İnsan et-kemik değil, hacerülesved taş değil, zemzem H2O değil

İnsana köpeklerin gözüyle bakamayız. Eğer böyle bakarsak insan nedir ki?

Köpeklerin gözünde insan dediğin bir pantolon etten, bir gömlek kemikten ibaret değil midir? Tıpkı bunun gibi, Kâbe’ye de “kübik taş yapı” diye, Hacerülesved’e taş diye bakamayız.

Sembollerin sembolik değeri göz ardı edilirse, geriye ne kalır ki? Eğer sembolize ettiği şeyi görmezden gelirseniz bayrak “bir parça bez”, vatan büyücek bir “gayrı menkul” olarak görülmez mi?

Kaldı ki, dini sembollerin değeri diğer sembollerin değerinden kat kat üstün ve yücedir.

Uhud’ta hacılara şöyle seslenmiştim: “Hz. Peygamber’in “Uhud bir dağdır, fakat biz onu severiz o bizi sever” dediği bu dağa iyi bakın. Eğer siz ona taş ve toprak diye bakarsanız, o da size et ve kemik diye bakar. Bu takdirde ne Uhud’u anlarsınız, ne Peygamber’i…”

Hac ve haccı oluşturan sembolik hareketler için Kur’an’da “şeairullah” ifadesi kullanılır. Anlamı “Allah’ın sembolleri” demektir. Kur’an diğer ibadetler için bu ifadeyi kullanmaz.

Hz. Peygamber’in dilinde de hacla ilgili terimler, diğer ibadetlerden farklı olarak ifade edilmiştir. Mesela, hac ibadetinin tüm birimleri “menasik” terimiyle ifade edilir. Yine diğer ibadetlerin “makbul olması” dilenirken, yalnız haccın “mebrur olması” dilenir.

Bütün bunların da gösterdiği gibi, haccı diğer ibadetlerden ayıran temel bir nitelik vardır. O da, sembolik yanının ağır basmış olmasıdır. Hac sembollerle donanmış müthiş bir ibadetler mecmuasıdır. Mali, bedeni, ferdi, içtimai, siyasi boyutları bünyesinde toplayan en kapsamlı ibadettir.

Sembolik boyutuyla adeta ayı gösteren parmaktır hac. Eğer parmağın gösterdiği yere bakmaz da parmağa bakarsanız, elbette Kâbe’nin şahsında “taştan bir yapı”, Hacerulesved’in şahsında “taş”, Arafat’ın şahsında “çölde bir tepe”, zemzemin şahsında “H2O” göreceksiniz.

Bu durumda, -hâşâ- tavafı “dolapçı beygiri gibi dönmek”, Safa ile Merve arasındaki sa’yi “uzun bir volta atmak”, kurbanı “mal boğazlamak”, hatta haccı “dinsel turizm” olarak nitelemek işten bile değildir.

İşin gerçeği böyle mi ya?

İnsanlığın ilk mabedi olan Kabe, yeryüzünün bağrını insan yaşamına açtığı ilk yerdir. Bu niteliğiyle insanoğlu bu mekana yeryüzünde yaşadığı sürece minnet ve teşekkür borçludur. Tabi ki bu teşekkür gerçekte oraya değil, oranın Rabbine’dir.

Hacerulesved, evet, hammadde olarak sadece bir taştır, fakat sembolik değeri taştan çok çok ötedir. Onun sembolik değeri Hz. Peygamber’in dilinde şöyle kristalleşmiştir: “Hacerulesved, Allah’ın sağ elidir.”

Bu sözün bir mecaz olduğunu anlamak için dil dahisi olmaya gerek yok. Sağ el Arapça’da “sözleşme, ahitleşme” aracıdır.

Dolayısıyla Hacerulesved’e el sürmek, Allah’a söz vermektir. O’nunla kulluk sözleşmesi yapmak ve kula kul olmama sözü vermektir.

İnsanlar bu taşı halk zihninde efsaneleşen şekliyle “cennetten geldiği” (!) için değil, Hz. İbrahim’in yaptığı yapıdan kalan tek orijinal parça olduğu için öperler. Adeta iman ataları İbrahim Peygamber’in elini öper gibi öperler.

Onda Hz. Peygamber’in dudak izini ararlar ve isterler ki dudakları Hz. Peygamber’in dudağının değdiği yerle buluşsun…

Tavafın sembolize ettiği değer çok daha muhteşemdir. Tavaf, zerreden küreye kadar bütün bir alemin zikrine insan olarak katılmaktır. Tıpkı her atomda çekirdeğin etrafında biteviye dönen elektron, her saniye bütün bedeni tavaf eden kan, milyonlarca yıldan beri dünyanın etrafını tavaf eden ay, güneşin etrafını tavaf eden dünya gibi…

Elbet Zemzem de su değil. Zemzem’in verdiği ders açık: “Eğer İsmail’i olan bir Hacer’seniz, gücünüzün bittiği yerde Allah’ın yardımı başlar” mesajı… “Çöl de dahil, su çıkmayacak mekan yoktur, yeter ki İsmail gibi bir kazıcı bulunsun” mesajıdır.

Yorum Yaz