İstismar ya da ikiyüz yüzlülük

Geçtiğimiz hafta, bir sabah namazını Eyüp Sultan Camii’nde kılmam gerekti. Namazdan çıktığımda, beni karma karışık duygulara sevk eden bir manzarayla karşılaştım.

Caminin avlusunda, adı İstanbul Belediye Başkan adayları arasında geçen biri, kendini illa ki göstermek istercesine etrafına kalabalık toplamaya çalışıyordu. Bu biri, lideri Müslümanlara “yarasa” diye hakaret eden bir partinin milletvekilliğini de yapıyordu.

Karma karışık duygular geçti zihnimden. Kendi kendisine ve öz değerlerine yabancılaşan insanların iç çatışmasına ilişkin kimi ipuçları yakalayabilir miyim diye, uzaktan bir miktar izledim bu yüzü. Tahlillerimde yanılmış olabilirim; fakat, yanılmadığımı sandığım tek nokta, karşımda gördüğüm yüzün, sahibine ait olmadığıydı. Bu kaçıncı yüzü, ya da maskesi bilmiyorum; fakat cemaatten kopup yanına gelen tek tük kişilere acemice mukabelesinden, duruşunun ne denli sentetik, ne denli eğreti olduğu ayan-beyan anlaşılıyordu. “Bir insanın, bir anda birçok maskeyi birden kullanmak zorunda oluşu zor zenaat? Yazık zavallıya” dedim kendi kendime ve bir umut, bin hüzünle ayrıldım oradan.

“Bir umut” şuydu: Karşımda gördüğüm bu maskeli yüzün sahibini buraya hangi saikler yönlendirmiş olursa olsun, yeni de onun için bir fırsattır bu, diye düşündüm. Laik elitler, bu ülkenin halkını gerçekten tanımazlar; onlar çekildikleri fildişi kulelerinde, halka tepeden bakıp, ahkam kesmeye bayılırlar. Halk onlar için “adam olacak (ya da olmayacak) çocuk”tur.

Milleti doğanın kendilerine sunduğu bir sürü, kendilerini de bu “sürü”nün ebedi ve demirbaş çobanı olarak görürler. Halkın arasına karışırlarsa, tamamen yabancılaştıkları bu halkı bir nebze tanıma fırsatları olur; işte umudum bu.

Hüznüm ise, bir değil bin: Sahi bu Müslüman halk, bu bayların durduğu yerden bakınca, bu kadar aldatılmaya müheyya, bu denli saf mı gözüküyor? İki yüz yüzlü tipler, bu halkı “vur eline, al ekmeğini” türünden bilinçsiz bir yığın mı sanıyor? Bu, madalyonun bir yüzü; bir de öteki yüzü var: Halk, kendisine ve kendi değerlerine yabancılaşan bu mutlu azınlığa, kendisinin aldatılmaya hazır bir yığın olduğu izlenimini mi veriyor?  Maskeli elitlerin bu kanaati edinmesinde, Müslüman halkın sorumluluğu var mıdır?

Eğer bu sorulara verilecek cevap “evet”se, işte asıl acı olan budur. Bazı İslami cemaatlerin, bugün İslami değerlere savaş açan cephenin sözcülüğünü üstlenen tepedeki bir siyasetçinin adı etrafında, geçmişte oluşturulan mitosa küçümsenemez katkıları unutulmuş değil. Bu gelinen noktada, tüm suçu maskeleriyle dini ve dindarları istismar eden bu tiplere yüklemek ne kadar doğrudur? Bu istismarda, istismar eden kadar, istismarcının değirmenine su taşıyan ya da istismara prim verenler de suçlu değil midir?

İstismar, aslında masum bir kelime. Anlamı, “semerelendirmeyi istemek”tir. Elbetteki herkes uğruna bedel ödediği şeyi semerelendirmek, meyveye dönüştürmek ister. Fakat, “kavram” olarak istismar, kişinin bedel ödemediği bir değerin ürününe konmak istemesidir. Yani bir tür haksız kazanç, ganimetçilik, sahtekarlıktır.

Şu halde, “bir değeri istismar etmek”ten sözedebilmek için, yalnızca o değeri benimseyenlerin hak ettiği getiriye, o değeri benimsemeyenlerin de konmak istemesidir. Ne ki, istismarcının iki yüzlülük yapmadan bu sonuca ulaşması mümkün değildir. Şu halde ikiyüzlülük, tüm istismarcıların tabiatıdır. Tabi, eski istismarcılar “iki yüz” ile yetinirlermiş, modern istismarcılara “iki yüz” yetmediği için “ikiyüz yüzlü” demek daha doğru olur.

Kimsenin yüreğini/zihnini bilemeyiz; ne ki, eylemiyle yüreğindekini ortaya koyanların yüreğini bilmeye de gerek duymayız. Hüküm makamı değiliz, zaten buna da gerek yok; çünkü herkes kendisinin ne olduğunu ve neye hizmet ettiğini iyi bilir. Biz, yalnızca ayna tutarız; Kur’an’ın aynasını, herkes ona bakar ve kendi değer hükmünü verir:

“Öyle kimseler var ki, gerçekte inanmadıkları halde “Biz Allah’a ve ahret gününe inanıyoruz” derler. Onlar, bu şekilde Allah’ı ve iman etmiş olanları kandırmak isterler. Gerçekte kendilerinden başka kimseyi kandıramazlar; ve bu gerçeği de farketmezler.” (2:8-9) “Onlara “insanların inandığı gibi inanın!” denildiğinde “(şu) geri zekalıların inandığı gibi mi?” derler.

Gerçekte onlardır geri zekalılar, ama bunu bilmezler! Ve mü’minlerle bir araya geldiklerinde “Biz de inanıyoruz” derler; ama şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında “Aslında biz sizin yanınızdayız, onlarla sadece eğleniyoruz” derler. (2:13-14)

( 17 Şubat 1999 )

Yorum Yaz