“Kimliksiz insan bir hiçtir,kimliksizlik suçtur!”

“Ne yapalım?” diye soran herkese, “İşinizi yapın!” diyorum. “Nasıl yapalım?” diyenlere, “Adam gibi yapın, en iyisini yapın!” cevabını veriyorum.

 “Kiminle iş yapalım?” diyenlere, “Elinden iş gelen, elin emeğiyle değil elinin emeğiyle geçinen, tüketmeyip üreten herkesle” diyorum.

Böyle diyorum, çünkü elinden bir iş gelmeyenler, sadece bir kenarda uslu uslu oturmuyorlar. Eninde sonunda iş yapanlara saldırmaya, onların mesaisini çalmaya koyuluyorlar. Hatta çoğu zaman sinek huylu olan bu hım-hım tipler, arıların emek zahmet yaptığı bala konuyorlar. Konup otlansalar neyse ya, bir de içlerinde taşıdıkları mikrobu arıların emek zahmet ürettiği ballara bulaştırıyorlar.

İşte; işi olan ve işini iyi yapan iki iyi adam: Ulvi Alacakaptan ve M. Engin Noyan.

Bir araya gelmişler, adını “Som Oyuncular” koydukları bir tiyatro grubu kurmuşlar ve düşünüp taşınıp ilk “Suç”larını işlemişler… Yukarıdaki başlık, işte onlara Suç adlı oyunlarının son repliği.

Oyunun gala davetiyesi elime geçtiğinde, bu sevindirici birliktelikten dolayı belirgin bir heyecan duydum. Etrafımdaki dostlarımla da paylaştım bu heyecanımı. Çünkü iki Müslümanın birlikte iş yapmasının iki dağın birbirine kavuşması kadar zor hale geldiği bir zaman ve mekânda, böyle bir birliktelik örnek teşkil edecektir. Tebrikler dostlarım!

Oyunu, gösterime girdiği Muammer Karaca’da eşimle birlikte izledim. Tabii ki burada anlatmayacağım. Fakat başörtüsü yasağını işleyen Suç, ironi ve dramın iç içe geçtiği ve trajik olanın bir dip akıntısı gibi sürekli aktığı bir tiyatro eseri olmuş. Güzel olmuş, hoş olmuş. Engin Bey yazar, Ulvi Bey oynar da hiç güzel olmaz mı? İşi olan, işini iyi yapan, üreten iki insan bir araya gelir de Allah, yaptıkları işe bereket katmaz mı? Sanırım ben o bereketin kokusunu aldım. Tiyatro bittiğinde gözümle gönlüm arasındaki yola dizilenler bunun göstergesiydi.

Fazla söze ne hacet? Ulvi Bey, en güzelini söyledi, ben onun ağzından nakledeyim: “Oyuna gelmek istemiyorsanız, oyuna gelin!” Unutmayın, marifetler iltifata tabidir/Müşterisiz meta zayidir.

Adil Hüseyin’e güle güle

İnna lillahi ve inna ileyhi raciûn!

Sefer Turan telefon açıp da, “Üstad, Adil Hüseyin vefat etmiş, duydun mu?” diye haber vermese, Mısır’ın cesur yüreği Adil Hüseyin’in vefatından benim de haberim olmayacaktı.

Onu, “gazeteciydi” diye tanıtmak, gerçekte küçültmek olur. Evet, o dört dörtlük bir gazeteciydi. Bütün bir gençliğini Marksizm’in yalanlarını gerçekleştirmeye adamıştı. Ben o yıllarını bilmem. Fakat bilenler, onun Marksist’ken de hasbi ve samimi olduğunu, bu ideolojiyi teorisyenliğini yapacak kadar iyi bildiğini aktarmışlardı.

Sonra hidayet ve İslam’la şereflenmiş. Ama ne geliş! Adil Hüseyin tevbesini diliyle yapmadı, hayatıyla yaptı. Marksizm uğruna harcadığı yılların kefaretini, hayatını İslam’a ve imana adayarak ödedi.

Eş-Şa’b gazetesinde yazdığı o oku oku bitmez yazılarından çok şey öğrendik. Derin bilgi birikimi, dünya siyasasına vukufiyyeti, engin analiz yeteneği, okuyanı basiretine şahit kılan gözlemciliğiyle birleşince, ortaya gerçekten bir gazete için fazla ciddi dolu dolu yazılar çıkarırdı.

Eş-Şa’b, önceleri günlüktü, sonra haftada iki kez yayınlanmaya başladı. Fakat, Mısır’ın tek güçlü muhalif gazetesiydi. Her muhalif gibi Adil Hüseyin’in de başına gelmeyen kalmadı. Hapisler, kapatmalar, toplatmalar onu hiç yıldırmadı. Kendisi gibi soldan gelme olan Mühendis Mustafa Şükrü’nün partisinin de stratejistliğini yapıyordu. Bu parti, parti kurması totaliter Mübarek rejimince yasaklanan İhvan’ın tüm gücüyle desteklediği tek partiydi. Merhum, son yıllarda bu partinin yönetiminde görev de almıştı.

O bir parça merhum Kelim Sıddıki, bir parça merhum Dr. Fehmi Şinnavi ve bir parça da Ali Şeriati idi. Yüzyılın Semitizm araştırması Yahudilik Ansiklopedisi’nin (el-Mevsuatu’l-Yehud) yazarı Abdulvehhab el-Mesiri ile arkadaş olduklarını, aynı süreç sonucunda iktida ettiklerini ben de yeni öğrendim. “Arslanın yoldaşı da arslan olur” dedim kendi kendime.

Adil Hüseyin, bütün bir ömrünü ilim, irfan, iman ve adalet mücadelesi uğrunda harcadı. Onun ailesi ümmetin tamamı, coğrafyası İslâm vatanının bütünü idi. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Kitaplar kitaplılar içindir

Epeydir, tanıtmayı düşündüğüm kitaplar birikti. Bunların başında Kur’an kitaplığına yeni bir katkı olan Belağat/Kur’an Edebiyatı Beyan-Meani-Bedi geliyor. Dr. Nureddin Belelli’nin hazırladığı eser, Kur’an’ın belağatını anlamak için klâsik medrese eğitiminde okutulan Arapça eserlere ulaşamayan okuyucu için bir şans. Osmanlı medreselerinde de okutulan Taftazani’nin Muhtasaru’l-Meani’si, Telhis, el-Mutavvel gibi eserlerin modern bir versiyonu olan bu eser, Kur’an ilimlerine yeni başlamış öğrencilere tavsiye edilir. Eser Rağbet’ten çıkmış.

Söylem Yayınları, Norman G. Finkelstein’ın Soykırım Endüstrisi/Yahudi Acılarının İstismarı adlı eserini çevirmekle doğru bir adım atmış. Tahmin edeceğiniz gibi Siyonizm’in ipliğini pazara dökme amacıyla kaleme alınan bu kitabın yazarı da Yahudi. Ama Peygamberimizin Uhud’da kendi safında savaşıp öldürülen Yahudi Muhayrık için söylediği gibi, “Yahudilerin hayırlılarından.” Sanırım ne kastettiğim, biraz da kitap okunduktan sonra anlaşılabilir.

Bana gönderilen eserler arasında Yahudilikle ilgili bir başka eser daha var: Yahudi Tarihi. Pozitif Yayınları’ndan çıkan eseri Paul Johnson kaleme almış. Kitap, bu alanla ilgilenenlerin kitaplığında bulunması gereken, alanının en çaplı araştırmalarından biri. Keşke yayınevi, tuğla gibi kalın eserin hacmini daha da artırmamak için bu kadar küçük puntolu dizeceğine, iki cildi doldurma pahasına, biraz daha rahat okunan bir stili tercih etseydi.

Sözünü edeceğim son kitap Stratejik İttifak: Türkiye-İsrail İlişkilerinin Öyküsü adını taşıyor. Kitabın yazarı tanıdık bir isim: Alptekin Dursunoğlu. Kitap, biraz da “28 Şubat süreci gerçekte nedir?” sorusunun cevabını merak edenlerin bu merakına merhem olacak cinsten. Sanırım, İsrail faktörü göz ardı edilerek 28 Şubat paranoyası doğru biçimde anlaşılamaz. Sevgili Dursunoğlu’nun bu emek mahsulü eseri işte bu faktörü enine boyuna ele alıp işliyor. Eser Anka Yayınları’ndan çıkmış.

“Gazel okumak” istemiyorsanız, kitap okuyun. Çünkü kitap hâlâ bilginin en sadık taşıyıcısı.

( 02 Nisan 2001 )

 

Yorum Yaz