“İslamcılık nereden nereye?”

“İslamcılık nereden nereye?” Gerçek Hayat’ın bu haftaki dosya konusunun adı bu.

Bu soru iki önyargı üzerine inşa edilmiş. Birincisinin tanımı belli, standart bir “İslamcılık” tarifi, ikincisi “den ile” kurulan tüm cümlelerde olduğu gibi kendi içerisinde bütünsel, başı-sonu belli bir süreç takip ettiği önyargısı.

İslamcılığın tarifini geçelim. Hem bir köşe yazısı için hacmi zorlayacağından, hem de daha önce kendi tanımımızı çeşitli vesilelerle yaptığımız için.

Ama geçemeyeceğimiz bir husus var: İslamcılığın sadece bir iki kuşağın hayatıyla sınırlı, başı-sonu belli, mahdut bir hareket olduğu tezi.

Aynı anda birbirinden farklı, hatta birbirine muhalif “İslamcılıkların” olduğu gerçeğini görmezden gelemeyiz.

Belki İslamcılığın en banal, en şapşal versiyonuydu, ama 28 Şubat sürecini “Bu süreç İslam adına gerçekleştirildi” diyen kerameti kendinden menkul “İslamcı yazarlar” ve onların söylemini paylaşan az da olsa şakirtleri “İslamcı” sayacak mıydık? Sayacaksak, böyle bir İslamcılık sadece yatayına birbirine eklemlenmiş birçok halkadan değil, dikeyine de birbiri içine geçmiş halkalardan oluşan çok değişken bir yapıyı temsil ediyordu.

Görüldüğü gibi, bazı cevapları vermek bazı soruları sormak kadar kolay olmuyor. Bu zorluk, soruşturmaya katılanların söyleyip yazdıklarından da kolayca anlaşılıyor.

Soruşturmaya katılanların söylediklerini üç başlık altında tasnif edebiliriz. 1. Kıyasıya eleştir, 2. Mazeret beyanı, 3. Sonuçlarından yararlanılması gereken bir sınav.

Eleştiriler, kimi zaman, haklı olarak, İslamcılığın üzerinde boy verdiği dini, akidevî, sosyal ve tarihsel zemini de kapsıyor. Fakat bazı eleştiriler, nedense eleştireni de kapsayan “tevbe sadedinde bir öz eleştiri” olmaktan çok, eli sopalı baba havası taşıyor. Yanlış anlaşılmasın, İslamcılık elbette eleştirilecek. Üstelik ona yönelik en sağlıklı eleştiriler ‘içeriden eleştirilerdir.’ Fakat bu yapılırken adalet, itidal ve insafı elden bırakmamak şart. Dahası eleştiren öznenin kendisini dışarda tutan bir üslup takınması belki İslamcılık adı verilen ‘şey’in en çok eleştirilmesi gereken ahlaki zaafıdır.

Post modernizim, bir zamanlar, biraz da ironik bir biçimde “modernizmin postunu yere seren modernizm” olarak nitelendirilmişti. Post İslamcılık da, “İslamcılığın postunu yere sermek isteyen İslamcılık” olarak nitelendirilebilir. Ama nihayetinde eleştirenlerin de İslamcı bünyeye ait olduğu gerçeğini akıldan çıkarmadan.

İslamcılık, İslam’ı ona meydan okuyan Modern Batı Uygarlığı karşısında ona alternatif bir medeniyet olarak gören ve bu medeniyetin bir özne olarak hayatı yeniden inşa etme potansiyelini kinetize etmek isteyen kuşakların çok da homojen olmayan üsluplarının toplamıdır.

İslamcılığın sıkıntısı yöntemdir. Onun hiçbir zaman meşruiyet sorunu olmamıştır. Bu nedenle İslamcılığı bu ülkenin ruh köküne yabancı, -yersiz- bir ideoloji olan Türk Solu’yla karşılaştırmak, şapı şekere karıştırmaktır.

İslam bu toprakların değişmez gerçeğidir. Bu gerçek, her yeni ortam ve şarta uyumlu İslamcılıkları üretmekten geri durmayacaktır. Buradan yola çıkarak rahatlıkla söyleyebiliriz ki “İslamcılık bitmez; fakat 2000’lerin İslamcılığının, 80’lerin ve 90’ların İslamcılığından hayli farklı ve gelişmiş olacağı da aşikardır.”

Yürüyenlerin ayağı tökezler, duranların ve yatanların değil. O halde her düştüğünüz yeri öpün ve bir çığlık atın: “Allahu Ekber!”

( 2 Şubat 2001 )

 

Yorum Yaz