Kâbe’nin çağrısı: MEKKE

Kâbe’nin çağrısı, insanoğlunun değişen zaman ve mekanla değişmeyen iki temel sorununa yöneliktir: Özgürlük ve güvenlik.

Kur’an’da Kâbe bu iki niteliğiyle öne çıkar. Onun adlarından biri “özgürlük mabedi” anlamına gelen “beytu’l atik”, bir diğeri ise “güvenlik mabedi” anlamına gelen “beytu’l haram”dır.

Kâbe’nin özgürlük ve güvenlik çağrısı yalnızca Müslümanlar’a yönelik bir çağrı değil, tüm insan soyuna yönelik bir çağrıdır. Onun içindir ki Kur’an da tüm ibadetler “inanan insanlara” (mu’minîn, ellezine âmenû) yönelik bir talimat içerirken, hac yalın olarak “insanlığa” (alen-nâs) yönelik bir talimat içerir:

“Ona bir yol bulabilen herkesin haccetmesi, Allah’ın insanlık üzerindeki hakkıdır.” (3.97)

Çünkü özgürlük ve güvenlik, teolojik değil, ontolojik bir ihtiyaçtır. Yani insanın sonradan tercih ettiği inanç sistemiyle değil, doğuştan taşıdığı fıtrî değerlerle; bir diğer ifadeyle “insanın insanlığıyla” alakalıdır.

Konuyla ilgili İslam kaynaklarında, insanlığın en eski mabedi olan Kâbe’nin bulunduğu mekanın, yeryüzündeki canlı hayat ve özellikle insan hayatı için müstesna bir rol üstlendiği kayıtlıdır.

Buna göre yerküre daha soğumamış bir ateş topuyken, ondan ilk soğuyan yer Kabe’nin bulunduğu bölgedir. Modern jeoloji, insanlık hafızasının nesilden nesile taşıdığı bu rivayeti doğrulayan veriler sunmaktadır. Yapılan ölçümler sonucunda, yerkabuğunda ilk kristalleşmenin bu bölgede gerçekleştiği tesbit edilmiştir.

Yine aynı kaynaklara göre, tufanın ardından yeryüzünde ilk kuruyan yer de bu bölgedir. İspatlanması da, yalanlanması kadar zor olan bu bilginin sıhhati bir yana, Kâbe’nin insanlık için taşıdığı sembolik değerin işaret ettiği derin bir hakikat olduğu, imanî bir husustur. Bölgeyi ziyaret ederek ifâ ettiği hayâtî rolün hatırasına saygı, hürmet ve minnet duymanın “Allah’ın insanlık üzerindeki hakkı olması” ancak böyle açıklanabilir.

“Allah’ın insanlık üzerindeki hakkı” insana, güvenlik ve özgürlüğünü koruma yükümlülüğü getirmektedir. Bu adeta “haktan”da öte, bir “ödev”dir. Vahyin yalnız Allah’a kul olma, kula kul olmama çağrısı, bu ödev ekseninde algılanması gereken bir çağrıdır.

Vahiy, baştan sona insana, kendi güvenliğini kendi elleriyle ya da başkalarının ayartmasıyla tehlikeye atmaması gerektiğini telkin eder. Bu bilincin onda artık “melek” halini almış bir “melekeye” dönüşmesini ister. Güvenliğini kaygılarının başına oturtmuş bir insana “mü’min”, bu kutlu melekenin kendisine de “iman” adını verir.

Ancak gerçek bir iman sahibini özgür kılar. Çünkü iman “şehadettir”. Şehadet “tanık olma”dır. Tanık olan ve “ben şehadet ederim ki…” diyen biri önce bir “ben idrakine” sahip olmalı, özgür bir iradeye malik olmalıdır. Değil mi ki her tanıklık mutlaka bir tanık olan bir de tanık olunana ihtiyaç duyar.

Peki, bu satırları kaleme aldığım “harem bölgede”, özgürlük ve güvenlik evi olan Kâbe’nin etrafında pervane olan ve bir buçuk milyarlık bir aileyi temsil eden milyonlar, bu iki ontolojik değer açısından ne durumdalar?

Elbette bu soruya olumlu cevap vermek mümkün değil. Fakat siz bu satırları okuduğunuz sırada, bir insan seli halinde gecenin imana şahit kılındığı Müzdelife’den, iç ve dış her türlü şer odağı temsil eden şeytanların sembolik olarak taşlandığı Mina’ya akan insanlar, her görene şu gerçeği hatırlatacaklar:

“Haccın ölüsü dahi çok şey eder; ya dirisi?”

Uluslararası şer odağının, haccın taşıdığı bu muhteşem potansiyeli, Müslümanlar’ın bir çoğundan daha iyi farkettiği bir gerçek. Bunu hacla ilgili en üst düzey Suudi yetkililerin verdikleri demeçlerin satır aralarından okumak mümkün.

Milyonların sırtlarına geçirdikleri kefeni temsil eden ihramlarla mahşerin provasını yaşadıklarını düşünün bir… Arafat’ta marifete erdiklerini, Müzdelife’de şuura ulaştıklarını, Mina’da taşladıkları büyük, orta ve küçüğüyle tüm şeytanların gerçek hayattaki mümessillerini keşfettiklerini, kestikleri kurbanla, Allah’a adanma bilincini kazandıklarını, tavafla kozmik besteyi söyleyen evrensel koroya katıldıklarını, say ile çaba ve çalışmanın başarının şartı olduğunu öğrendiklerini düşünün…

O zaman bayramınız bayram olmaz mı?
Not: Bilvesile, okurlarımın Kurban Bayramı’nı tebrik ederim.

 

Yorum Yaz