Kişiliğimizi vahye inşa ettirmeden olmaz

Kur’an vahyi, kendisine yabancılaşan insanı kendisiyle bilişik, barışık ve tanışık kılmak için gönderildi.

Yani Kur’an insanın imha edilen iç dünyasını yeniden inşa edecekti. Tasavvurunu, aklını, kişiliğini… Tasavvurunu doğru ölçüp-tartsın, hayatın üzerinde yükseldiği kavramların içini yanlış doldurmasın diye inşa edecekti…

Mesela insanlar “kâr-zarar”, “hayat-ölüm”, “kazanç-kayıp”, “mazi-istikbal”, “başarı-başarısızlık” derken neyi kastediyorlar?

Adam gitmiş haramdan kazandığını “kâr” ya da “artma” sanıyor. Böyle biri zekata, sadakaya, yardıma da “zarar” ya da “eksilme” olarak bakacaktır.
Adam amaçsız yaşıyor, aslında vahyin “diri-ölü” tanımına göre ölüler sınıfına giriyor. Fakat o yaşadığını sanıyor. Adam akletmiyor ve Kur’an ona “pisliğe mahkum olduğunu” söylüyor, fakat o kendisini “temiz” zannediyor; çünkü pis-temiz kavramını vahiy inşa etmemiş.

Adam çocuğunun istikbalini kurtarmaktan söz ediyor. Fakat o “istikbal” derken dünyayı kast ettiği için çocuğunun gerçek istikbalini mahvediyor. Eğer tasavvurunu vahiy inşa etse, çocuğunun dünyevi istikbalini kurtarmak için ebedi istikbalini feda ettiğini görecek.

Adam hile, desise, vurgun, soygun, hortumla elde edilmiş haksızlıklara “başarı” adını vermiş. Tam şeytanın gör dediği yerden baktığı için, onun gerçek bir başarısızlık olduğunu görmüyor. Çünkü Allah’ın gör dediği yerden bakmıyor.

Bu mantığa Kur’an, “cahiliyye tasavvuru” (zanne’l-cahiliyye) diyor.

Bu mantığın tipik bir örneğini temsil eden Mekke putperestleri, Allah’ın kendilerini desteklediğini düşünüyorlardı. Bunların başında Ebu Cehil geliyordu.

O gerçekten de 80 santimi, bilmeden 1 metre diye tartan ‘cahillerin’ başında geliyordu. İnkarında samimi idi. Onun içindir ki Bedir’e inkarında bile samimiyetsiz olan Ebu Leheb gibi paralı asker göndermeyip bizzat kendisi katılmış ve ölmüştü. Başta Taberi olmak üzere bir çok tefsir otoritesinin Enfal 19’un tefsiri bağlamında naklettiklerine göre, Bedir savaşına çıkarken Ebu Cehil, haklı olan tarafa fetih ve zafer vermesi için Allah’a dua etmişti.
O, kendilerinin hak yolda olduğunu düşünüyordu. Bu düşünceyi yanlış bir “hak” tasavvuru üzerine oturtmuştu. Ona göre Allah kendilerini destekliyordu.

Eğer desteklememiş olsaydı, kendilerine bu kadar nimeti vermezdi. Ona göre kim yoksul ve zayıfsa o Allah’ın desteğinden uzaktı, kim varsıl ve güçlüyse o Allah’ın desteğine mazhardı.

Oysa ki, dünyada güçlü ve zengin olmak Allah tarafından sevilmek ve desteklenmek, güçsüz ve zayıf olmak Allah’a uzak olmak anlamına gelmiyordu. Bu sadece, câhilî tasavvurun bir kuruntusuydu. Ebu Cehil bu kuruntuyla Allah’tan haklı olan taraf için fetih ve zafer isteyebiliyordu. Gerçekte, kendisine beddua ettiğinin farkında değildi. Kur’an onların ve başta ehli kitap olmak üzere onlar gibi düşünen herkesin bu tasavvurunu Mekke’de nazil olan Mu’minun suresinde şöyle “imha” ediyordu:
“Kendilerine servet ve evlat vermekle, onların iyilikleri için çırpındığımızı mı sanıyorlar? Kesinlikle hayır, fakat onlar bunun farkında değiller.” (23.55-56; ayrıca krş. 3.178)

İşte bu, Kur’an’ın yepyeni bir tasavvur inşa etmek için eski ve yanlış tasavvuru nasıl imha ettiğinin sayısız örneklerinden sadece biriydi.

Mesela, vahiy bir münafığın kâr-zarar tasavvurunu hedefine koyar. Bakara suresinin 8-20. ayetlerinde, münafıkların çift kişilikli ve çok yüzlü tavırları deşifre edilir.

O, kendi iç dünyasında inanmadığı halde “inandım” diyerek hem Allah’ı hem de inananları aldatacağını düşünmektedir. Fakat onu bozguncu tavır ve davranışları ele vermektedir. Kendisine “Bulunduğunuz yeri fesada verip bozgunculuk çıkarmayın” uyarısını yaptığınızda, hemen savunmaya geçerek “Bakın, biz sadece ıslahat yapan reformcularız!” derler. Suçüstü edilen ikiyüzlülerin, savunmaya geçerken “biz” diye söze başlamaları, bir tür parmak izi bırakmaları anlamına gelir. “Biz”li bir söylemle sadece kendileri gibi düşünen bir grubu değil, sanki bir bedende taşıdıkları birden çok yüzü, bir yürekte taşıdıkları birbirine zıt birden çok kişiliği ifşa etmektedirler.
Bu ayetlerde deşifre edilen münafık tavrının temelinde hangi yanlış tasavvur bulunmaktadır? Sorumuza cevabı bu ayetlerin sonunda yer alan 16. ayet vermektedir: “Onlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar, ticaretleri onlara ne bir kâr sağladı ve ne de doğru yolu bulabildiler.”

Burada düşünce tarzının şifreleri çözülen ve maskeleri bir bir indirilen münafık kişiliğin tüm bu münafıkça davranışlarının temelinde yatan yanlış kâr-zarar tasavvuru ele alınmaktadır. Onun tüm bozuk davranışları, işte bu bozuk tasavvurundan doğmaktadır. O “ticaret”î kutsaldan soyutladığı için, “kâr” tanımı da yalnızca dünyevi olanla sınırlı kalmıştır.

Ölçüp tartmış, fakat yanlış ölçüp tarttığı için elması verip karşılığında cam almış, ya da cama elmas fiyatı ödemiştir. Eşyanın özüne değil sadece kabuğuna takıldığı için, çamsakızıyla balı karıştırmıştır. Ardından da kâr ettiğini sanmıştır.

Kâr kavramına, sadece “maddi” olanla sınırlı ve tek dünyalı bir anlam yüklemiştir. Bu ters bakış da onun zararı kâr gibi görmesine neden olmuştur. Kur’an, münafık kişiliğin tüm yanlış tavır ve davranışlarının temelini göstererek, bütün bunların onun yanlış kâr-zarar kavramından kaynaklandığını ima etmiştir.

Bu yeniden inşa için bir tasavvurun imhasıdır.

Görüyorsunuz, “müslümanım” demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi müslüman etmek zordur. Bunu da yapmadan adam gibi müslüman olmak mümkün değildir.

Yorum Yaz