İnsaf öbür yana mı düşer usta?

Hâtıb b. Ebi Beltea ismini hatırlayanınız var mı? Hatırlatayım:

Muhacirdi. Yoksuldu. Zayıf bir kabiledendi. Yurdunu yuvasını, evini barkını, eşini ve işini Mekke’de bıraktı. İmanının ardından, hicretin tozlu yollarına düştü.

“Bedrin aslanlarından” idi. Allah Resulü ile omuz omuza çarpıştı. Kur’an’ın müjdelediklerinden oldu. Bedir gazisi, Uhud gazisi oldu.

Düşmez kalkmaz bir Allah. Gün geldi devran döndü Mekke fethi için Allah Resulü ordu hazırladı. Ordunun hedefini herkesten gizledi. Eşlerinden bile. Fakat niyeti sezilmeyecek gibi değildi. Bazıları anladı. Onlardan biri de tecrübeli savaşçı sahabi Hâtıb idi.

Oturdu durumu Mekkeli müşriklere bildiren bir pusula yazdı. Gizlice onu bir kadınla Mekke’ye yolladı.

Allah Resulü bu durumu özel kaynağı vasıtasıyla haber aldı. Hz. Ali’yi yanında birkaç kişiyle gönderdi. Tarif ettiği gibi kadını yolda yakaladılar. Önce inkar etti. Ayrıntılı arama tehdidi karşısında çaresiz kalıp doğruyu söyledi. Saç örgüleri arasında sakladığı mektubu çıkarıp verdi.

Olay ortaya çıkmıştı. Düşmanla savaş sırasında işbirliği dünyanın her tarafında “vatana ihanet” suçu sayılırdı. Cezası ölümdü. Hâtıb Allah Resulünün karargahına çağrıldı. Allah Resulü durumu bir de Hâtıb’ın ağzından dinledi. İkrar etmişti. Fakat bunu “ihanet olsun” diye yapmamıştı. Ailesi Mekkelilerin elindeydi ve her an zarar verebilirlerdi. Onları bu şekilde koruyacağını düşünmüştü.

Hz. Ömer kılıcını sıyırıp aklınca biçtiği cezayı infaz etmek istedi. “Bırakın da şu münafığın boynunu uçurayım!” diyordu. Allah Resulünün verdiği cevap dillere destan bir cevaptı: “Bırak ya Ömer! Vallahi o Allah ve Resulünü seviyor!”

Diyeceksiniz ki, seviyor da neden böyle büyük bir yanlışın altına imza atıyor?

İlk taşı günahsız olan atsın. Dürüst olalım; bırakın Hâtıb’ı yargılamayı, Hatıb’ın verdiği imtihanın zekatını veren kaç kişi çıkar aramızdan?

Oturduğu yerden konuşmak kolay. Nasıl olsa bedeli yok. Ama bedel ödemeye gelince?

Bu örnek olayı niçin mi anlattım? Erbakan Hoca hükümeti generallere şikâyet etmiş de, onun için? Vay benim köse sakalım!

Hayır, hemen itiraz etmeyin. “Berikiler de şöyle böyle canım” demeyin. Bunun izahı olmaz. Hata hatanın mazeretti değildir. Üstelik bu hatadan da öte bir şeydir. Adını siz koyun.

Siyaset böyle bir şey mi? Yazılarımı 20 yıldır takip edenleriniz “Sen değil miydin Türkiye’de politikacık yapmak kanalizasyonculuk yapmaya benzer diyen” derlerse, haklılar. Fakat ben böyle derken bunu kastetmemiştim ki? Politik arenanın bozuk tabiatını kastetmiştim.

Sahi siyaset girince, insaf bir yere mi gider? İkisi bir arada olmaz mı? Adalet sadece “broşür ismi” midir? Konuşurken, düşünürken, yaşarken, yargılarken, hüküm verirken lazım olmaz mı? Hâtıb’ın ihanetvari davranışının arkasındaki mazereti bile dikkate alıp onun yüreğindeki sevgiye bakarak hükmünü veren Allah Resulünün hassasiyetinden bize ne kaldı?

Tutun ki Allah ve Resulünü de sevmiyor muhatabınız. Tutun ki din kardeşliğiniz de yok. Hatta tutun ki kin güttüğün ve nefret ettiğiniz birileri karşınızdaki. Bu durumda bile Kur’an’ın şu düsturunu uygulamak zorunda değil misiniz:

“Bir topluma olan kin ve nefretiniz sizi onlar hakkında adaletsizliğe ve aşırılığa sevk etmesin!” (Maide 8).

Vahiy konuşunca mümin susar be adamım, Allah konuşunca her şey susar!

Yorum Yaz