İslam hakkında konuşsunlar, tamam da…

Nihayet Kral Abdullah da kendi İslam anlayışınının altına “ılımlı” damgasını vurdu.

Öncelikle söyleyeyim: Bunlar hiçbir inandırıcılığı olmayan gülünç tavırlar. Sizin “ılımlı İslam” dediğinize, nereye bakarak konuştuğunuzu bilen herkes “sipariş usulü İslam” diye bakacaktır. Bu, İslam’ın kendine has müsamahasını ve onun bu yanını öne çıkaranları da töhmet altında bırakacaktır.

Tanımlamalar masum değil. “Her tarif tahriftir” diyenlerden değilim. Fakat bugün İslam’a giydirilen tariflerin masum olduğunu kim söyleyebilir? Mesela Ürdün Kralı İslam’ı dert edindiği için mi onu “ılımlı” olarak tanımlama gereği duyuyor? Sahi, onun bu tarifi yapmasının altında politik hesaplar yattığını bilmeyen mi var?

Kral “Müslümanları onlar değil biz temsil ediyoruz” kabilinden şeyler söylüyor. Sahiden böyle mi? Yani Kral Abdullah Müslümanları temsil edebilir mi? Şu andaki konumunun İslam’daki yerini sorgulamadan bunu yapabilir mi? Sorgulamaya kalksa, sonuçlarıyla amel etme cesaretini gösterebilir mi? “Haline bakmaz, Hasan Dağı’na oduna gider” deyimi bu durumu anlatsa gerek.

Hanedanının oralara kimler tarafından oturtulduğunu, adını aldığı dedesinin Filistinli kanına bulanmış ellerini, en basitinden kendi yaşamında İslam’ın kaçıncı sırada yer aldığını görmezden gelebilir miyiz? Bunları hatırlayacaksak, ılımlılıkla “uşaklık”, ılımlılıkla “despotluk” ve “zulüm”, ılımlılıkla “ihanet” arasında illiyet bağı kurmaktan zihinlerimizi nasıl alıkoyacağız?

Bu ülkede her fırsatta “dinde reform”dan söz eden malum kesimlerin hali Kral Abdullah’tan daha beter. Kral için söylediklerimin hepsi daha fazlasıyla onlar için de geçerli. Müslümanlığı kendi kimliğinin birincil öğesi olarak görmeyen kimsenin İslam’ı her tanımlama girişimi sadece başarısız olmakla kalmayacak, aynı zamanda o tanımlamaya karşı geniş Müslüman yığınların kuşkusunu artıracaktır. Bu da kimi zaman İslam’a da zarar veren bir ‘muhafazakarlığı’ besleyecektir.

Yanlışları yanlış adamların söylemesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yok. Fakat doğruları yanlış adamların söylemesinin faturası o doğrulara çıkarılmaktadır. Bunun sayısız örneğini yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.

Biliyoruz ki, tüm İslam’ı tarif denemelerinin muhatabı Müslümanlar. Peki, Müslümanlar bu tariflerden etkilenir mi? Yani bu tariflere hedef kitle nasıl bakar?

Cevabı açık: Sevgili Noyan’ın ifadesiyle “sokak Müslümanı” bile tarifi yapanın nerede durduğuna bakar. İslam’ın içinden mi konuşuyor, dışından mı konuşuyor? İslam’ın dışından konuşuyorsa, Müslüman kitle ona “dışarıdan gazel okuyan biri” olarak bakar. Onu din algısına ve mizacına göre ya aldırmayarak, ya dudak bükerek, ya komik bularak, ya öfkelenerek karşılar. Ama inanın buna, hiç etkilenmez. Çünkü o hepi topu dışarıdan gazel okuyan bir münasebetsizdir, o kadar.

Bu İslam’ın derin kimliğinden, muhatabında inşa ettiği akıl ve kişilikten kaynaklanan bir şey. Dışarıdan gazel okuyanların bir türlü anlamadıkları, anlamak istemedikleri de bu. İslam imanının muhatabında kendisine karşı oluşturduğu güvenin ne demeye geldiğini kavrayamıyorlar. Zavallıların bu tür bir imanla tanışmadıkları, bu tür bir imanın kıyısından bile geçmedikleri ne kadar da belli.

Kendini bir ideolojiyle tanımlayanların en büyük handikabı, İslam’a ideoloji muamelesi yapmaları. Evet, İslam kendine has bir ideoloji üretir ve bu ona arız olan bir şey değil ondan neşet bir şeydir. Onun insan, toplum ve hayat tasavvurunun ürettiği bir şeydir. Fakat telim edersiniz ki “İslam ideolojidir” demekle, “İslam’ın ideolojisi” demek farklı şeyler. Ve İslam’a ideoloji muamelesi yapan ideolojik akıllar bu ayrımı anlayamadığı için, Müslümanlara yönelik uçuk kaçık tekliflerle arz-ı endam ederler sık sık. Tesettürü plaj kıyafetiyle, Başbakan’ın eşini Kral’ın eşiyle karşılaştıran kafa da bu kafadır. Aynı şeyi Cem Boyner de “Hz. Muhammed’i de, Atatürk’ü de referans almayalım” derken yapmıştı.

Müslümanlar İslam’ın içinden konuşandan etkilenirler. Hatalı da olsa etkilenirler. Birileri bu gerçeği fark etmiş görünüyor. İçeriden fakat dışarının işine gelecek şekilde konuşan adam arıyorlar. Mebzul miktarda böylesi kişi ve kurum var. Fakat işte tam burada yine İslam’ın özünden kaynaklanan sigortalar devreye giriyor ve böylelerinin sözlerinin etkisi uçup gidiyor.

Burada anahtar sözcükler “iman”, “ihlas” ve “salih amel”. Bunların da gerisinde yatan sır “ahiret inancı”. İki dünyalı olanın tek yüzü, iki yüzü olan tek dünyası olur. Onun için münafık sonuna kadar götüremez. Çünkü İslam, giyilip çıkarılan bir gömlek değil, bir hayattır. İster istemez yaşantısına, çevresine, yüzüne, gözlerinin ta derinliklerine bakar mü’minler. Her imanda muhatabın imanıyla iletişim kurmaya yarayan çok özen bir yetenek mevcuttur.

Bu sınavlardan geçmeyen sözün, müminler üzerinde hiçbir etkisi olmaz. Çünkü sözü insan söyler, yüreklerdeki etkisini ise Allah yaratır. O’nun sözü etkili kılması için sözün O’na yükselecek kadar güzel ve sâlih amelden de kanatları olması şart:

“O’na sadece güzel sözler yükselir, o sözleri yücelten ise güzel işlerdir.” (35.10)

 

Yorum Yaz