Kokunâme

Sadi Şirazi, ünlü eseri Bostan ve Gülistan’da anlatır.

Bir avuç toprak aldım der, gül kokuyordu. Sordum, senin asli kokun bu değil, sen bu kokuyu nereden aldın? Cevap şöyledir: Ben bir gül ağacının dibinin toprağıydım, onun kokusu bana sindi, işte bu nedenle gül kokuyorum…

Gülün dibindeki toprak olmak…

Kenef toprağı olmak da var sonuçta. Sanırım ona da kenef kokusu sinecektir. Aslında onun taşıdığı kötü koku da kendi asli kokusu değildir. Toprağın asli kokusunun, kendine has bir özelliği ve güzelliği vardır. Hani, Nisan yağmurları yağmaya ilk başladığında insanın burnuna burcu burcu gelir ya, işte öyle!

Aslında her şeyin asli kokusu güzeldir. Kötü koku, orada bir kokuşmanın, bir bozulmanın, bir çözülmenin, bir başkalaşmanın olduğunun “alamet-i farikası”dır. Eşyanın doğası bozulmadan, kimyasal sistemi çözülmeden, kendi doğal kokusu da bozulmaz.

Doğal kokusunu doğası bozulduğu için kaybeden şeylerden gelen koku, koku kaynağı hakkında gelen bir mesaj, bir haberdir. O kaynağın kokuştuğunu gösterir. Kokuşan unsurun, kendi kokuşmuşluğunu bildirmek için kötü koku yayması, koku alma yetilerini kaybetmemiş olanlara bir iletidir. Fakat bazılarının işi kokuşmayı değil, kokuşmanın fark edilmesini engellemektir.

Bu engellemenin en sistematik yapıldığı yerler, kokuşmanın sistem haline geldiği yerlerdir. Buralar, “sistemin kokuşması”ndan, “kokuşma sistemi”ne ‘terfi’ etmiş yerlerdir. Bu tür yerlerde tüm kokuşma bir “sistem” dahilinde planlı ve programlı olarak yürütülür. Ta ciğerine kadar kokuşmuş olan bu sistemin sahipleri, “derin” kokuşmayı önleme değil, onu çıkara dayalı bir sektöre çevirme misyonunu üstlenirler. Onlar için birinci öncelik “kokuşmanın güvenliğini sağlamak”tır.

Bu tür bir misyon üstlenmiş olanlara baktığınızda, genellikle bunların ya kokuşmanın sorumluları, ya da kokuşmanın devamından çıkar sağlayanlar olduğunu görürsünüz. Bunların kimileri kendilerinin olduğu yerde kokuşmanın kaçınılmaz olduğunu önceden bildikleri için, hazırlıklıdırlar. Kokuları çıkmasın diye kalın yorganlar tedarik etmişlerdir. Sürekli bastırırlar fakat ne kadar kalın olursa olsun, hiçbir yorganın bastıramayacağı kokuların da olduğunu akıllarına getirmezler. Dahası, kokuşma ilerledikçe, koku bastırmak için tedarik edilen yorganlar bizatihi kötü koku yayan “ifşa edici” bir işlev kazanırlar.

Kimileri ise, sağlıklı burunlar haberdar olmasın diye, sentetik koku üretimiyle meşguldürler. Bu bir tür gündem saptırmaktır. Ya da, ölü evinde çiftetelli oynamak… Onların işi ortamın ne kadar güllük gülistanlık olduğunu koro ya da solo halinde tekrarlamaktır.

İlginç olan da nedir, biliyor musunuz? Devamından çıkar sağladıkları kokuşmanın kokusunu bastırmak için sentetik kokular pazarlayan bezirganlar, bir de bu yoldan vurgunu vururlar. Varlıklarıyla kokuşmanın nedenidirler, fakat kokuşmanın sırtından geçinecek kadar da yüzsüzdürler.

Kokuşma sisteminin yukarıdakiler de dahil hiçbir unsuru, güç kullanma yeteneği olan unsuru kadar tehlikeli değildir. Kokuşma sisteminin bu unsuru, yorgan kullanmaya tenezzül etmez, sentetik koku bastırıcılarına da iltifat etmez. Çünkü o “güç” kullanır ve koku alma yeteneği olanların tam burunlarının üzerine çalışır.

Tabii ki vururken başka şeyler söyler. Esas duruşunu niçin bozdun falan gibi. Ama onun vurduğu yere dikkat edin, hep burunların tam üzeridir; kokuşmanın kokusunu alan burunların… Onları kendileri için öncelikli tehdit olarak algılarlar. Çünkü koku alabilecek yetisini kaybetmemiş her burun sahibinin, kokuşma sistemi için en büyük tehdit olduğunu düşünürler.

Kokuşma sisteminin ekmeğini yiyenler, ara ara, artık işe yaramaz hale gelmiş tali unsurları gözden çıkarırlar. Onları, burunlarının direkleri pis kokudan kırılan kitlelerin önüne atarlar. Amaçları kitlelerin tüm dikkatlerini gözden çıkardıkları o unsurların üzerine çekmektir. Çoğu zaman bu amaç aynen gerçekleşir. Kitleler önlerine atılan kokuşma sisteminin “kurban”ları üzerinde kendilerini tatmin ederken, sistemin kaymağını yiyenler kokuşmamış bir çok unsuru daha kokuşturmakla meşguldürler.

Sistemin tüm arzusu, koku alma yetisini yitirmiş bireylerden oluşan bir toplum inşa etmektir. Bunun için de kokuşma sisteminin eğitim politikası, beyne giden koku alma sinirlerini köreltme üzerine oturtulmuştur. Müfredatın tek amacı budur.

Sistemin ekonomi politikası, koku önleme sektörü üzerine kurulmuştur. Ekonominin tüm imkanları, “kokuşmayı teşvik fonu”na ayrılmıştır. Bu imkandan yararlanmanın tek şartı vardır: Kokuşma sisteminin bir parçası olmayı kabullenmek ve kokusunu çıkarmamak. “Kokut ama kokunu çıkarma” sloganı üzerine oturan bu ekonomide, kokuturken kokmamayı başaramayanların gözden çıkarılacağı yazılı olmayan kurallardandır.

Kokuşmanın dışında olalım, tamam. Burunlarımızın üzerine yediğimiz yumrukların sayısını unutsak da, pis kokuya alışmayalım, ona da tamam!

Fakat benim bir korkum var.

Toplum olarak, kenef toprağı gibi kokmaya başlamak!

Çünkü gül ağacımızı söküp, yerine kenef yaptılar.

Yorum Yaz