Haremeyn Allah’ın emaneti, insanlığın mirasıdır

Mübarek beldelerin kendilerine emanet edildiği Suudi ailesine önceki yazımda yaptığım çağrıyı tekrarlıyorum:

Kâbe’nin Rabbi aşkına, gelecek nesilleri Vahye şahit olmuş, Allah Rasulü’nün ayakları değmiş o mübarek dağlardan mahrum etmeyin! Yıkılan binaların yerine yenileri yapılır da, yıkılan dağların yerine yeni dağlar yapılmaz. Kendi binalarınız için, Allah’ın binalarını yıkmayın!

Bu çağrıyı yaparken “Sesim ulaşır mı, bilmem” demiştim. Kral ekselansları, “hadimu’l-Harameyn” unvanını kullanırlar. Sultan II. Selim’den kalma güzel bir edeptir. “İki haremin hizmetçisi” anlamına gelir. Fakat bu son proje uygulanırsa, tarih kendilerini “haremeynin yıkıcısı” olarak kaydedecektir. İkisi arasında bir harf değişikliği kadar fark vardır “ha” ve “he”. Latinize ederken biz bunu ayıramıyor, ikisini de aynı harflerle yazıyoruz: Hadim. “Ha” ile yazılırsa “hizmetçi”, “he” ile yazılırsa “yıkıcı” anlamına gelir. Hurufatta yakındır ama hayatta uzak olsun.

Sesimin, Suudi ailesine ulaşıp ulaşmayacağını zaman gösterecek. Fakat sesim, benimle aynı hassasiyeti paylaşan binlerce insana ulaştı bile. Bir yazar için, sesine ses katan kâriîn-i kirâma sahip olmak, ne büyük nimet. Yazdıklarımı tüketen değil, üreten okurlarım var. Noksanımı yetiren, yarımımı tam eden, endişeme ortak olan ve “Sesinize ses katmak istiyoruz diyen” sorumlu (sorunlu değil) okurlar. İşte onlardan biri olan Oktay Polat’ın mesajı:

“Öncelikle Allah(c.c) sizden razı olsun, konuyu gündeme getirdiğiniz ve hislerimize tercüman olduğunuz için. İnanın yüreğimin sıkıştığını hissettim o resmi görünce. Yalnız Suudilere çağrı ile kalmamalı, konunun özelliğine binaen usuletle ve suhuletle tüm islam dünyasına iletilebilmeli bu çağrı. Ki, o mübarek, o muhteşem kıblemiz, o eşsiz ve tapusu Yaradan’a ait, kainat yaratıldığından kıyamete kadar önce tüm Peygamberlere sonra da tüm İnsanlığa emanet ve Hak sahibinin mal Sahibinin rızası dışında tek taşın yerinden kımıldatılamayacağı, zamanı geldiğinde Sahibine aslıyla iade edilmesi gerekliliği şuuruyla tüm İslam alemi, devletleriyle, yöneticileriyle, toplum önderleriyle ve en önemlisi nerede yaşıyorsa yaşasın tüm fertleriyle müdahil olabileceği, olması gerektiği anlatılabilmeli… Miras hukuku anlayışıyla ve emanetin ortaklığı idrakiyle, her ferdinin reyiyle seçilecek bir mimari proje yarışması sonucunda ancak ulaşılabilir böylesi bir ortak sorumluluğa. Öyle ki, o gün “neden sahip çıkmadınız size verilen emanete” sorgusuyla muhatap olunduğunda, hiç kimsenin hiç bir mazeret bulamayacağı ve hep birlikte “ortak olduğumuz emanete ortak aklımızla bulabildiğimiz en iyi çözüm” diyebileceğimiz ve takdirini İlahi kudretten bekleyeceğimiz ortak sorumluluk. Yani, projenin hazırlanmasından, seçilmesinden, maliyetinin bedelinin ödenmesine kadar tam bir ortaklık. Sadece, gürültü koparmadan, sessiz ve vakur bir şekilde… Saygılarımla.”

Evet, aynen öyle. Bunun için duyarlı her insan konuyla bir “varis” ve “emanetçi” sorumluluğuyla ilgilenmeli. İlgililere ulaşmanın mutlaka bir yolu vardır. Bunu denemeliler ve bu “katliamı” durdurma çağrısı yapmalılar. Mutlaka seslerini işiten bulunacaktır. Hiç kimse işitmezse, Kâbe’nin Rabbi işitir. Bunu yaparken, sükuneti kaybetmemek esas. Hele ağzı bozmak, dahası bu yanlıştan Arap düşmanlığı çıkarmak, en az bu proje kadar akla ziyan bir cinayettir. Yanlışı istismar etmek, en büyük yanlıştır. Birilerinin yanlışını kendi fazileti saymak, çirkin bir fırsatçılık olur.

Ayşe Boyraz adlı okurum soruyor:

“Haklılığınıza şüphe yok. Peki bu haklılığı duyuracak ve tepkisini ortaya koyabileceği bir merci yok mu dünya Müslümanlarının. Eğer varsa bildiğiniz bizi de aydınlatırsanız sevinirim. Çünkü o kutsal topraklar bütün Müslümanların.”

Benim yerimde olsanız, bu okuruma ne cevap verirdiniz? Aslında bugün bu problemlerle karşı karşıya isek, bunun en temel nedeni, bir buçuk milyarlık İslam bedeninin başsız oluşu değil mi? Başına sahip olamayan, ayağını bastığı yere nasıl sahip olsun? Acaba bu bedenin başını acımasızca kesip gövdeden ayıran kimdi? Oradan geçelim değil mi? Hani içinde “tükürük, bıyık ve sakal” geçen bir deyim vardı ya, işte öyle!

Görüyorsunuz değil mi, cinayet sıralamasında bizim yerimiz başkalarından hiç de geride değil. Camdan evimiz var yani, komşuların evini taşlamak için elde taş hazır bekleyenler, önce dönüp de evlerine bir bakmalılar. Osmanlı’nın Kâbe’deki revaklarına kıymak cinayettir. Bu bin kez doğru, ama bitmedi: Ya Osmanlı’nın kendisine kıymak nedir?

Görüyorsunuz, başkalarını suçlamak tek başına işi halletmiyor. En iyisi biz üzüm yemeye bakalım ve Haremeyn-i Muhteremeyn’i katledecek bu projeyi durdurmak için bir şeyler yapalım. En azından sesimizi sorumlulara iletelim. Mutlaka duyan biri çıkar.

 

Yorum Yaz