İndirilen dine karşı uydurulan paralel din!

Müslüman, bir gruba ait olan değil bir duruşa sahip olan insandır. İslam da bir gruba mensup olmak değil, bir duruşa sahip olmaktır.

Daha önce bu minberden “asıl tehdidi ben paralel devletten değil paralel dinden görüyorum” demiştim. Ondan evvel de Vahyin Penceresinden programında aynı kavrama dikkat çekmiştim. Hoş o kavramı hiçbir atıf yapmadan hiçbir referans göstermeden ondan sonra birileri aldı ve tepe tepe kullandı.

Bu ülkede telif mülkiyetini yağmalamak millî bir spor haline geldi. Oysa kavramsallaştırmaları müelliflerine nispet ederek kullanmak emeğe saygının bir gereğiydi. “Paralel din” türü kavramsallaştırmalar bir zemine yaslanırlar. Bunların arkası koca bir mücadeleye dayanıyorsa söyleyen insan bu kavramlaştırmayı hakkı olarak söylemiş olur. Yani ömrü bu kavramsallaştırmanın altına atılmış bir imza olur. Ama bunu alıp da altı boş olarak kullananlar boşa sallamış olurlar. Bunu hatırlatıyorum ki, cümlelerime, paragraflarıma hatta makalelerime sahte müellifler uydurup internette dolaştıran, hatta uydurma kitap yayınlayıp üzerine yabancı müelliflerin adını yazan emek hırsızlarına, “Allah’tan korkun, emeğe saygı duyun” mesajını vermek istiyorum.

Bunun en tipik örneği, 2005 yılında yazdığım Yolname isimli makalemden bazı paragrafların Halil Cibran’ın Aforizmalar kitabının 2011 baskısında ona aitmiş gibi alıntılanarak yayınlanması sahtekârlığıdır. Aman Allah’ım! Nasıl bir dünyada yaşadığımızı varın siz düşünün. Tabii bu şu demek değil. Öyle kardeşlerim var ki okuyorlar, bizi takip ediyorlar ve bizden aldıkları bilgileri kullanıyorlar. Ama bulundukları yerde benim ismimi vermemeyi hikmete uygun görüyorlar. Onlara sözüm yok. Onlar mazurdur.

Konuya dönelim ve akla gelebilecek şu muhtemel soruyu soralım: “Paralel Din” ya da “Uydurulmuş Din” kavramlarının hutbemin başında okuduğum mübarek ayet ile ne alakası var? Ayetimizi hatırlayalım: “Bugün size dininizi ikmal ettim. Ve nimetimi size tamamladım. Din olarak İslam’ı seçtim.” (Mâide 5:3).

Bu ayette geçen “İslam” kelimesinin bir isim değil bir vasıf vurgusuna sahip olduğunu ısrarla vurgulamak lazım. Biz İslam’ı bir mensubiyet ismi olarak kullanıyoruz. Bu yanlış. Niçin yanlış? İslam’ı bir mensubiyet ismi olarak kullandığınızda İslam bir takım, siz de birer taraftar olmuş oluyorsunuz. İslam bir takım değil, mümin de bir taraftar değil.

Peki İslam ne? İslam bir yol. Teslimiyet yolu. Yani İslam bir vasıf. O vasıf ile muttasıf olandır Müslüman. İslam taraftar istemez. İslam mümin ister. Müslüman, bir gruba ait olan değil bir duruşa sahip olan insandır. İslam da bir gruba mensup olmak değil, bir duruşa sahip olmaktır. Mensubiyetinizin size hiçbir hayrı olmayacaktır. Sizin iddianız sizin ne olduğunuzu belirlemiyor. Bunun bir önemi yok. Allah’ın sizin için ne dediğinin önemi var. Neden? Bu soruya doğru cevap vermek için ikinci bir soru sormak şart: İslam’ın sahibi kim? İslam’ın sahibi Müslümanlar mıdır, yoksa Allah mıdır? Eğer “İslam’ın sahibi Müslümanlardır” dersek, İslam’ı Hıristiyanlığın duçar olduğu kötü son bekliyor demektir. Hıristiyanlığı Hıristiyanlar icat ve inşa etti. Bu sebeple Hıristiyanlık Hıristiyan olan kitlelerin geleneklerinin dinleşmiş hâli oldu. İsevi İslam’ın yerine Pavlus’un ikame ettiği başta pagan kültürler olmak üzere tüm kadim batıni geleneklerin din kılıfına bürünmüş bir karması çıktı ortaya.

İslam’ın sahibi Müslümanlardır dersek, her Müslüman grup İslam’ı kendine göre tanımlama hakkını kendinde görecektir. İslam’ı tanımlamakla kalmayacak, Müslüman ve kâfiri de kendine göre tanımlayacaktır. Böyle yapınca, kendinden olana Müslüman, olmayana kâfir diyecek ve ortaya tekfir bataklığı çıkacaktır. Bir şeyi kim tanımlıyorsa, o onun sahibidir. Sonuçta ortaya değişik ve çeşitli İslam’lar çıkacaktır:

Sünni İslam, Şii İslam, selefi İslam, sufi İslam, ılımlı İslam, cihatçı İslam, Arap İslam’ı, Türk İslam’ı, Emevi İslam’ı, Abbasi İslam’ı, Osmanlı İslam’ı, Safevi İslam’ı, Asya İslam’ı, Avrupa İslam’ı, avam İslam’ı, havas İslam’ı, aydın İslam’ı, halk İslam’ı… Say gitsin… Oysa hutbemin başında okuduğum diğer ayet İslam’ın tek olduğunu ve sahibinin de Allah olduğunu söylüyor. “Allah katında din İslam’dır” (Âl-i İmran 3:19) diyor Kur’an. İslam için “Değerler dini” (dînen kıyemen) (En’âm 5:161) diyor Kur’an. Rabbimiz “Kim din olarak İslam’dan başkasına bağlanırsa, o ondan kabul edilmeyecektir” (Âl-i İmran 3:85) buyuruyor.

Açık ve net olan şu Kur’ani gerçeği, Müslüman olduğunu söyleyen herkes kabul etmek zorundadır: İslam’ın sahibi Allah’tır. İslam’ın tanımını yapma hakkı da Allah’a aittir. Bizler İslam’ın sahibi değil talibiyiz. Hiçbirimiz kendi kafamıza göre bir İslam tanımı yapamayız. Mezhebimiz, meşrebimiz, tarikatımız, mektebimiz, kliğimiz, grubumuz, cemaatimiz, ırkımız, kültürümüz… Bunları esas alarak yaptığımız her İslam tarifinde İslam’ı bunlara kurban etmiş, meze ve çerez yapmış oluruz. Bunu İslam’ın dostları yapmaz, olsa olsa düşmanları yapar.

İslam’ı taraftarlığa dönüştürdüğünüzde Müslümanlık da takım taraftarlığına dönüşüyor. İşte Kur’an onlara hitap ediyor. Rabbimiz ayette buyuruyor ki: “İş ne sizin kuruntu ve temennilerinize göre olacak ne de Kitap Ehli’nin kuruntu ve temennilerine göre olacak.” (Nisa 4:123). “Sizin kuruntunuz” ve “Kitap Ehli’nin kuruntusu” ile kastedilen nedir? Elbette “kurtuluşun mensubiyette olduğu” kuruntusudur. Kur’an ‘bize mensup olan cennetliktir, gerisi cehennemliktir’ kuruntusunu reddediyor. Böyle bir mensubiyetçilik ve toptancılık ilahi hakkaniyete aykırıdır. Zaten grup fanatizmi başladı mı dur durak bilmiyor. Aynı din içindeki alt gruplar “kurtuluş” ve “cenneti” kendi tekellerine almak için yarışıyor. Bu sapma, en alt gruplara kadar uzanıyor. Kur’an’da yok öyle bir mensubiyet iddiası. ‘Gel bize, kurtuluşu garantile.’ Yok öyle şey. O zaman Fatiha’daki “Bizi sırat-ı müstakime yönelt” duası ne oluyor? Yani ‘bizden olduğunu söyle kurtul’ ucuzculuğu yok. Kimden olduğuna değil ne olduğuna bak diyor Allah. Görünmek ve olmak iki ayrı şey… Müslüman görünmek ve Müslüman olmak da iki ayrı şey… Dahası kimlerin grubuna mensup olduğun değil, ne olduğun önemli.

Anlatabiliyor muyum? Sık sık kullandığım bu cümle, içimdeki derin bir kaygı ve endişenin dışavurumu. Bazılarına hiç anlatamayacağımı biliyorum. Zira onlar anlamayı talep etmiyorlar. Anlamak istemeyene âlemin en iyi hatibi gelse yine anlatamaz. Zira talep etmeyene nasip olmaz. Onun için hutbelerimin girişinde şu iki ayeti mümkün olsa da hep girizgâh olarak koysam. Biri Yunus 10:100: “Allah aklını kullanmayanları pisliğe mahkum eder.” Diğer ayet ise Enfal 8:22: “Hareket eden canlılar içerisinde en şerlisi hakikate kör ve sağır davrandığı için aklını kullanmayanlardır.” Benim hiçbir eserim, hiçbir makalem, hiçbir konuşmam, hiçbir dersim akletmeyen tipe hitap etmez. Onlar kendilerini pisliğe mahkûm edenlerdir. Allah da onları kendi tercihleriyle baş başa bırakmış ve pisliğe mahkûmiyetlerini onaylamıştır. Onları mahkum oldukları pislikten kurtarmak kimin haddine? Bu yönde bir irade sergilerlerse ancak o zaman olur. Akletmeyen tiplerle benim hiçbir işim olmaz. Benim tüm sözüm akledenleredir.

İnsan kardeşlerim!

Hutbemin başında okuduğum ayet ne diyordu: “Bugün size dininizi eksiksiz bir biçimde tamamladım.” Ayette geçen ikmal bir şeyin hem cevherinin hem arazının tamamlanmış olmasıdır. Ateş cevherdir, ateşin ısıtması arazdır. Tokadın kendisi cevherdir, verdiği acı arazdır, anlatabiliyor muyum? Onun için yani bir şeyin hem cevheri olur hem arazı olur. Cevheri o şeyin sebebidir, arazı o sebebin sonucudur. O sebepten ortaya çıkan yan etkileridir.

Yüce Allah dinimizi ikmal etmiş. Nedir bu? ‘Dininize kimse hiçbir şey ilave etmesin diye ikmal ettim.’ İlave ederse ne olur? Allah’ın dinini beğenmemiş olur. Allah’ın dinini ikmal ettiğine inanmamış olur. Bir ilave yapıyorsa eğer dine, o adam Allah’ın bu ayetine aykırı davranıyor, ona inanmıyor demektir. Zımnen bu ayet şunu diyor: ‘Dinin sahibi benim, dinin esaslarını ben belirlerim.’ Nasıl belirliyor? Vahiy ile belirliyor. Peki bunun üstüne bir şey koyma hakkı var mıdır herhangi birinin? Yoktur. Peygamber olsa da yoktur, sahabe olsa da yoktur. Âlimine de, müçtehidine yoktur. Hiç kimseye, imamına da yoktur. Dolayısıyla Allah’ın dinini Allah belirler, peygamber de dâhil herkese o dine uymak düşer. “Şüphesiz bu Kur’an sizi en doğru yola ulaştıran bir hidayettir.” (İsra 17:9). Bitti. Kur’an’ın iddiası da budur zaten. Onun için hiç kimse bir şey eklemesin.

Allah Rasulü’nün bid’at konusundaki hassasiyetinin sebebi de budur. Neden bid’at dalalettir? Çünkü bid’at dine sonradan eklenendir. Yoksa yemeği kaşıkla yemek bid’at değildir. Çatal kullanmak bid’at değildir. Deve yerine arabaya binmek bidat değildir. Yani hasır şilte yerine somyada yatmak bidat değildir, yer yerine masada yemek bid’at değildir. Cellabiye yerine takım elbise giymek bid’at değildir. Niye değildir? Çünkü bunlar Allah’ın tanımladığı ve eksiksiz tamamladığı dinin bir parçası değildir. Eğer öyle olsaydı sen de bid’at sayılırdın. Zira sen de o gün yoktun. Bid’at tamamlanmış dine sonradan yapılan her ilavedir ve her bid’at dalalettir, her dalalet cehenneme götürür.

Paralel din, Allah’ın eksiksiz bir biçimde tamamladığı dine sonradan ilave edilen ve adına din denilen şeylerin tümüdür. Allah dinini Kur’an ile tamamlamıştır. Tamamlanmış olana yapılan her ilave, fazlalıktır. Allah’ın mükemmel olarak tamamladığı dine yapılacak her ilave, bu dinin genleriyle oynamaktır, anatomisini bozmaktır. Paralel din, genleriyle oynanmış İslam’dır. Genetiği bozulmuş, dejenere edilmiş, hormonlu dindir. İslam’ın gerçeği dururken, genleriyle oynanmış paralel İslam’a inanan kimsenin inanç genleri bozulur. İmanı hastalıklı hale gelir. İslam’ın en büyük hakikati tevhid iken, tutar Allah’a ulaşmak için, Allah ile arasına aracılar koyar. Kur’an’ın “Onlar şirk koşmadan iman etmezler” (Yusuf 12:106) dediği kimseler bunlardır. Şeyhlerini, gavslarını, kutuplarını, hocalarını, üstatlarını Mekke müşriklerinin yaptığı gibi putlaştırırlar ve dönüp “Bunlar bizi Allah’a yaklaştırıyor” (Zümer 39:3) sahte mazeretine sığınırlar. Şirklerine tumturaklı mazeretler bulurlar.

Kulları kendilerine kul edinmek için önce “evliya” diye adlandırdıkları çoğu ölü azı diri kullara kul olurlar. İmanlı bir ömür için dua etmek yerine “Son nefeste iman” için dua ederler. Kur’an’ın “Firavun imanı” olarak tanımladığı reddedilmiş bir imanı istediklerinin farkına dahi varmazlar. Allah Rasulü “Kızım Fatıma! Nefsini Allah’ın elinden satın al! Babam peygamber diye güvenme! Vallahi yarın senin için bir şey yapamam!” diye ölüm döşeğinde inlerken, bunların önde gidenleri arkalarına taktıklarına “kurtuluş” vaat ederler, “cennet” vaat ederler, cübbelerinde sıratı geçirmeyi vaat ederler. Bunun karşılığında onlardan tek beklentileri vardır: “Ölü yıkayıcı (gassal) elinde ölü (meyyit) gibi olmak.” Kur’an hep diriliş çağrısı yaparken, Kur’an’dan intikam alırcasına paralel din mensuplarına “ölü gibi olma” çağrısı yapar. Paralel din yalanı doğrusuna karışmış rivayetleri dirilere okuturken, içinde şüphe bulunmayan tek kaynak olan Kur’an’ı ölülere okutur.

Sünnet aslında Allah Rasulü’nün ahlakıdır ve onun ahlakı Kur’an’dır. Böyleyken, paralel din sünneti “Paralel Kur’an” ilan eder. ‘Sünnet/hadis Kur’an’ı nesheder’ diyen paralel din, zanni olan rivayetin kati olan ayetin hükmünü iptal edeceğine inanır. Buna itiraz edene de “Hadis düşmanı… Sünnet düşmanı… Peygamberi iptal eden” diye utanmadan iftira eder. Kur’an’ı iptal edenler, utanmadan bizi Peygamber’i iptal etmekle suçlarlar.

Hadisin ayeti neshettiğini, yani hükmünü iptal ettiğini söylemek, zanni bir delil olan hadise kati bir delil olan ayeti iptal ettirmek değil de nedir? Bu kafa “Kur’an’ın hadise/sünnete olan ihtiyacı, hadisin/sünnetin Kur’an’a ihtiyacından çok daha fazladır” diyen kafadır. Daha da beteri var. Bu kafa, “Sünnet/hadis Kur’an’ın yargıcıdır, fakat Kur’an sünnetin yargıcı değildir” diyebilen kafanın ta kendisidir. Buna benzer bir sürü batıl sözün kaynakları için Kur’an’ı Anlama Yöntemi isimli eserimize bakabilirsiniz. Bunun anlamı şudur: ‘Allah’ım! Sen dini mükemmelen tamamladığını (Mâide 5:3) söylüyorsun. Fakat biz buna inanmıyoruz. Din eksik kalmıştır. Hadis/sünnet adını verdiğimiz ve aslı 5.000 civarında olup şimdilerde 2 milyona doğru son sürat ilerleyen rivayetlerle biz bu dini tamamlayacağız!’

Büyük kopuş

“Epistemolojik kopuş” diye adlandırdığımız “büyük kopuş” işte budur. Bu ümmet paralel dinciler sayesinde, Kur’an bilgi sisteminden koparılmıştır. Kur’an bilgi sistemi, Kur’an’a göre iki ayak üzerinde yükselir: Gayb ve şahadet. (Haşr 59:22). Gayb âlemine dair bilgiyi ancak Allah’tan, yani Allah’ın kitabından öğreniriz. Mesela Allah’ın zatı, ahiret, cennet ve cehenneme dair bilgiler, gayba dair bilgilerdir. Şahadet âlemi ise görünen evrene dair bilgilerimizdir. Biz bu âleme dair bilgileri “keşf, nazar ve araştırma” ile biliriz. Gayb âlemi imanın konusudur. Şahadet âlemi ilim ve bilimin konusudur. Uydurulmuş ve paralel din bu iki ayaklı bilgi sistemine yeni bir ayak ekledi: Zan. Üzerine “nass” yazılan çuvala doldurulan rivayet kültürünün ürünlerinden oluşan zan ayağı, İslam bünyesine ilave edilmiş protez bir ayaktı. Bu takma ayak tarihsel ve beşerî, dolayısıyla zanni idi. Bu protez ayak giderek Müslümanların yürüyüşünü yavaşlattı, hatta durdurdu, birliğini bozdu, algılarını tahrif ve geleceklerini tahrip etti.

Kur’an zannın birçoğundan kaçınmamızı, bazı zannın günah olduğunu söylüyordu (Hucurât 49:12). Dahası defalarca zannın tüm çeşitleri hakkında şunu söylüyordu: “İnne’z-zanne lâ yuğni mine’l-hakki şey’en; Zannın hiçbir türü hak ve hakikatten hiçbir şey içermez.” (Yunus 10:36). Kur’an’ın zan hakkındaki bu ilkelerini ters yüz etmek için, Kur’an ile savaşan bir yığın rivayet uyduruldu. Hadislerin doğrusu yalanına karıştı. İş içinden çıkılmaz bir hal aldı. Bakıldı ki ayıklamak ve temizlemek neredeyse imkânsız. “Olanda hayır vardır” denilip mevcut duruma kılıf arandı. Vahyi “vahy-i metluv” (okunan vahiy) ve “vahy-i gayr-ı metluv” (okunmayan vahiy) diye ikiye ayırmak da, Kur’an’dan hiçbir temeli olmayan bu kılıflardan biriydi. Bununla dine eklenen zan ayağını kurtaracağım derken, vahye şaibe bulaştırıldığı görmezden gelindi.

Nesh adı altında Kur’an ayetlerinin hükmünü kişisel görüşlerle iptal etme yöntemi de, en az zannı din-imana dahil etmek kadar tehlikeli bir başka kılıftı. Kur’an kendisinde asla çelişki olmayacağını açıkça söylüyordu (Nisa 4:82). Buna rağmen güya birbiriyle çelişen ayetler tespit edilip, birinin hükmü diğeriyle iptal edilerek çelişki giderilmiş oluyordu! Bu yolla kimine göre 300, kimine göre 250, kimine göre 214, kimine göre 130, kimine göre 100, kimine göre 70, kimine göre 20 ayetin hükmü yürürlükten kalkmıştı. Aslında dert başkaydı. Allah’ın kitabındaki ayetler arasında çelişki falan yoktu ve olamazdı da.

Ama paralel Kur’an ilan edilen hadislerle ayetler arasında çelişki çoktu. Bu çelişkiyi gidermenin yolu da belliydi: Kur’an’ı hakem bilecek, tüm hadis/sünnet külliyyatını ve rivayetleri Kur’an’ın hakemliğine sunacaktınız, Kur’an’ın onay verdiğini alacak vermediğini atacaktınız. Fakat bu yapılmadı.

Onun yerine “Sünnet/hadis Kur’an’ı nesheder” denilerek ayetler rivayetlere arz edildi. Rivayetle çelişen ayetler hükümsüz ilan edildi. Bu akıllara ziyan teoriyi savunmak da dinin bir parçası oldu. Buna itiraz edenler ise sünnet/hadis düşmanı yaftasıyla karalandı. Peygamberi devre dışı bırakmakla suçlandı. Oysa eski siyasetçi Süleyman Demirel Kur’an’dan 230 ahkam ayetinin hükmünün günümüzde uygulanamayacağını söylemişti de, neshi savunan çevreler onu tekfir etmişlerdi. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu… Neshi savunanların söylediği ile Demirel’in söylediği arasında temelde ne fark var? Uydurulmuş dinin tutarlılığı da bu kadardı işte.

İndirilmiş din – Uydurulmuş din

Paralel din uydurulmuş dindir. İndirilmiş din Allah’ın öğrettiği dindir, uydurulmuş din ‘Allah’a öğretilen’ dindir (Hucurât 49:16). Uydurulmuş din, İslam’ın karikatürüdür. Uydurulmuş dinin peygamber anlayışı Sevgili Rasul’ün karikatürü, akidesi de imanın karikatürüdür. Müslümanlar bozulacaklarsa, kendi elleriyle yaptıkları bu karikatürlere bozulmalıdırlar. Uydurulmuş dine itirazımız, onun kendini Allah’ın dinine eklemlemesinedir. Bunun sonucu, beşerî olanın, kendini ilahi imiş gibi takdim etme hadsizliğidir. Bu, birçok sorunun kaynağıdır. Eğer haddini bilir, kültür ve gelenek olmaya razı olursa, buna bir itirazımız olamaz.

Günümüzde Müslümanların sorunu “Uydurulmuş din” ile “İndirilmiş din”in birbirine karıştırılmış olmasıdır. İndirilmiş dinle uydurulmuş dini birbirinden ayırmak çok zor değildir. Birkaç örnek vermek yeterlidir:

İndirilmiş din vahyin korunduğunu söyler, uydurulmuş din ayeti keçiye yedirir.

İndirilmiş din yalnızca iki âlemden söz eder: Dünya ve ahiret: “Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilik ver” (Bakara 2:201) diye dua ettirir Kur’an. Uydurulmuş din bunların yanına çakma âlemler uydurur: Berzah âlemi, kabir âlemi, misal âlemi, ezel âlemi, ruhlar âlemi… Uydur babam uydur. Dilin kemiği yok, Allah korkusu da yok. Bu, Kur’an’ın ifadesiyle gaybı taşlamaktır (Kehf 18:22). Niçin yaparlar bunu? Niçin olacak, tezgâhlarını sürdürmek için. Mezarlarda ve türbelerde okunmuş Yasin’i bu sayede satarlar. Yanmaz kefeni bu sayede satarlar. Allah’a “sus payı” vermek demeye gelen ölenin ardından namaz borçlarının hesaplanıp -rayiç bedeli hangi borsada belirleniyor, bilen beri gelsin- “kabultü-vehebtük” (aldım-verdim) oyunuyla oynanan “ıskat” uygulaması bunun örneğidir.

İndirilmiş din dinden dönene dünyada bir ceza biçmez, uydurulmuş din dinden dönene ölüm cezası öngörür. Sufi olsun selefi olsun, cemaatçi olsun, tarikatçı olsun, ılımlı olsun, radikal olsun hepsinin itikadı budur. Bu sadece IŞİD’in itikadı değildir. Onlar eline imkân geçirdiği için inandığını tatbik etmektedir. Diğerleri tatbik edemiyorsa, ellerinde imkân yoktur da onun için.

İndirilmiş din köleliği ve cariyeliği bitirme hedefini koymuştur. Muhammed Sûresi’nin 4. ayeti orada durduğu sürece, savaş esiri cariye yapılamaz, alınıp satılan bir köle haline getirilemez. Uydurulan dine göre tam tersidir. IŞİD’e karşıymış gibi yapanların itikadı ile IŞİD’in itikadı bu konuda aynıdır. Biri eline imkân geçirdiği için tatbik ediyor, diğeri tatbik edecek imkânı olmadığı için içinde saklıyor.

İndirilen dinin kitabı olan Kur’an iki yerde Hz. Peygamber’e “Ben de sizin gibi bir beşerim” dedirtir. Uydurulan din ise, Kur’an’la savaşan rivayetler kategorisinden “Ben sizin gibi değilim, yedirilirim ve içirilirim” dedirtir.

İndirilen din Hz. Peygamber’e şöyle emreder: “Vallahi ben bana da size de ne yapılacağını bilmiyorum, de!” (Ahkâf 46:9). Uydurulan din, Hz. Peygamber’in ağzından Kur’an’ın bu ayetiyle savaşan şu rivayeti uydurur: “Nebi kıyamete kadar olacak her şeyi anlattı.” (Müslim, Fiten 25; Tirmizi, Fiten 26).

İndirilen dinin kitabı Kur’an ‘mal ve evlatlarınız fitnedir’ der (Enfâl 8:28). Uydurulan din, kadını fitne ilan eder. Bunun kaynaklarını birileri zıplar diye vermedim. Arayan bulur.

İndirilen dinin kitabı Kur’an “Şefaat tamamıyla Allah’a aittir” (Zümer 39:44) der. Uydurulan din şefaati şeyhlere, gavslara, yatırlara, “evliya” adını verdiği kimselere dağıta dağıta bitiremez.

İndirilen dinin kitabı Hz. Peygamber’e açıkça hissi mucize verilmediğini söyler (İsra 17:59). Ayrıca Allah’ın Kur’an’ı indirmiş olmasının mucize olarak yetip yetmediğini sorar (Ankebut 29:51). Uydurulan din ha bire mucize uydurur. Bununla yetinmez keramet uydurur, uydurulan kerametleri “Ümmetinden sadır olan kerametler Kâinatın Efendisi’nin mucizesinden sayılır” demagojisiyle, bir taşla birçok kuş vururlar. Taş gayr-ı meşru olduğu için kuş murdar olur.

İndirilen din “Ellerimizle yaptıklarımıza” dikkat çeker ve mutlaka onun karşılığını göreceğimizi söyler. Uydurulan din, kimsenin ameliyle cennete giremeyeceği rivayetleriyle insan emeğini hiçe sayar ve Kur’an’la savaşan rivayetlere bir yenisini daha ekler.

İndirilen dinin kitabı “Azaba uğrayacakları sen mi kurtaracaksın?” (Zümer 39:19, keza Zuhruf 43:40) diye uyarır Nebi’yi. Uydurulan din büyük günahları Hz. Nebi’ye affettirir, küçükleri de âlemlerin Rabbi’ne bırakır.

İndirilen dinin kitabı Kur’an “Allah kuluna yetmez mi?” der (Zümer 39:36). Uydurulan dinde Allah kuluna yetmez. Ölümsüz olan ve her imdat dileyene yetişen bir “Hızır” uydurur. Üstelik Kur’an “Biz senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik” (Enbiya 21:34) demesine rağmen! O da yetmez, gavs uydurur, kutup uydurur. Üçler, yediler, kırklar uydurur. “Kâinat imamı” diye bir mertebe uydurur.

İndirilen dinin kitabı Kur’an “Allah’ın izni olmadan bir yaprak dahi düşmez” (En’âm 6:59) der. Uydurulan din ise Allah ile ayaklaşan bir kutup icat eder ve der ki: “Kutbun izni olmadan yeryüzünde hiçbir kedi bir fare bile yakalayamaz”! Bunu Abdülaziz ed-Debbağ isimli bir sufi yazarın el-İbriz isimli kitabından naklettim.

İndirilen dinin kaynağı olan Kur’an, Hz. İsa’nın öldüğünü söyler. Uydurulan din, tıpkı Hıristiyanlık ve onun etkilendiği ruh dinleri (animizm) gibi onu gökte yaşatır ve geri döneceğini iddia eder, bu yönde rivayetleri en sahih kitaplarına alır.

İndirilen dinin kitabı “Allah size emanetleri ehline vermenizi emreder” (Nisa 4:58) der. Uydurulan din ise yöneticilerin belli bir kabileden olması şartını koyar. Allah Rasulü’ne “Başınıza geçen kim olursa olsun ona itaat edin” dedirtir.

İndirilen dinin kitabı Kur’an, “Temiz ve güzel olan şeyler size helal kılındı” (Mâide 5:4) derken, uydurulan din Allah Rasulü’nün birine deve sidiği içmesini tavsiye ettiğini rivayet eder. Bunu Kütüb-i Siitte’nin altısı da rivayet eder. Buna itiraz sadedinde “Ama o kişi hastaydı” diyene, sidik necasettir, necaset haramdır, o halde “Allah haramda şifa yaratmamıştır” hadisini niçin rivayet ettiniz diye sormazlar mı?

İndirilen dinin kitabı toplumsal kurtuluş için şu reçeteyi verir: “Şüphe yok ki Allah bir toplumun gidişatını, o toplumun bireyleri kendi benliklerini değiştirmedikçe değiştirmez.” (Ra’d 13:11). Uydurulmuş din, toplumsal değişimin ancak Mehdi ile olacağını söyler ve “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır” (Necm 53:39) ayetini görmezden gelip, emeği küçümseyerek Mehdi bekler. Aliya İzzetbegoviç ne güzel demiş: “Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır.”

İndirilen din Âdem’in günah işlediğini, Allah’a asi olduğunu ve yoldan çıktığını söyler. Hz. Nuh’un evladını gemiye çağırışını eleştirir. Hz. İbrahim’in babasına öldükten sonra duasının örnekliğine yakışmadığını ihsas eder. Hz. Musa’nın haksız yere bir yumrukta adam öldürüşünü eleştiri sadedinde nakleder ve ona “Ben kendime zulmettim” dedirtir. Hz. Davud’un tevbe edecek bir iş işlediğini söyler. Hz. Yunus’un kaçak bir köle gibi görevden kaçtığını söyler. Hz. Peygamber’e sekiz yerde “Günahın için Allah’tan af dile” der ve onu defalarca uyarır ve itab eder. Uydurulan din ise sürekli masumiyet tezi geliştirir, mezhep ve meşrebine göre masum kadrosuna ha bire yenilerini ekler.

 

İndirilen dinin kitabı “İşte bu Kur’an muhatabını en doğru yola ulaştırır” (İsra 17:9) der. Uydurulan din, Kur’an yetmez, yanına şu, şu, şu da lazım diye paralel Kur’an’lar ihdas eder. Derdi hadis ve sünnet değildir. Zira hadis ve sünnetin kendisine nispet edildiği âlemlere rahmet, Hz. Muhammed, de kitabı, imanı Kur’an’dan öğrenmiştir. Bunu söyleyen Kur’an’dır (Şûrâ 42:52). Derdi mezhebini, meşrebini, tarikatını, şeyhini, gavsını, kutbunu tamamlanmış olan dinin içine dâhil etmektir. Zira onlar da dine dâhil olunca, onların tüm yaptıkları din olacak, kimse onlara tek bir söz edemeyecektir.

İndirilmiş din bilgiyi ve bileni yüceltirken, uydurulmuş din küçümser ve horlar. İndirilmiş din, delile ve bilerek imana çağırırken, uydurulmuş din ‘kocakarı imanına’ çağırır. İlki gökleri ve yeri, güneşi ve ayı, dağları ve denizleri, bulutu ve yağmuru okunması gereken birer ayet olarak takdim ederken, ikincisi ‘mucize’ uydurur. İndirilmiş din Allah’ı “dosdoğru bir yol üzere olan” (Hûd 11:56) ve “sorumlu davranan” (Müddessir 74:56) bir Rab olarak sunarken, uydurulmuş din O’nu keyfi davranan, sağı-solu belli olmayan, ilkesiz ve kuralsız bir güç olarak sunar. İlki Dünya’yı “ekim yeri” ahireti “hasat yeri” olarak görürken, ikincisi Dünya’yı “köpeklerin talip olduğu leş”, ahiret saadetini de şefaat ve torpille gelen ‘beleş’ olarak görür. Ama yine de ‘leş’in büyüğüne konmaktan bir türlü vazgeçemez.

İndirilen din Müslümanı şöyle tarif eder: “Kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda iman edip güvendik derler” (Kasas 28:53). Uydurulan dinin yılmaz savunucusu müfteri bir dinci ise, ayet okuyan muhatabına “Bana ayet okuma, şu kadar da ayet okusan…” diye şecaat arz ederek, merd-i kıpti hesabı sirkatin söyler.

Daha sayayım mı indirilmiş din ile uydurulmuş din arasındaki farkları. Vallahi saatler boyu size indirilmiş din ile uydurulmuş din arasındaki farkları sayarım da, vakitler geçer yine de bitiremem.

Verdiğim bu örnekler üzerine siz Kur’an talebeleri de hayatta karşılaştığınız örneklerden yola çıkarak kendi maddelerinizi ilave ediniz.

Rabbim bize, Rasulullah’a ahlak olan Kur’an’ın gösterdiği sırat-ı müstakim üzre olma liyakati versin. Amin.

 

Yorum Yaz