İslam hukuku ve kimsesiz çocuklar (2)

Bugünkü yazıda İslam hukukunun evlatlık meselesine bakışını ele alacağımızı vaat etmiştik.

Nedenini geçen yazıdan hatırlıyor olmalısınız: Kamuoyuna “çağdaş proje” diye takdim edilen Barbaros Çocuk Köyü’nün neredeyse bir “fuhuş köyüne” (Başsavcı Murat Gök’ün son açıklamaları bu tabirimizi fazlasıyla hak ediyor) dönüşmesi üzerine Prof. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın İslam’ı ve İslam Hukuku’nu suçlayıcı açıklamaları.

Elbette suçlama yetersiz bilgiye dayanıyor. Yetersiz bilgi ideolojik önyargıyla harmanlanınca, ortaya böyle haksız ve münasebetsiz beyanlar çıkıyor.

Yine “Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür” sözünde ifadesini bulan bir durumla karşı karşıyayız. Maalesef bu, Türk bilim camiasının kendi halkının değerlerine Fransız kalışının tek örneği değil. Bu nedenle “ender” bir vakayla karşı karşıya değiliz. Aksine bunun örneği mebzul. Siz Viyana’ya tiyatro tahsiline gitseniz, size bu işin a-b-c’sinin “Yunanca” olduğunu söylerler ve başlarsınız kös kös Kadim Grekçe sökmeye. Fakat Hukuk Fakültelerimize “Yahu şu milletin inancına saygı duymuyorsanız bari bin yıllık müktesebatını sosyolojik bir veri olarak kabul edip Osmanlıca ve Arapça dersi koyun!” desek, çağdaşlık korosunun hangi marşı söylemek için ayağa kalkacağı hepinizin malumu.

Ben alıntıladığım paragrafın tüm cümlelerini burada tahlil etmeye kalksam, bunun için pehlivan tefrikası gibi bir seri yazmam gerek. Onun için sadece bir tek cümlesini ele alacağım, şu ilk cümleyi:

“İslam hukuku kan bağlarını esas aldığı için evlat edinmeyi onaylamaz.”

Birincisi: Evet İslam kan bağını esas alır, ama gözettiği tek bağ bu değildir. Sözün sahibinin evlatlık yasağının illeti (bu da tek illet değil, illetlerden sadece biri) olduğunu düşündüğü “mahremiyet” konusunda mesela süt bağı (rada) ve aynı mekanda yetişme (4:23) gibi daha başka bağları da dikkate alır. Hatta her ne kadar Sünni imamların hemen hepsi hükme mesnet olarak almasa da, zorunlu durumda mahremiyet bağı oluşturmak için büyüğün süt emmesini (Ümmü Huzeyfe hadisi) bile bir alternatif olarak kaynaklarda yer almıştır.

İkincisi: Eski yeni tüm hukuk sistemleri içerisinde kan bağını esas almayan bir hukuk sistemi yok. Bu fıtri bir zorunluluktur. Bundan dolayı bir hukuk sistemi suçlanabilir mi? Diğer hukuk sistemlerinin istisnai durumlar dışında “kan bağı” yerine ikame ettikleri eşdeğer bir başka “bağ” var da, bizim mi haberimiz yok?

Üçüncüsü: İslam Hukukunun evlat edinmeyi onaylamaması, temelde kan bağını esas aldığı için değil (ki birinci maddede başkalarını da esas aldığını söyledik), bu uygulamayı yapay, sentetik, suistimale açık ve getirisinden fazla götürüsü olan bir uygulama olarak gördüğü içindir. Kur’an sadece bu konuda değil, “zıhar” boşaması konusunda “anne yerine konulan eş” uygulamasını, “nesi” adı verilen ve ayların/mevsimlerin yerlerini değiştirme anlamına gelen uygulamaları da sentetik saymış ve reddetmiştir. Bu, vahyin tarzıdır. Kur’an, tabii olan yerine ikame edilen her tür suniliği gayr-ı meşru ilan etmiştir.

Evlatlık müessesesinde asıl yasaklanan husus, evlatlığın gerçek nesebinin yok sayılarak yerine sentetik bir nesep konulmasıdır. Bu suni durumun ileride nasıl büyük dramlara yol açtığının örneklerine bu günün dünyasında rastlamıyor muyuz? Hıçkırıklarını ekranda herkesin seyrettiği şu eğlence dünyasının meşhurlarını hatırlayın! Taşlar yerine oturmuş (!), aradan yıllar, on yıllar geçmiş. Birileri çıkıp “Ben onun gerçek babasıyım-anasıyım” diyor, DNA testi istiyor.

Doğruysa kime ne diyeceksiniz? Yalansa nasıl telafi edeceksiniz? Bunun evlatlığın ruhunda açtığı onulmaz yarayı, evladın gerçek ebeveyni, öz kardeşleri, beri yandan onu büyütenler üzerindeki yıkıcı etkisini düşünün! Dahası var: Gerçek nesebi saklanan-unutturulan birinin bilmeden öz kardeşiyle, hatta öz babasıyla evlenme ihtimalini düşünün. Bunun gerçekleşmesi halinde üç-beş çocuk sahibi olununca ileride farkına varıldığını düşünün.

Suistimale açıktır. Bunun ayetin indiği çağda yaygın olan “yetimin mirasını yeme” tarafını ele alacağız. Ucuz işgücü olarak çalıştırmak, kötü emellere alet etmek, ideolojisine yandaş kazanmak, hatta bazı durumlarda evlatlığın sırtından maddi çıkar elde etmek vs. bunlardan sadece bir kaçı.

Vahiy böyle bir işleme daha başından onay vermemekle, sonradan ortaya çıkacak bu ve buna benzer bütün sorunların önüne geçmeyi amaçlamıştır.

Kaldı ki evlatlığa izin veren İsviçre’den ithal Türk Medeni Kanunu da aslında bu işin sentetik olduğunu zımnen kabul etmiştir. Mesela tarafeynin anlaşmaları halinde, bazı hallerde tek tarafın isteği üzerine evlatlık ilişkisini hukuken sona erdirmektedir. Hatta tarafeyn arasındaki evlenme yasağı, eğer bu ilişki hukuken sonlandırılmışsa kalkmaktadır. Saklanan gerçek ortaya çıktıktan sonra da evlatlık hukuku kendiliğinden geçersiz sayılmaktadır. Siz söyleyin şimdi, ithal ‘çağdaş’ hukuk da aslında bu işi yapay olarak görmüyor mu?

Pazartesi, kaldığımız yerden devam edelim.

Yorum Yaz