Kitapsız dindarlıkla bu kadar olur (2)

Bazı sahtekarlar çıkıp da, birilerine telefonla “Ey kulum! 45 dakika sonra yanındayım”, “Ey kulum hangi peygamberimi istersen göndereyim; Hz. İbrahim’i mi, Hz. Muhammed’i mi, Veysel Karani’yi mi?” diyor ve bu ülkenin saf, temiz ama zavallı dindarları arasından buna kulak vererek trilyonlarca lira dolandırılanlar çıkıyorsa, orada durmak lazım.

Burada sorun dolandırıcılar değildir. Çünkü sahtekar; sahtekardır. O ne ile dolandırdığına değil, eline geçene bakar. Meşhur sözdür: “Yıkayıcı kazansın da, ölü kabir kabir sürünsün.” Umurunda mı?

Burada asıl mesele, böyle bir çeteye 10 yıldan beri müşteri olan dindarların bulunuyor olmasıdır. Ondan da öte, böyle bir dindarlık çeşidinin olmasıdır. “Ben Allah’ım” diyen birilerine “öyleyse ben de senin kulunum” diyecek kadar kırılgan, yamuk ve cehalete dayalı bir dindarlık türünün bulunabilmesidir.

Bu öyle gülünüp geçilecek, basite alınacak, “aman canım 40 küpte bir çıkar” diye es geçilecek bir durum değildir. Değildir, çünkü bu kadar sivri ve uçuk olmasa da, etrafımızda çok samimi, çok iyi niyetli birçok dindarın, buna benzer bir din anlayışıyla başının hoş olduğunu, gül gibi geçinip gittiğini biliyoruz.

Bu, kitâbî değil hamasî dindarlıktır.

Bu, Kur’an’ın “Allah aklını kullanmayanların üzerine pisliği boca eder” (Yunus 100) dediği durumdur.

Bu, Kur’an’ın “Şeytan sizi Allah ile aldatmasın” dediği durumdur.

Dikkat buyurun! Saf ve samimi insanları Allah’la aldatan görünür görünmez şeytanlara değil bu hitap. Ya kime? Onlara aldanan zavallılara? “Sizi aldatmasın” diyor. Eğer siz aldanmaya hazırsanız, sizi aldatmak için Allah’ı bile kullanmaktan çekinmeyen densizler çıkar, diyor.

Bunun temelinde, Müslümanların Kitab’lı bir dine mensup olmalarına rağmen “kitapsız”mış gibi davranmaları yatıyor. O kitap Kur’an’dan başkası değil. Kur’an’a inanıp Kur’an’dan habersiz bir Müslümanlığın gelip duracağı anlayış işte yukarıda en uç örneğini gördüğümüz anlayıştır.

Peygamberimizin, ümmetini kıyamette Allah’a şikâyet ettiği tek konu, “Ümmetin Kur’an’ı mehcur bırakma” konusudur. Ayetteki “mehcûr” bırakma, “hiç bilmeme, yabancı kalma, tamamen terk etme” değildir. Elinin altında olduğu halde yararlanmama, ulaşabileceği halde “ulaşmama” anlamını ihsas eder.

İlmî dindarlık, Kur’an’lı dindarlıktır. Hissi dindarlık, Kitab’sız dindarlıktır. “Kitap’sız dindarlık da olur mu?” demeyin. Olur, ama işte böyle olur.

Böylesi dindarlıktan, “Okunmuş Yasin”e pazarlık yapmayan, fazla para döken bir dindar çıkar.

Namazın her rekatında okuduğu Fatiha’da “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz” deyip, daha namazdan çıkar çıkmaz tam tersini yapan bir dindar çıkar.

Kur’an “Hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu yüklenmez” derken, kendi sorumluluğunu yükleyecek bir hoca, bir üstad, bir mürşit, bir şeyh, bir imam arayan dindar tipi çıkar.

Kur’an “İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır” derken, başkalarının sırtında cennete girmek için planlar yapan bir dindar tipi çıkar.

Hz. Peygamber, “Kızım Fatıma, Allah’ın elinden nefsini satın al! Babam Peygamber diye güvenme! Vallahi senin için de yarın bir şey yapamam!” diye çağları aşan sesiyle ünlerken, rantçılığını yalnız yalan dünyada değil, ahirette de sürdüreceğini sanan “uyanık” tipler çıkar.

Dahası, her müminin boynuna yüklenen “Allah yolunda var gücünü harcama” (cihad) gibi bir farzın yanına yaklaşmayıp, gözleri ufukta Mehdi ve Mesih bekleyenler çıkar. Onların bu talebine bakıp iştahı kabaran ve “Ben Mehdi’yim, Ben Mehdi’nin habercisiyim! Ben Mehdi’nin habercisinin habercisiyim! Ben Mesih’im” diyen uyanıklar ve onları pazarlayarak geçinenler çıkar.

Sahte Mehdi ve Mesih’lerin Allah’tan geldiğini söyledikleri sahte vahiyler çıkar. (Şu anda en az üç adedi tedavülde bulunuyor).

“Bizim üstat, her gece bu işleri Peygamberimizle istişare edip, etrafına öyle talimat veriyor” diyen tipler çıkar. “Bu işler böyle oluyordu da, Hz. Peygamber’e can feda etmiş, onun en yakın arkadaşlarından Hz. Ebubekir ile bir o kadar yakın olan Hz. Ömer, zekat vermeyenlere verilecek ceza konusunda niçin birbirine muhalif kaldılar?” diye soramazsınız. Yine, “Bu işler bu kadar kolaydı da, Hz. Ömer, Kur’an’ın toplanması gibi en hayati bir konuda aylarca neden başını çatlatırcasına düşündü ve istişare üstüne istişare yaptı? Hz. Aişe, sonunda pişman olacağı Cemel gailesine girmeden, yıllarca aynı yatağı paylaştığı Efendimiz’le istişare edemez miydi? Yoksa Hz. Aişe, Hz. Ömer, Hz. Ebubekir, hocanızın derecesine çıkamadı mı?” diyemezsiniz.

Eğer böyle giderse, civciv de çıkar, kuş da çıkar. Şapkadan tavşan, külahtan fil çıkar. Aklımızı başımıza, başımızı omzumuz üstüne, vahyi hayatımıza, Nebi’yi önümüze almamakta direnirsek, bekleyin daha neler neler çıkar. Demedi demeyin. Benden söylemesi.

Yorum Yaz