İslam ”fetih” medeniyetidir

İstanbul’un fethi, bütün İslâm ümmeti için bir bayramdır. Fethin yıl dönümünde İstanbul’u fethedip bize emanet eden aziz hükümdar Fatih’i, onu bu fethe kilitleyen İslâmî tasavvuru, onun aziz ordusunun destani kahramanlığını hamasi nutuklarla anlayamayız.

Bütün bunları anlamamız için, bir fetih medeniyeti olan İslâm’ın “fetih” anlayışını çok iyi kavramamız şarttır.

Fetih, “açmak” anlamına gelir. Daha çok kapalı bir kapıyı açmak, aşılması gereken bir engeli ortadan kaldırmak, maksada giden yolda bir maniayı etkisiz hale getirmektir.

Savaş, ne Kur’an ne de Allah Rasul’ü tarafından asla bir “fetih” olarak adlandırılmamıştır. Savaş, fetih araçlarından sadece bir araçtır ve üstelik başka çare kalmadığında başvurulması gereken bir araçtır.

Kur’an’da “Fetih” adlı bir sure yer alır. Bu surenin girişi muhteşem bir fetih müjdesi içerir: “Biz sana apaçık bir fethi müyesser kıldık/Senin önündeki engelleri ardına kadar açtık… Ve Allah sana pek soylu bir zafer ihsan etti” (48:1,3).

Belki de inişi, Allah Rasulü’nü en çok sevince boğan sure bu suredir. Çünkü bu sure indiğinde etrafındakilere yüzünden bir ay doğar gibi sevinç ışıkları yayarak şöyle demişti: “Bana öyle bir sure indirildi ki, benim için bu dünyadan ve içindeki her şeyden daha değerlidir.”

Bu sure Peygamber asrındaki hiçbir savaşla ilgili değildir. Çünkü dört maddesinden ikisi görünüşte Müslümanların aleyhine gibi duran Hudeybiye antlaşmasının ardından indirilmiştir. Kur’an bu anlaşma ertesindeki durumu “fetih” olarak adlandırdı. Çünkü Kur’an kalplerin İslâm’a açılışını gerçek “fetih” olarak adlandırıyordu. Hudeybiye’nin ardından iman dalga dalga yüreklere ulaştı. O sükunet ve barış ortamında vahyin ışığı kararan kalpleri aydınlattı. Tarihçilerin tespiti sadece bu antlaşmanın yapıldığı yıl imanla şereflenenlerin sayısı, 20 yıllık davet boyunca Müslüman olanların sayısının iki katına ulaşmıştı.

Belazuri “hadis” diye naklediyor şu rivayeti: “Ülkeler savaşla alınırlar, Medine fetholunmuştur.” Bizim bildiğimiz, Medine’ye Hz. Peygamber neşideler eşliğinde girmiş, Medineliler onu bağrına basmıştır. Ama Allah Rasul’ü bunu “fetih” olarak adlandırıyor. Bu Kur’an’a uygun bir yaklaşım. Kur’an tarafından inşa edilen Efendimiz, Kur’an’ın fetih dediğine fetih diyor.

Kur’an’ın inşa ettiği Rasulullah öyle de, onun inşa ettiği seçkin sahabe farklı mı? Onlar da kalplerin imana açılmasını “fetih” olarak bildiler. Amr b. As Filistin’in fethi ardından Halife Hz. Ömer’e mektup yazarak Mısır’ın fethi için izin istedi. Hz. Ömer acele cevap yazdı: “Bu mektubu aldığında hâlâ Mısır’a girmemişsen hemen dön!” Fakat Amr cevabi mektubu yolda aldığı halde Mısır’a girinceye kadar açmadı. Çünkü Halife Ömer’in nasıl düşündüğünü biliyordu. Peki de, bir devlet başkanı ülkesine yeni ülkeler katmayı neden istemezdi? Hz. Ömer neden Mısır’ın alınmasını istememişti? Cevabı belli. O, insanların yüreklerinden önce toprakları alınırsa “İslâm Mısırlılaşır”, yok yürekleri fethedilirse “Mısır İslâmlaşır” diye düşünüyordu.

İşte İslâm’ın “yürek fethi” seferberliği sayesinde vahyin sesi bir yüzyıl geçmeden dört kıtaya yayılıyordu. Seylan adaları, Endonezya, Malezya, Filipinler, Çin, Afrika’nın büyük kısmı bir tek kılıç kalkmadan, bir ok atılmadan sırf “yürek fethi” ile İslâm’ın olmuştu.

Şöyle bir bakın tarihten günümüze: Zorla ele girenler, zorla elden çıkmıştır. Gönülleri fethedilenler ise elde kalmıştır.

Yorum Yaz