İtlaf köftesi

Tüm köfteciler ve köftehorlar, hafızasızlığımıza güveniyorlar. O halde önce hafızamızı yenileyelim:

Yeni düşmanın ilanı için, soğuk savaşın bitip, Sovyetler Birliği’nin dağılması bekleniyormuş. Dağılmanın hemen ardından, dönemin İngiltere Başbakanı Thatcher yeni hedefi ilan etti. Peşinden (1992), NATO’nun dönem başkanı, yeni düşmanın adını telaffuz etti.

Evet, tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni’nin ilan ettiği yeni düşman, “İslam”ın ta kendisiydi. Yani, Müslümanlar “öncelikli tehdit” ilan edilmişti. Bunu hık-mık etmeden açıkça dillendirmiştiler.

Artık, İslam toprakları, ilan edilen topyekûn savaşın hedefiydi.

Brzezinski, Kissinger ve Huntington, yeni-sömürgeciliğin yeni-oryantalistleriydiler. Onlara işin teorisini kotarmak düşmüştü. Birincisi askeri, ikincisi siyasi, üçüncüsü de kültürel alanda, aldıkları siparişlerin gereğini yerine getirdiler.

Yeni-sömürgeciliğin öncelikli tehdit algılamasındaki bu değişiklik, nasıl tatbik edilecekti? Bunun bir pilot uygulaması olmalıydı. Ama nasıl ve nerede?

Pilot uygulama için en uygun ülke bulunmuştu: Türkiye. Huntington boşuna Türkiye’nin adını, “yırtık ülkeler” listesinin en başına yerleştirmemişti. Tanzimat’tan beri çekiştirdikleri ülkeyi yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarında yırtmayı başarmıştılar. O gün bu gündür tüm senaryo, bu yırtılmayı derinleştirme üzerine kurulmuştu.

Kimilerinin “Post modern Darbe” dediği 28 Şubat Süreci, işte yeni-sömürgecilerin evinde pişip bize düşen bir “itlaf köftesi”ydi. Bu köfteyi önüne attıkları kerameti kendinden menkul derin odaklar, ekmeğin arasındaki köfteye tav olmuştular, fakat köftenin içindeki zehiri fark edememiştiler.

Çünkü sormamıştılar, “Bu köfteyi hazırlayıp da önümüze koyan el kimin eli?” diye.

Sormamıştılar, “Bu el bizim hayrımızı mı istiyor?” diye.

Sormamıştılar, “Bu kurtlar dünyasında, hiç olur mu öyle üç köfte sıfır kuruşa?” diye. Belli ki “zehiri altın tas içre sunarlar” diyen şairin hafızasına de sahip değillerdi.

“İtlaf köftesi”ni kemâl-i âfiyetle yiyip yedirmeye başladılar. Süreç köftecilerin uluslararası planda izledikleri sürecin tıpkısının aynısıydı. Önce “konsept” değişikliği, ardından buna paralel olarak “tehdit sıralaması”ndaki değişiklikle İslam’ın ve Müslümanlar’ın “irtica” kod adıyla birinci düşman olarak ilanı, ardından “topyekün savaş” manşetleri…

Huntington’un “yırtık ülke”si, öz çocuklarının eliyle, zehirli köfteyi “cebren ve hileyle” yemeye mahkum edilmişti. İslami olan ne varsa birbiri ardınca “düşman” ilan edilip topyekûn savaşa dahil edildi. Kur’an, iman, başörtüsü, namaz, cuma, cami, minare, ezan… Tabi bunlarla ilişkili olarak başörtülü memureler, binlerce tesettürlü kız öğrenci, Kur’an Kursları, İmam Hatip Okulları, dindar bürokratlar, namaz kılan subay astsubay…

Bu pilot uygulamada bir yerli (!) Brzezinski, bir yerli Huntington çıkaramamıştık. Onların yerini almaya çalışan beyaz casuslar çıkmadı değil. Fakat düzey o kadar düşüktü ki, “malum medya” köşeleri dahi, bu açığı kapatmaya yetti de arttı.

Aradan bunca yıl geçti. Biz şimdi, 28 Şubat Süreci suretinde “itlaf köftesi” yedirilmiş bir ülkenin vatandaşlarıyız. O köftenin sahipleri, pilot uygulamanın ardından küresel uygulamaya geçeceklerdi.

11 Eylül olayları onlara bu fırsatı bahşetti. Şimdi küresel 28 Şubat, birinci tehdit ilan ettiği İslam’a dünyanın her tarafında, ama özellikle de İslam’ın merkezi coğrafyasında saldırıya geçti.

Yerel 28 Şubat 5. kol olarak kullandığı malum medyanın “yeşil sermaye” adını verdiği Müslüman sermayesini hedef almıştı. Küresel 28 Şubat da Müslüman halkların yer altı ve yerüstü zenginliklerine göz koymuş durumda. Yerel 28 Şubat, İslam’ı “öcü” göstermek için ne idüğü belirsiz bir cinayet şebekesini kullanmıştı. Küresel olanı da, İslam’ı öcü göstermek için kendisine küresel maşalar bulmuş durumda.

Bu ülkeye “itlaf köftesi” yediren 28 Şubat’çılar bu ülkenin içine düşürüldüğü tüm krizlerin bir numaralı sorumlusudur. Onların, ABD’nin global 28 Şubat’ına destek vermesini garip karşılamam. Eğer “tersinden tutarlılık” diye bir şeyden söz edilebilirse, bu bir tutarlılık göstergesidir.

Ya yerel olanında rol alıp da, global olanına gelince yan çizenlere ne demeli? Eğer tevbe ettilerse, bunu açıkça ilan etmeli ve bu ülkede mağdur ettikleri milyonlarca Müslümandan özür dilemeliler.

Tabi ki, bu ülkeye silah zoruyla yedirilen “itlaf köftesi” sadece bu ülkenin inançlı kesimini etkilemedi, azınlık da olsa, laik kesimini de etkiledi. Yani, sadece hedef alınan kesimler değil, itlaf edilmek istenenlerin boşaltacağı alanlara yerleştirilmek istenen kesimler de zarar gördü.

Peki, şimdi ne olacak? Türkiye, ya yerel 28 Şubatçıların eteğine yapışıp ABD’nin küresel “itlaf köftesini” başkalarına da yedirmek için “itlaf ekibinde” yer alacak. Ki bu durumda Türkiye’ye biçilen rol 1980-90 yılları arasında İran’a saldırtılan Saddam Irak’ına biçilen rolün aynısı olacak. Ya da, yerel ve global olanıyla tüm 28 Şubatlara karşı direnerek zehirli itlaf köftesini, onu hazırlayanlara iade edecek.

İşte “Türkiye’nin sorunu” ile “dünyanın sorunu”nun kesiştiği nokta.

Bu durumda, köftecilerin akıbetinin birbirine benzeyeceğinden emin olabilirsiniz.

 

Yorum Yaz