İstiaze ve besmele tefsiri

İsti’aze: Akleden kalbe aldırılan abdest

İstiaze “sığınma ve yardım talebi” demektir. Kur’an’ın açık bir emridir. İki ayrı ayette gelir. İkisi de birbirine yakın zamanlarda inmiş olan Nahl ve Mü’minun surelerinde yer alır. Birincisinde doğrudan Kur’an okuyana bir emirdir: “Kur’an okuyacağın zaman, aşağılanarak kovulmuş Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığın!” (16:98) İkincisinde Kur’an okuyanla sınırlı olmaksınız yine emir olarak gelir: “Ve de ki: Rabbim! Şeytanların fitneleme ve dürtüklemelerinden Sana sığınırım!” (23:97).

Bu iki emir arasında birçok fark vardır. Bu farkları anlamak, Allah’a sığınma emri olan istiazeyi de anlamayı kolaylaştırır. Nahl suresinin 98. ayeti Kur’an okumaya niyetlenen kimseye emirdir. Ayette kara’e fiili kullanılmıştır, telâ fiili değil. Bu da “anlamak için okumaya” delalet eder.

Bu, aktarmak ve saklayıp ezberlemek için okumaya delalet eden tela’dan farklıdır. Demek ki, ayetteki Şeytan’dan Allah’a sığınma emrinin “anlamayla” doğrudan bir ilişkisi vardır. Şeytan’dan Allah’a sığınma emrinin amacı “Kur’an’ı doğru anlamak”tır. Dahası Kur’an’ı yanlış anlamaya sebep olan her tür görünür görünmez saptırıcıdan uzak kalmaktır. Emrin ilk yarısı budur. İkinci yarısı ise Allah’a sığınmaktır. Bu ikisi arasındaki irtibat kelime-i tevhidin iki yarısı arasındaki irtibat gibidir. İstiğfar ve tevbe arasındaki irtibat gibidir. Her iki boyutuyla istiaze, Şeytan’dan yüz çevirip Allah’a yüzünü dönme işlemidir. Aynı zamanda Allah’ın anlamın hem kaynağı hem de garantisi olduğunu ifade eder.

İkinci ayet şeytanların şerrinden mücerret olarak sığınmayı ifade eder. Bu şeytanlara sadece görünmeyen cin şeytanları değil; aynı zamanda görünen şeytanlar da dahildir. Mesela insan şeytanları (Bkz: 6:112). Zira insan şeytanları da insanın algılarını köreltebilir, idrakini rotasından saptırabilir, aklını çelebilir, bilincini dumura uğratabilir ve hakikati bulanık görmesine sebep olabilir. Yine bu şeytanlara insanın öteki kişiliği haline gelen nefsi, bilinçaltı, güdüleri ve ayartıcı duyguları da dahildir (Krş: 43:36). Belki de cevhere yönelik sapmadan Allah’a sığınmanın temel sebebi de budur.

İki ayet arasındaki bir diğer fark; Nahl 98’de Allah’a sığınılırken Mü’minun 97’de Rabbe sığınılmaktadır. Birincisi Allah’ın zatına sığınmayı, ikincisi sıfat ve fiiline sığınmayı ifade eder. Şeytan’dan Allah’ın uluhiyetine sığınmak, aslında Şeytan’ın insanın cevherine yönelik ayartmalarına taalluk eder. Allah’a sığınma bütün istiaze çeşitlerini kapsar. Yine Şeytan’ın hakikatin cevherine yönelik anlayışını saptırma teşebbüslerine taalluk eder. Rabbe sığınmak ise her tür şeytanın ve şeytansıların şerrinden Allah’ın fiillerine sığınmadır. İşte Hz. Peygamber’in şu istiazesi, iki ayeti de kapsayan muhteşem bir sığınma örneğidir:

“Allah’ım! Senin gazabından hoşnutluğuna, cezandan bağışlayıcılığına, Senden Sana sığınırım.” (Müslim, Salât 222, vd.)

Hadisin son cümlesi olan “bike mink” ibaresi tam da Zattan Zata sığınmadır ki, sığınmanın en yücesini teşkil eder. Ondan önce Allah’ın fiillerine ve sıfatlarına sığınılmıştır. Çünkü gazabı, rızası ve cezası fiilleri, bağışlayıcılığı ise sıfatıdır.

İki ayet arasındaki bir başka fark; birinci ayetin bizzat fiili bir emir olmasıdır. Bu bir “yap” emridir. Yapılması istenen iş “sığınma” işidir. İstiaze cümlesini söylemek, bu emri tutmak için yeterli değildir. Yani e’ûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racim demek dil ile istiazedir. Bu olsa olsa Mü’minun 97’nin bir gereğidir. Zira orada “de ki” emriyle gelmiştir talimat. Fakat Nahl 98’de demek değil yapmak emredilmektedir. Bu da gösterir ki, istiaze halden kale, gönülden dile, bilinçten eyleme, içten dışa doğru bütüncül bir sığınmayı ifade eder. Bir insan diliyle Allah’a sığınırken, haliyle Şeytan’a sığınabilir. Sözüyle Allah’a sığınırken özüyle sığınmanın gereğini yerine getirmeyebilir. Bu ise gerçek bir sığınış değildir. Allah böylesi bir sığınmayı kabul etmeyecektir.

 

İstiaze’den sanki Şeytan’dan korkuluyormuş gibi bir izlenim edinilebilir. Bu doğru değildir. Zira Şeytan’ın Allah’ın has kulları üzerinde hiçbir gücünün ve otoritesinin olmadığını Kur’an’dan öğreniyoruz. Eğer Şeytan ve şeytansılar biri üzerinde otorite kurmuşlarsa, bu Şeytan’ın gücüne değil, otorite kurdukları insanın Allah’ın verdiği iradeyi Şeytan’a transfer edip onu güçlendirdiğine delalet eder. Dünyanın en büyük sinema arşivi Şeytan’a aittir. Eğer insan Şeytan sahnesinin sorgusuz sualsiz seyircisi olmayı kabullenirse, seyrettiği oyunların kendisini yönlendirme ve yöneltmesinin gerçek sebebi Şeytan değil kendisi olacaktır. Ve siz seyirci olursanız, Şeytan’ın oyunu bitmeyecektir.

İnsan başta olmak üzere, kötülük odağı olan görülen ve görülemeyen her türlü varlıkla birlikte, tüm olumsuz duygu ve düşünceleri temsil eden şeytan, insanın içgüdü ve tutkularına esir olmasını ister. Çünkü ancak o zaman insana söz geçirebilir. Bu sebeple de insanı diri bir bilince ve uyanık bir idrake sahip kılacak olan herhangi bir eylemin getireceği tüm olumlu sonuçları sıfırlamak için çok çaba sarf eder. İnsanı diri bir bilince ve uyanık bir idrake sahip kılacak olan şeylerin başında bilgi, tefekkür, iman ve bunlarla bütünleşmiş eylem gelir. Kur’an ise bu dört unsuru da bünyesinde taşıyan bir kaynaktır. O halde, şeytanın Kur’an okumak isteyen kimseye musallat olmasından daha doğal bir şey olamaz. Şeytanın şerri, sadece Kur’an okuyanla sınırlı değildir. Onun, özünde iyilik barındıran her işi amacından saptırmak isteyeceği Kur’an tarafından vurgulanır. (7:200) “Şeytanın şerri” işte budur.

Peygamberin istiazesinin amacının vahyin iniş üssü olan kalbini tahkim için olduğunu, bunun vahyin selameti açısından ne derece önem arz ettiğini şu ayetten anlayabiliriz:

“Senden önce hiçbir Resul ve nebi göndermedik ki, o bir şey temenni ettiği zaman şeytan onun ümniyyesine bir şeyler atmasın. Fakat Allah şeytanın attıklarını nesheder, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır.” (22:52. Ayrıca 53-54. ayetlere bkz).

Özetle, akleden kalbi vahyin konukluğuna hazırlamak anlamına gelen istiazenin aklı-kalbi her türlü modern hurafe tarafından işgale uğramış modern insan için ne denli gerekli olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Kur’an’ın okunduğu halde ne dediğinin anlaşılmayışının, ne dediği anlaşılsa bile ne demek istediğinin anlaşılmayışının, Kur’an’ın sadece “okunulan” bir kitap değil, iman edilen İlâhi bir referans ve yaşanılan bir hayat olamayışının ilk sebebi, belki de istiaze adı verilen bu ön hazırlığın gereği gibi yapılamamasıdır.

 

Yorum Yaz