Katili malum fakat fail-i meçhul cinayetler

Fatih Sultan Muhammed, İstanbul’un fethiyle işin bitmediğini iyi biliyordu.

Bu şehir Müslüman edilmeliydi. İslam, “dinde zorlamanın hiçbir türü yoktur” diyordu. Zorla din değiştirme olamayacağına göre, İstanbul’u Müslüman etmenin başka yolları olmalıydı.Hıristiyan Rum nüfus, artık Müslüman İstanbul’u temsil edemezdi. Fethin “İslambol”unu temsil edecek yeni bir Müslüman nüfusa ihtiyaç vardı. İstanbul surları içindeki ilk Müslüman semtler, işte bu ihtiyaç üzerine oluşturuldu.

Aksaray’dan getirilen Müslüman ahali, bugün Aksaray ismini alan semte yerleştirildi. Karadeniz Çarşamba’dan getirilen Müslüman ahali, Fatih’in aynı isimle anılan semtine yerleştirildi. Çarşamba’nın Karadenizliliği sanıldığı gibi yeni değildir. Ta Fetih günlerine kadar uzanır bunun hikayesi.

Bu yerleştirme tesadüfi değildi. Bizans’tan kalma en köklü kurum olan Fener Rum Patrikhanesi, tam da oradaydı. Fatih, patrikhaneye en yakın tepenin üzerine kendi adına muhteşem bir cami kondurmuştu. Çarşamba’ya yerleştirilen Müslüman nüfus bu camiin de cemaatini teşkil edecekti. Ne de olsa cemaat caminin ruhu, cami cemaatin bedeniydi. Biri olmadan diğeri hayatiyet kazanamazdı.

Cumhuriyet döneminde, her yerde olduğu gibi, Patrikhane’ye mücavir Müslüman semtlerin İslami kimliğinde de zayıflama belirtileri göründü. Merhum Ali Haydar Efendi’nin seçkin ve alim müridlerinden Mahmut Ustaosmanoğlu’nun Çarşamba’yı irşat merkezi olarak seçmesine, biraz da o günün Türkiye’sindeki siyasal ortamın müsait olması nedeniyle, bu yüzden ses çıkarmadılar.

Mahmut Hoca, “Tarikat-ı Hacegân” (Hocalar Tarikatı) diye bilinen Nakşibendiliğin genel karakterine uygun olarak, ilim ile irfanı mezcetmiş bir hoca-şeyhtir. Bu yenilerde piyasaya çıkarılan İrşadu’l-Müridin adlı eser, onun sohbetlerinden derlenmiş. Bu esere şöyle bir göz gezdirenler, onun bu “zu’l-cenaheyn” (çift kanatlı) yanını ayan açık görürler.

Çarşamba Cemaati, öteden beri birilerinin gözüne batmıştır. Bu ülkede ne zaman bir irtica kampanyası başlatılacak olsa, mutlaka ilk işaret fişeği Fatih/Çarşamba’dan alınmış birkaç sarıklı-sakallı-cübbeli erkek ve çarşaflı kadın fotoğrafı olur. Bu ülke Müslümanlarına yönelik psikolojik harpte, bu semtin siyasetten uzak dindarları garezkarca kullanılır. Klasik, modern veya postmodern darbe tezgahtarları, devşirilmiş seçkinlere “laiklik elden gidiyor” naraları attıracakları zaman, malum medyanın emre amade yöneticilerine, Çarşamba Cemaatini adres gösterirler. Bunun tek istisnasını Aczimendiler oluşturmuştu. Onlar tasfiye edildikten sonra, görüntü almak için elde kala kala yine Çarşamba Cemaati kaldı.

Geçtiğimiz yıllarda, Mahmut Hoca’nın damadı olan Hızır Ali Hoca, camide katili malum fakat faili meçhul bir infaza kurban gitmişti. Cemaatin hatırasında bu elim olayın kanlı izleri hala canlıyken, şimdi aynı cemaate yönelik ikinci bir cinayet daha gerçekleştirildi. Bu cinayetin hedefi Cemaatin ikinci ismi Bayram Ali Öztürk Hoca. Merhum, Mahmut Hoca’nın “Ayaklı kütüphanem” dediği bir isim imiş. Arapça ve Farsçanın yanında, tercüme edecek kadar Fransızcaya da vakıfmış.

Cinayet, tam filmlerdeki gibi… Katil cinayeti camide gerçekleştiriyor. Hem de tam merhum Öztürk’ün halka açık sohbeti sırasında. Katil camiye öldürme aletiyle geldiğine göre, taammüden işlenmiş bir cinayet bu. Daha acayibi, katil de oracıkta öldürülüyor. Katili gönderenler, katilin katillerini de göndermişler. Belli ki dosyanın “delil yetersizliğinden” kapatılması üzerine kurulmuş cinayet. Hadisenin üzerinden günler geçmesine rağmen polisin somut delillere ulaştığına dair her hangi bir emare yoksa bunu siz neye yorarsınız? Cinayeti tasarlayan odağın profesyonelliğine değil mi?

Akla birçok soru geliyor. Bunları sıralayacak olursak:

Cemaat içinde liderlik kavgası varmış havası estirilerek, cemaat tefrikaya mı sürüklenmek isteniyor? Bir başka cemaate yapıldığı gibi, cemaat içinden ekran ekran gezerek iftira kampanyası açacak biri bulunamadığı için, cinayet yoluna gidilmiş olabilir.

28 Şubat sürecinin başlarında Aczimendiler üzerinden kotarılan, şimdi de Çarşamba Cemaati üzerinden mi kotarılmak isteniyor? “Pantolon uymadı, gömlek verelim” der gibi, “Danıştay cinayeti uymadı, cami cinayeti verelim” mi diyor derin ve de etkili merciler?

Öteden beri var olan “Sur içi temizlenecek” iddiasına işlerlik mi kazandırıldı? Azınlık vakıflarıyla ilgili yasa geçtikten sonra, şimdi sıra Patrikhane’nin mücavir alanını temizlemeye mi geldi? Tarihi Kâriye Camiinin ibadet dışı tutulma uygulamasıyla, Patrikhane’ye mücavir Çarşamba’da işlenen cinayet arasında ne gibi bir bağlantı var?

Bu durumda, dün cemaate “Siz bize burada lazımsınız, ne işiniz var Çavuşbaşı’nda?” mesajı verenler, şimdi cemaate “yer(in) altını” mı gösteriyorlar? Yoksa “irtica mevsimi” yaklaştı da, icat edilecek yeni “mezar evler” için şimdiden “örgüt” siparişi mi veriliyor?

Ve son bir soru: Bir cinayet katili malum olunca “fail-i meçhul” olmaktan çıkar mı?

Ben cesaret edip sorusunu sordum. Cevabını da siz ama mutlaka içinizden- verin.

 

Yorum Yaz