyi ahlaksız ve onursuz eder. Malum zümrenin bir kaşık suda kopardığı fırtınayı görüyorsunuz değil mi? Onlar, kendi haramlarına el vurdurmuyorlar. Fakat senin helallerine, hatta farzlarına mülevves ayaklarıyla destursuz dalıyorlar.

Günahı işlemekle yetinmiyorlar, günahı savunuyorlar. Utanmadan, ellerinden gelse, mütedeyyin Müslümanlara zorbalıkla içki içirecekler. Geçenlerde bir milletvekiline yapılanı Türkiye seyretti. Özgürlük, demokrasi, hak, hukuk? Hepsi maval. Özgürlükten anladıkları, Allah’a isyan. Demokrasiden anladıkları, bir avuç azgın azınlığın borusunun ötmesi… Hak-hukuktan anladıkları, her türlü haramı işleme hakkı. Dürüst değiller. Bir de hallerine bakmadan, Allah’a din öğretmeye kalkıyorlar. Ne Müslümanlıklarında samimiler, ne gayr-i Müslimliklerinde.

“Gülün Adı”nın yazarı İtalyan edebiyatçı ve düşünür Umberto Eco’nun yeni çevrilen kitabında geçen şu cümleleri okuyun önce: “Bence kimsenin, farklı inançların kendi yandaşlarına yüklediği yükümlülükleri yargılama hakkı yoktur. İslam dininin alkol tüketimini yasaklamasına itiraz edemem. Eğer buna katılmıyorsam, Müslüman olmam. Bir camiye girmeden önce ayakkabılarımı çıkarırım. Eğer ayakkabılarımı çıkarmak istemiyorsam, başka yere giderim.” Oh be! İşte bu kadar. Süleyman Nazif’in, abdest alırken gördüğü tescilli din düşmanı Abdullah Cevdet’e dediğini hatırlamanın tam sırası: “Bari küfründe samimi ol!”

Bu azgın azınlığa biri çıkıp da haykırmalı: Bari küfrünüzde samimi olun. Müslümanız diyorsanız, haramı savunmayın. Günahınız sizin boynunuza, ne yiyip içtiğiniz bizi hiç ilgilendirmiyor. Fakat Müslüman mahallesinde domuz satma pişkinliğini bırakın. Eğer haramı helal görecekseniz, bu dinin ölçülerine göre, dinle-imanla alakanızın kalmadığını bilin.

Eco’nun örneğinden yola çıkacak olursak: “Ben ille de camiye ayakkabımla gireceğim” inadını bırakın. Gidin kiliseye. Orası size daha uygun. Yoksa geldiğiniz yerin kurallarını belirlemeye kalkmayın. Oranın kurallarına uyun. Allah’a rağmen Müslüman olunamaz. Allah, kelamında içki için “Şeytan işi pisliktir” diyor. Yalnız içki için demiyor, kumar için, insanların karşısında tazim gösterdiği “dikili taşlar” için ve bugünkü piyangonun karşılığı olan “fal okları” için de diyor.

Beşer, şaşar. İnsan, şeytan işi pisliğe bulaşabilir. O, günahkar bir müslümandır. Gerekirse ağzını yıkar, düştüğü çukurdan kaldırır, sırtımıza alır, evine götürürüz. Bandırmalı Ali Taylan Efendi ile konuşurken, “Biz” demişti, “Gençken, büyüklerimizin anlattıklarından yola çıkarak, İstanbul’un meşhur meyhanelerinin önüne gider, gece yarısı kör kütük sarhoş zavallıların koluna girerek onları gerektiğinde taksi tutup evlerine bırakırdık. Fakat o zavallılar, işlediklerinin haram olduğunu itiraf ederlerdi. Günahlarını savunmazlardı. Kendilerini kınarlardı.”

Bugünküler günahı savunuyorlar. İçkiyi savunmanın, trafik canavarlarını savunmak olduğunu bile bile savunuyorlar. İçkiyi savunmanın, içkiden kaynaklanan cinayetleri savunmak olduğunu, içkiden kaynaklanan şiddet ve kötü muameleyi savunmak olduğunu, alkolden kaynaklanan hastalıkları savunmak olduğunu, bu yüzden çöken ailelerin dramını savunmak olduğunu bile bile savunuyorlar. Şeytan işi pisliğe bulaşanları anlıyoruz da, şeytan işi pisliği savunanları anlamıyoruz. Euzübillahimineşşeytanirracîm: Taşlanmış şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.

Yorum Yaz