İmandan mahrum akıl nerede yanılıyor? (IV)

Son olsun. Ama bir kez daha yazalım, o hesabı verilmemiş önermeyi: “Bilim din kapısından sığmaz, din bilim kapısından sığar!”

Bu “büyük mü büyük hikmet”in hikmeti üzerinde uzun uzadıya duracak değilim. Fakat baştan sona, “bütün kuşlar uçar; devekuşu kuştur: devekuşu da uçar” analojisi ne kadar doğruysa, işte o kadar doğru öncüller ve analojiler üzerine oturmuş bir yazının nihai önermesi de, ancak bu kadar doğru olur.

Bu önermeyi yapan pozitivist akıl “tüm dinler aslında birer ideolojidir; İslam da bir dindir: o halde İslam da bir ideolojidir” diyor.

Din” adı verilen inanç sistemleri, kendilerine has ideolojiler üretebilirler; fakat bu dinleri ideoloji kılmaz. Din “cevher”, ideoloji olsa olsa “araz”dır. Çünkü dinler muhatabında bir “vicdan” inşa ederler, ideolojiler asla.

İdeolojiler asıl itibarıyla dünyevidirler, yani “şimdi ve burada”yla ilgilenirler; zorunlu olarak “seküler”dirler. Dinler ise “şimdi ve burada”yı geçmiş ve geleceğe bağlarlar. İçkinin aşkınla bağını kurarlar. İnsana yaptıklarının hesabını vereceği, onu sorumlu davranmaya sevk eden bir başka dünya inancı (eskatoloji) ortaya koyarlar. Dahası insanın varoluş sorununa hitap ederler ve onun “Ben kimim? Niçin varım? Varoluş amacım nedir? Nereden gelip, nereye gidiyorum?” gibi varoluş soru ve sorunlarına cevaplar sunarlar.

Bu cevaplar birden çok olabilir. Çünkü inanç sistemleri birden çoktur. Fakat bilinen bir gerçektir ki, her cevap doğru değildir. Bir cevabın doğru olması için, muhatabın, o sorunun cevabını elinde bulundurması gerekir. Sorulan sorular varlık sorularıysa, elbet buna doğru cevabı verecek olanın da, varlığın hakimi (“mahkumu” değil) olması gerekir. İşte o “Tanrı”dır. Biz Müslümanlar O’na “Allah” deriz.

Şimdi başa dönüp “bilimin din kapısından sığmayacağı” yargısında bulunan bu akla soralım: Bilim kapısının boyutlarını ölçtünüz mü? Ne çıktı? Neden siz? Hangi “bilim”in? “Batı Bilimi”ninse, şu yalan dünyada tek bilimin “Batı Bilimi” olmadığını duymadınız mı? Dolayısıyla bilim kapısının birden çok olduğunu, ölçülerinin de çok olabileceğini akletmek için, deha olmaya gerek mi var? Peki, “bilim” konusundaki bu totaliter/tekçi/mutlak mantık neyin nesi ya? Dine karşı çıkarken, “bilim”i dinleştirmek de nerden çıktı?

Peki, onu geçelim. Ya “din kapısı”? Onu ölçtünüz mü? Size kilisenin dini Hristiyanlıkla Allah’ın evrensel doğrulara verdiği tek isim olan “İslam”ı aynılaştırma hakkını kim verdi? Genelleme “bilimsellik” iddiasındaki akla ayıp olmuyor mu? Şu halde, siz gidip Hıristiyanlık kapısını ölçmüş ve “bilim” de bu kapıdan sığmamışsa, bundan, İslam’ın kapısından da sığmayacağı anlamı çıkar mı? Yanlış öncüller, doğru önermeyi verir mi?

Diyelim ki siz İslam’ın kapısını da ölçtünüz; peki, hangi İslam’ın? Resmi ideolojinin yıllardır “kuduz köpek” muamelesi edip adını “irtica” koyduğu “şamar oğlanı” olarak kurgulanmış “sanal islamın” mı? Yoksa “babanızın İslamı”nın mı? Yoksa Allah’ın tanımladığı ve ilkelerini koyduğu İslam’ın mı? Siz bu sonuncusunu bilir misiniz? Okulda “pozitivizm ve rasyonalizm dini” öğretildiği için onu öğrenmediniz. Basında o İslam “imaj bozumuna” maruz kaldı. Evlerinize ve sokaklarınıza giremedi. Sahi siz Allah’ın İslam’ını nereden öğrendiniz? Kur’an bu dinin a-b-c’sidir. Onu baştan sona bir kez okumayan birinin, İslam’ı bildiği iddiası, yumurtasız omlet yeme iddiası kadar komiktir.

Hadi, ona da eyvallah diyelim. İşte en can alıcı soru: Siz İslam kapısını hangi ölçüyle ölçtünüz. Arşınla mı, metreyle mi, kiloyla mı, inçle mi, onsla mı? Neyle? Peki, İslam’ın neyle ölçüleceğine kim karar verecek? Siz, 800 gramlık eksik ya da aşınmış akıl kilonuzla İslam’ı ölçüyor da, onun kapısının “dar” olduğu sonucuna ulaşıyorsanız, bunda İslam’ın suçu ne? Neden bir kez de kusuru kendi ölçünüze, noksan tasavvurunuza, yamulmuş algınıza, eksik aklınıza bulmazsınız? Olamaz mı? Sizin ölçünüzün mükemmel olduğuna inanmamız için bir neden mi var? Üstelik o ölçüyle kalkan bu ülke treninin, gelip tosladığı acınılası yer ortada dururken! Çünkü bu ülkeyi 80 yıldır “İslam” değil (dünyanın anayasasında en çok “laiklik” geçen ülkesiyiz, unutmayın), “pozitivist ideoloji” yönetmektedir. Daha doğrusu, yönetememektedir. Bu ülkeyi 80 yılda berbat edip de, suçu İslam’ın sırtına yıkmak, pozitivist aklın sadece “doğruluğunu” değil, aynı zamanda “dürüstlüğünün seviyesini” de göstermektedir.

İşte, şu satırlar İslam’ı ölçen “kilo”nun sadece aşınmış olduğunu değil, ölçü biriminin yanlışlığını da (bir araziyi kiloyla ölçmek gibi) gösteriyor:

“(İslam) ahrette cennete gitmek için, toplumsal kurallara uymayı değil, dinsel şekillere göre hareket etmeyi vazetmektedir. Mesela, trafik kurallarına uymamak, sahte rapor almak-vermek, kaçak inşaat yapmak veya vergi kaçırmak ”günah” değildir. Dolayısıyla bu suçları işlemek, kişiye cennet kapılarını kapamamaktadır. Buna karşılık kadının saçının telinin gözükmesi günahtır. Bu da İslam’ın, milli gelir artışına engel olan (!?!) kural dışı bencil davranışları caydırmayı önemsemediği anlamına gelmektedir.”

İnanın, İslam hakkında bu satırları karalayabilmek için, sadece “cahil” olmak yetmez. Artı, bu cehaletin “tahsilini” de yapmış olmak gerekir. Bu da yetmez, bu dine adamın boğazına kadar “gayz ve kini” olması gerekir.

Bu satırların sahibine bir teklifim var: Önce İslam hakkındaki önyargınızı bir tarafı bırakıp yanlış ölçü birimiyle ölçmekten vazgeçin, bu bir. İkincisi, ölçü biriminiz doğru olsa dahi, aşınmamış olmalı. Dijital teraziler çıkmadan önce, aşınan kilolara her yıl Belediye İktisat Müdürlükleri’nde aşınma miktarınca sarı bastırılırdı. Siz de aklınızı Kur’an’a sunsaydınız, bu yargılarınızla İslam’a nasıl haksızlık ettiğinizi görecektiniz. Çünkü Kur’an Allah’ı razı edip cennetle taçlanmış bir hayat için “İman etme ve doğru/iyi/yararlı/erdemli iş işleme”yi tam 62 (: altmış iki) yerde doğrudan, 100’ü aşkın yerde dolaylı olarak şart koşar.

Yorum Yaz