İnadına Safahat!

Bugün size başka hiçbir şeyden bahsetmeyeceğim.

Bugün köşemi yüzyılın yüz akı Kur’an şairi Akif’imize ayıracağım. Hani şu İstiklal Marşı’nı yazdığı ülke başına zindan edilen yiğit adam var ya? Hani şu, öz yurdunda garip öz vatanında parya muamelesi gördüğü halde küfre ve zulme asla boyun eğmeden, klas duruşunu bozmadan, ekmeğini verip onurunu vermeden yaşayan ve ölen adam!

Safahat okuyor musunuz?

Kur’an mealinin yanında lütfen bir de Safahat bulundurunuz. Her evde, her camide, her Kur’an kursunda, her büroda ve dükkânda, hatta her resmi dairede ve kıraathanede bir Safahat olmalı.

Ailenizle, işçilerinizle, öğrencilerinizle, cemaatinizle, arkadaşlarınızla baş başa verip Safahat okumalısınız. Safahat okumadan ne Mehmed Akif’i tanıyabilirsiniz, ne İstiklal Marşı’nı anlayabilirsiniz.

Fakat Safahat okumanın yararları bunlarla sınırlı değil. Asıl Safahat bu ülkenin son yüzyıllık macerasının şiirsel belgeselidir. “Gerçekte bu topraklarda ne oldu?” sorusunun hakiki cevabı Safahat’ta gizli.

Galip olan iman nasıl, kimler eliyle ve hangi süreçlerden geçerek mağlup hale geldi?

Yüceler nasıl cüce, cüceler nasıl yüce gösterildi? İdris’le İblis nasıl yer değiştirdi?

İslâm milletinin yerlerde sürünüş nedeni ne? Bu zilletten kurtuluş reçetesi ne?

Bu milletin dini, imanı, ahlakı nasıl acımasızca ve hoyratça kundaklandı, okuyun:

Ey vatansız derbederler, ey âdî kundakçılar!

Milletin az çok duran bir dini, bir nâmusu var!

Şimdi nöbet onların. Yansın da onlar, öyle mi?

Bunlar kelimeler değil, ta ciğerden sökülüp gelen birer ok. Söz, sahibinin neresinden çıkarsa muhatabın orasına varır. Bu sözler sizin yüreğinize ulaşıyorsa, kesinlikle durmamalı, Akif’in çığlığına kulak vermelisiniz.

Yüzyılın ilk çeyreğinde bu milleti bekleyen ahlaksızlık felaketini nasıl okuduğuna hayret etmeli, müminin istikametinin en büyük “keramet” olduğuna bir kez daha inanmalısınız. Alınız Akif’in kerametinin belgesi olan mısralar:

Âilî bir inkılap olsun diyen me’yus olur

Başka hiçbir şey kazanmaz, sade bir deyyus olur

Çünkü çıplak inkılapların rezalettir sonu

Ey deni kundakçılar, biz sizde çok gördük onu!

O cinayeti daha işlenmeden görmüş. Veyl olsun cinayet gözlerinin önünde işlendiği halde hâlâ görmeyen, görmezden gelenlere! Hatta cinayetin gönüllü kurbanı olmaya müheyya olanlara!

Bu cinayet, öyle bir cinayet ki, sadece kullara karşı değil, mukaddesata karşı da işlendi, işleniyor. Ben susayım, Âkif’imiz söylesin:

Vakarı çoktan unuttun, hayayı kaldırdın

Mukaddesatı ısırdın, Allah’a saldırdın

Ne hatıratına hürmet, ne geleneğini yâd

Deden de böyle mi yapmıştı ey sefil evlat?

Bu ülkenin gerçeğisiniz siz, eyvallah. Onlar bu ülkenin yalanı, eyvallah. Fakat bin yıllık gerçek yüz yıllık yalan karşısında niçin böyle pejmürde, niçin böyle sergi sefil?

Bu sorunun cevabı belli: Bizim yüzümüzden. Besleneceğimiz damarları bileceğiz. Bu damarları kurutmayacağız. Bu damarlara kafamızı ve kalbimizi bağlayacağız. Bunu yapmadık diyelim, hiç olmazsa zilletin adını “kader” koyup Allah’a iftira etmeyeceğiz:

Kader’miş, öyle mi, haşa bu söz değil doğru!

Belanı istedin, Allah da verdi; doğrusu bu!

Yorum Yaz