İslam “sabık” olanın değil, “sadık” olanındır

Bu köşede, “Yusuf”un kuyuya ve zindana atılmasından değil, “Züleyha”ya evet demesinden endişe duyduğumu söylemiştim.

Çağın Züleyha’larına teslim olan, onların önünde eğilen, gömlekleri önden yırtılmış “Yusufcuklar”ın, kendilerini temize çıkarmak için babaları Yakub’un adına ve ardına sığınmaları, “özrü kabahatinden büyük olmak” anlamını taşıyacaktır.

Övgüye değer bir meziyeti bulunmayanlar, övünmek için ataların ocağına koşarlar. Sadece koşmakla yetinmezler, o ocağı kutsarlar. Kutsanmış ocağın, artık, közü değil külü de “kutsaldır”; onu da taşırlar kendi çağlarına. Böylece, atalara sövenlerle, onları övenler birbirlerine ters kutuplarda birleşmiş olurlar. Kutsayanlar, “yok sayanlar”ın alternatifi olma iddiasındadırlar; fakat neticede aynı gözede buluşurlar.

Milliyetçilik, ulusçuluk, ırkçılık gibi “asabiyete” bulanmış kavramlar etrafında birkaç haftadan beri yazdığımız yazılara aldığımız tepkiler, her alanda süren kavram kargaşasının, en yüksek dozda bu alanda da yaşandığını gösteriyor.

“Millet” gibi saf Kur ‘ani bir terimin içi boşaltılıp “seküler” bir anlam yüklenerek türetilen “milliyetçilik”, Kur’an’ın sunduğu hayat tasavvurunun tam karşısına yerleştirilmiştir. Ne yazık ki, kafası karışık insanımız, bu hermenötik tahrife bin bir dereden su getirerek kılıf uydurmaya çalışırken, “Allah ne der?”, “Kur’an ne der?” diye düşünme zahmetine bile katlanmamıştır.

Kur’an, Allah-insan ilişkisi bağlamında kendi duruşunu “Müslüman” olarak tanımlayan herkesi “İbrahim milliyetçiliğine” çağırmaktadır. İbrahim milliyetçiliği, kavim, soy, cinsiyet, ulus, coğrafya, ırk, renk, dil gibi ontolojik ve sosyolojik vakıalar üzerine değil, insan varoluşunun Allah’tan bağımsız anlamlandırılamayacağından yola çıkılarak oluşturulmuş Allah eksenli tevhidi bir hayat tasavvuruna dayanır.

İbrahim milliyetçiliğinde, “biz” ve “onlar” kategorisinin çerçevesini kişinin dahlinin olmadığı “tabiî” değerler değil, kişinin kazanılmasında dahlinin olduğu “insanlığın değişmez değerleri” belirler. Mesela, İbrahim milliyetçiliğinde, “bizden” gerekçesiyle zalim ve onun zulmü alkışlanamaz, “onlardan” gerekçesiyle “mazluma” ve “zulme” sessiz kalınamaz.

Seküler milliyetçilikte “sabık olmak” başlı başına bir “değer” iken, İbrahim milliyetçiliğinde “sadık olmak” başlı başına bir değerdir; sabık olanlar eğer sonradan ihanet etmişlerse, sebkatlerini gerekçe göstererek hak iddia edemezler.

İslam, sabık olanların değil sadık olanlarındır. Allah’la sözleşmelerine ihanet edenler, atalarının geçmişte yaptıklarının faturasını çıkartarak Allah’ın önüne koyuyorlarsa, bu sadece cehaletlerinin değil, ihanetlerinin de tescili anlamına gelecektir. Kur’an, Allah’a fatura çıkaranların faturalarını yüzlerine şöyle çarpar:

“Siz, ey iman edenler! İçinizden kim O’nun dininden yüz çevirirse, iyi bilsin ki Allah, öyle bir toplum getirecektir ki; O onları sevecek, onlar da O’nu; imanda sebat edenlere karşı alçak gönüllü, küfründe inad edenlere karşı da onurlu davranacaklardır.” (5:54)

“Eğer yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de, onlar sizin gibi olmazlar.” (47:38)

“Dilerse sizi temizler, yerinize yepyeni bir varlık (halk) getirir.” (14:19)

İslam, kimsenin babasından miras kalan köstekli gümüş saat değildir. İslam, kendisine ihanet edenlere “mecbur” ve “mahkum” da değildir. Onu, düştüğü yerden kalkan bir “çocuk” gibi görenler aldanırlar. Onlar tarihe baksınlar; Kufe’de, Şam’da, Bağdat’ta, Buhara’da, Semerkant’ta, Nişabur’da, Kahire’de, Endülüs’te ne oldu, ona baksınlar.

İslam’ın, “sabık” olanın “malı” olduğunu düşünenler, babalarından kalmış yarım-yamalak inançları için Allah’ı minnet altına almaya, hasbelkader “Müslüman” olmalarını baş kakıncına dönüştürmeye kalkarlar; tıpkı Kur’an’ın dediği gibi: “Müslüman olduk diye, seni minnet altına almaya kalkıyorlar.” İşte bu tür böbürlenmelere karşı Kur’an’ın cevabı:

“De ki, Müslüman oldunuz diye beni minnet altına almaya kalkmayın: Hayır, tersine size imanın yolunu gösterdiği için asıl Allah sizi minnet altında bırakır; tabii ki eğer sadıklardan iseniz.” (49:17)

Evet sadakatini ispatlayan “sadıklardan” iseniz, sizi imana ulaştırdığı için siz Allah’a minnet eder, O’nun size lütufta bulunduğuna inanırsınız; yok sadakatiniz ihanete inkılap olunca geriye kala kala “sabık”lığınız kalmış ve siz de onunla övünen “sabıklardan” iseniz; o zaman da, Müslüman olmanızı Allah’a baş kakıncına dönüştürür, sanki O’na bir lütufmuş gibi sunmaya kalkarsınız.

Tercih sizin.

( 16 Haziran 1999 )

 

Yorum Yaz