Siretü’l Kur’an 34. Ders | Adiyat Suresi (14) Kur’an’ın İnsan Eleştirisi

                                          SİRETÜ’ÜL KUR’AN- 34. DERS-

               ADİYAT SURESİ (14) Kur’an’ın İnsan Eleştirisi- 28.11.2021

 

Değerli dostlar, sevgili kardeşler. Hepinizi selamların en güzeliyle selamlıyorum. Gönlünüzde ne ise Allah onu elinize koysun. Razı olduklarınıza gönlünüze koysun inşallah.

Bugün “Kur’an’ın Hayat Yolculuğu” dersimizin 34.sü. 28 Kasım 2021. Yine her zaman olduğu gibi aynı saatte. İki haftalık aralarla aynı günde 34. dersimize başlıyoruz. Konumuz Adiyat Suresi. Sıra orada.

Biliyorsunuz Kur’an’ın hayat yolculuğu derslerini işlerken nüzul sırasını takip ediyoruz. Bu bir tefsir dersi, bir yorum dersi değil. Dolayısıyla daha önce yaptığımız için o dersleri, bu derslerin bir tefsir dersi olmasını istemedik. Bu, aslında bir sondaj dersi. Yani sadece Kur’an’ın ayetlerine değil Kur’an’ın işaretlerinden, ki ayet, işaret demek. Kur’an’ın ayetleri: Kur’an’ın kâinat kitabını gösteren parmaklarıdır. Kur’an’daki her ayet bir parmaktır, bir işaret parmağı. Onun gösterdiği yere bakmaya çalışıyoruz bu derslerde. O parmaklar nereyi gösteriyor. O parmaklar kâinat kitabını gösteriyor. Hemen birçoğu kâinat kitabının herhangi bir sayfasına işaret eder. Yere, göğe, havaya, toprağa, suya, aya, güneşe, yıldıza… Bazen hadisat kitabına işaret eder. Olaylar kitabına. O zaman da olayların içine dalarız tarihe gideriz. Tarihte, yaşanmışlıklara bakarız. Oradan ibret almak için, ders almak için okuruz. Onu okuruz. Bazen o parmaklar, Kur’an’ın ayet dediği o parmaklar, insanı gösterir. Bizzat insanı. İnsan da Allah’ın kitabıdır. Yani kitabın ifadesiyle; insan Allah’ın kitabıdır. Dolayısıyla “insan kitabını” okuruz. İnsan kitabının psikoloji suresini okuruz. İnsan kitabının sosyoloji suresini okuruz insan toplulukları, insan toplumlarının davranışları. İnsan toplulukları ne zaman ne yaparsa nasıl bir sonuç ortaya çıkar? İnsan toplulukları yani sosyoloji biliminin ortaya serdiği insan topluluklarının, davranışlarının sonuçları, sebepleri, nedenleri, sebep-sonuç ilişkileri. Bazen o insan ayetleri, bizatihi tıp insanın rahatsızlıklarını gösterir. Hastalıklarını gösterir. Bazen bu hastalıklar psikolojiktir. Bazen bu hastalıklar biyolojiktir. Bazen bu hastalıklar, başka sebeplerle, dış sebeplerle veya temizlikle alakalıdır. Bazen bu hastalıklar, çok yemeyle alakalıdır. Yani çeşitli veçheleriyle, çeşitli sureleriyle insan kitabını okuruz. Bazen de hayat kitabının kendisini okuruz. Hayatın kitabını okuruz. Hayat kitabının surelerini okuruz. Hayatın önümüze serdiği imkanlar… tabi bu imkanların yan etkileri… Bu imkanların sonuçları… Bu imkanların, doğru kullanıldığında sonuçları yanlış kullanıldığında sonuçları… Ve tabi bu imkanların, bize getirdiği birtakım yükler, sorumluluklar ve her türlü kayıt-kuyudat. İşte burada bunu yapmaya çalışıyoruz. Kur’an’ın hayat yürüyüşü dersleri bir tefsir değil, Kur’an’daki işaretlerin yani ayetlerin gösterdiği kâinat kitabının, insan kitabının, olaylar ve olgular kitabının okunması. Yani bunu sondaj olarak niteliyorum. Oraya bir sondaj yapıyoruz.

Bakalım burada ne varmış? Buradan nasıl istifade edebiliriz? Nasıl bir ders çıkarabiliriz? Bu işaretle, gösterdiği yere nasıl bakarız? Doğru bakış nedir? Yamuk bakış nedir? Gösterdiği yere doğru bakmazsanız… hatta gösterdiği yer nedir? Bazen gösterdiği yer, göstergenin gösterdiği yeri bilemeyebiliyoruz, bulamayabiliyoruz. Tabi bir de fokuslanma problemi var. Yani odaklanma problemi. Gösterdiği yeri bazen görmeyebiliyoruz hatta gözümüz bozuk oluyor. Bazen hipermetrop oluyor, bazen miyop oluyor. Bazen uzağı göremiyoruz bazen yakını göremiyoruz. O olguyu ve o olayı anlamaya çalışıyoruz ama bazen o olayı anlamaya çalışırken gözümüzün önüne kibrit çöpünü dayıyoruz, arkadaki ormanı unutuyoruz. Ormanın yanışıyla hiç ilgilenmiyoruz. Kibritin yanışına dikkat kesiliyoruz. Bu da bir körlük çeşidi. Görüyorsun bir şeyi ama bütünü görmüyorsun parçayı görüyorsun. Hatta parçanın da parçasını görüyorsun. Dolayısıyla bütünü algılayamamak gibi bir problemle yüz yüze kalıyorsun. İşte bütün bunlar ve daha fazlası bu derslerde işlemeye vermeye çalıştığımız şeyler.

                                        ADİYAT SURESİ (14)

                             KUR’AN’IN İNSAN ELEŞTİRİSİ

Yine bir eleştiri suresiyle karşı karşıyayız. Yani ne yapayım? Eğer içerik buysa, muhteva buysa, eleştiriyse… Ben napayım? Görüyorsunuz bir önceki sure de eleştiriydi. Zaman eleştirisi. Ondan önceki sure de eleştiriydi. Taaa birinci sureden itibaren, dikkat buyurun lütfen, Kur’an eleştirel bir üslupla girdi. Zira eleştiri tövbedir. Zira eleştiri istiğfardır. Zira eleştiri istiğfar, tövbe, öz eleştiridir. Dolayısıyla sorgulamayan, merak etmeyen, araştırmaz. Araştırmayan, sorgulamaz. Sorgulamayan, gelişmez. Gelişmeyen, değişmez. Dolayısıyla sonuç da şekilde görüldüğü gibi olur. Onun için önce merak edeceğiz, ondan sonra sorgulayacağız. Hani ne demişti Hz. Sokrat: “Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.” Ben de diyeyim: “Sorgulanmayan din, inanmaya değmez.” Onun için inancınıza ne kadar değer verdiğiniz, inancınıza ne kadar emek verdiğinizle alakalı. Emek vermediğiniz bir şey, değer vermiyorsunuz demektir. Öyle değil mi? Diyelim ki; bir müteahhitsiniz, inşaat yapıyorsunuz eğer inşaata değer verdiğinizi, işinize değer verdiğinizi, işinizi dikkate aldığınızı bize göstermek istiyorsanız ne yaparsınız? Ona daha iyi emek verirsiniz. Onu daha kaliteli yaparsınız. Bu onu daha değerli kılar. Ona değer verdiğinizi biz bundan anlarız. Diyelim ki terzisiniz, diyelim ki berbersiniz; bu işi iyi yapıyorsanız, mesleğinize değer veriyorsunuz demektir. Mesleğinize değer veriyorsunuz. Bu ayrı bir şey. Bakınız mesleğiniz, değerini sizden alır o zaman. Yoksa, siz mesleğinizden alırsınız. Yani bu anlamda değer vermek ve değer almak meselesi birazda.

                 I — KUR’AN’IN EKONOMİK DİLİ (ÎCAZ)

 

Adiyat suresini iki bölüme ayırdım işlerken dersi. Birinci bölümü Kur’an’ın ekonomik dili (icaz). Birinci bölüm başlığımızı bu.

 

Ekonomik dil ne demek?

Evet. Efendim, ekonomik olmayan bir dil de var. Hani demiş ya zat: “Zamanım yoktu uzun yazdım. Zamanım olsaydı kısa yazardım”. Hakikaten bilmem sizler de yaşadınız mı? Ama bendeniz bunu çok yaşadım. Kısa yazmak için uzun emek vermek lazım. Çünkü çok büyük bir anlamı çok az bir söz dizesine sığdıracaksınız. Bunun için üzerinde çok çalışmak lazım. Yani bir cümleye iki üç anlamı sığdırmanız lazım. Her kelimeyi doğru yerine koymanız lazım. Ki kısa yazıp uzun anlatasınız. Yoksa çok uzun konuşursunuz. Hatta o kadar konuşursunuz ki hiçbir şey anlatmazsınız. Yani “Ne yaptı?” dersiniz? “Ya bir saat konuştu.” “Ne söyledi?” “Valla hiçbir şey anlamadım.” dersiniz. Niye? Dedim ya, yani ekonomik olmamıştır o. İktisatlı olmamıştır. Sözde de böyle bir ekonomi vardır. Söz ekonomisi. Yani çok uzun uzun konuşmak —lafın harmanı olmaz— sözü ne güzel bir söz Anadolu’nun deyimlerinden biri. Lafın harmanı olmaz gerçekten de. Çünkü şey olmadığı için dilin kemiği de olmadığı için arkadan sermaye yok ki bitecek diye korkasın. Konuşur. Sürekli konuşur. Oysa sözünü seyreltiyordur. Anlamı seyreltiyordur. Lafı çoğaltarak anlamı seyreltiyor. Lafı çoğaltınca anlam çoğalmıyor. Lafı çoğaltınca anlam seyreliyor. Seyrelmek ne demek? Şu… bakınız ekranda bir metin gözüküyor, metinler gözüküyor değil mi? Bunu seyreltin. Burada santimetre karesine düşen bir pixel (piksel) var. Bu piksel yoğunlaştıkça görüntü netleşir. Bu piksel seyreltildikçe görüntü flulaşır. Bu görüntüyü, büyütün, büyütün, büyütün… bu görüntüyü, yüz kat büyüttüğünüzde ortada hiçbir şey kalmaz. Öyle mi? Hiçbir şey kalmaz. Alın büyüttünüz. Büyütmek, mesele değil. Mesele, doğru mesafeyi yakalamak. Doğru yoğunluğu yakalamak. Çok konuşmak değil asıl maharet. Maharet: o şeyi ne kadarlık bir sözle anlatmanız gerekiyorsa onu bilmek. Bu da bir mesafedir. Onun için mesafeleri çok önemsiyorum. “Mesafe: saygıdır.” bana göre. Hatta bu mesafe, kardeş-kardeş arasında, eşler arasında, işçi-patron arasında, amir-memur arasında yani en yakına kadar; baba-evlat, anne-evlat arasında herkesin, herkesle ilişkisi arasında makul bir mesafe olması lazım. O makul mesafe saygıdır. Karşısındakinin kişiliğine saygıdır. Hatta onu bir kişi olarak gördüğünüzü oradan anlarız. Yoksa mı? Yoksa… Bakınız Kur’an’a da böyle bir mesafe şart! Çok önemli! Kur’an’a böyle bir mesafe şart.

Yüzlerimiz: logolarımızdır. Dünyanın en güzel yüzünü getirsek bakmaya kıyamayacağınız ay gibi bir yüz. Muhteşem bir yüz. Bu yüzdeki güzelliği görmek için, belli bir mesafeden bakmanız lazım. Makul mesafeden. O zaman o yüzdeki güzelliği görürsünüz. Peki, bu yüze, mikroskopla yaklaştınız. Ne görürsünüz biliyor musunuz? Bir canavarlar ormanı. Evet başta bakteriler. Bakterisiz bir vücut, bakterisiz bir organ yok. En çok bakteri de derimizde bulunur. Dolayısıyla başta bakteriler… Hatta küçük virüsler… mikroplar… ve mikrobiyolojik canlılar, canavarlar ormanı. Bir tardigradı görgünüz mü tardigradı? Uzayda bile kısa süreli de olsa yaşayabilen bir canlı. Yani mikro bir canlı. Ama öyle bir canavar ki; onun büyütülmüş halini gördüğünüzde çiğnersiniz böyle, korkarsınız. Dolayısıyla “Ya bu güzel yüzde bütün bu canavarlar ormanı bu yüz mü?” Hayır işte, sen öyle bakma! Yani mesafeyi kaybettin sen. Bazen bakıyorum; işte şu ayetin şu kelimesinin şu harfi. Efendim, eee neymiş? Şöyleymiş de öyleymiş de böyleymiş de… Mesafeyi kaybettin arkadaşım sen. Hatta bazen, ayete yoğunlaşmak bile mesafeyi kaybetmektir. Niye? Maksadı kaybettin. Maksadı kaybettin. Sorun, mesele o ayet değil ki. Mesele, o ayetin ne demek istediği. Onun sana vermek istediği ilke. O hangi ilkeye işaret ediyor. İşte işaret dedik ya. Ayet işaret demek. Yani ayete o kadar eğildin ki, ayetin işaret ettiğini göremez oldun. İşaretin, işaret parmağının, şuraya bak dediği yere bakamaz oldun. Bakmıyorsun oraya. Bakmadığın zaman neyi göreceksin sen? Harfler göreceksin, kelimeler göreceksin, cümleler göreceksin. Ve ondan sonra da geleceği yer neresi biliyor musun? Ya Kur’an’a karşı lakayt olmak ya da Kur’an’ı inkâr noktasına gelmek. Evet, evet. Ben bunları çok gördüm. Onun için, çünkü; sen aslında mesafeyi kaybettin, bakman gereken yere bakmadın.

Biliyorsunuz, şempanzelerle-insanlar arasındaki, dikkat yoklaması, dikkat araştırması yapmışlar biyologlar veya zoologlar. Yani gerçekten bu, uzun süreli ciddi emek verilmiş bir araştırma. Bu araştırma sonucunda şempanzelerin biliyorsunuz genetik olarak, insanla %98,7 insanla genetiği aynıdır. Farklı olan sadece %1,3tür. Şempanzelerle insanlar arasındaki genetik fark. Ama ana farka bakar mısınız? Asıl fark bu! Şempanzeler parmağınızla bir şeyi gösterdiğinizde o gösterdiğiniz şeye bakan şempanze olmamış şimdiye kadar. Parmağınıza bakıyor parmağa. Ama parmağın gösterdiği yere bakan insan. Sahi insanlar parmağın gösterdiği yere bakıyorlar mı? Sorun burada. İnsanlar parmağın gösterdiği yere bakıyorlar mı? Kaç insan bakıyor? Parmak, ayı gösterirken aya bakarlar, parmağa değil. Eğer parmağa bakıyorsak, o zaman geriye doğru gidiyoruz 7 milyon yıl geriye. Bayağı bir geri, bayağı bir zaman, bayağı bir mesafe var arada yani. Evet.

 

Kur’an’ın ekonomik dili dedik. Buna icaz deniliyor. ‘Icaz değil, ayınla değil. ’Icaz. Veciz kelimesini duymuşsunuzdur. Bu söz veciz bir söz. Nedir az söyle çok anlam iletiyor. Buna veciz derler. İcaz budur işte. Kur’an’ın ekonomik dili. Ki biz burada Kur’an’ın ekonomik diline güzel bir örnek görüyoruz. Bu surenin ilk 5 ayeti.

“Vel-‘âdiyâti dabhâ(n).” Buradaki vav “kasem vavı” olarak alınamaz. “Vavlar”, özü itibariyle yemin anlamına gelmezler. Mecazen yemin anlamında kullanılırlar. Bağlamda onu anlarsınız. Buradaki bağlamdan da bu vavın yemin değil, aslında, bu vavın uyarı vavı, ilenme vavı ve -belki de biraz kabaca olacak, Kur’an mazur görsün ifademi- fırça vavı olduğunu görürüz. “Yazıklar olsun!” diye onun için bu anlamı vermiştim mealimde. “Dinmez bir hınçla saldıranlara.” Adiyat. Dinmez bir hınçla saldırmak yani aduv udvan: düşmanlık anlamına geliyor. Gireceğim yorumuna.

“Fel-mûriyâti kadhâ (n)” “Ve öfke ateşiyle etrafı tutuşturanlara yazıklar olsun”

“Fel-muğîrâti subhâ (n)” “Ve sabaha kadar kıskançlıktan kıvrananlara yazıklar olsun.” Muğirat aslında ğayr- ğayret duymuşsunuzdur. Hatta ğayur. Kıskanç demek evet. Yani bunu bir yerde söylerken… bir büyüğümüz rahmetli oldu. Bir büyüğümüz dayanamamış “Ya hocam” efendim “Allah kıskanç olur mu?” falan demişti, ama kıskançlığı ne olarak tanımlıyoruz? Yani bu çok önemli. Bu anlamda şirkin affedilmez bir günah olmasının üzerinde bir daha durmalı ve kıskançlığı Allaha nispet edilen ğayur ismindeki o ifadenin, bir duygusal bir zaaf değil, aslında koruma duygusu, koruma isteği. Kulunu koruma isteği olduğunu anlamak lazım. Kulunu, kendinden koruyor. Zira, şirk, Allaha zarar vermez. Şirk, insanı parçalar. Şirk: şirket, şirk: bölünme, şirk: parçalanmadır. Dolayısıyla şirk, insanı parçalar, zihni parçalar. Onun için tevhitte insanı bütünler. Tevhidin bütünlediği, Allah değil. Parçalanmaz ki bütünlesin. O Samed’dir. Yek pare bir kaya demektir aslında. Efendim, yani içine ne bir şey girer ne içinde bir şey çıkar; doğmaz, doğurulmaz. Dolayısıyla o Samed’dir. Es-Samed bu demektir. Peki o zaman tevhide ne gerek var. Tevhidin Allaha yaptığı iyilik nedir? Hiçbir iyilik yoktur. Şirkin Allaha yaptığı kötülük nedir? Hiçbir kötülük yapamaz. Peki nedir o zaman? Şirk insana kötülüktür. Tevhitte insana iyiliktir. Şirk insanı parçalar Tevhit insanı bütünler. Parçalanma ne demektir? Duygunuzla düşüncenizin parçalandığını düşünün. En basit sonucu şizofrenidir. Nedir? Çift kişiliklilik çok kişiliklilik. Yani “iman şizofreni” “inanç şizofreni” olmuş bir yığın insan görüyorum etrafta. İnanç şizofreni. İşte bu aslında nifak diyor buna. Anlatabiliyor muyum? Nifak hangi delikten girip hangi delikten çıkacağı belli olmaz. Dediği ile yaptığı farklı farklı. Bir şey söylüyor öbür şeyi yapıyor. Dolayısıyla elli tane yüzü var. Ama hiçbiri de kendi yüzü değil, maskesi. Birini çıkartıp, birini takıyor. “Kimsin sen?” deyince aslında kendisini bile bildiği yok. Maskesini gösterip bu benim diyor. Kendisi bile kendisini tanımıyor. Dolayısıyla bütün bunlardan Allah’ın bir çıkarı yok. İnsanın… İnsan içindir. İnsanın çıkarı vardır. Evet.

“Fel-muğîrâti subhâ (n).” Evet buradaki de “Ve sabaha kadar kıskançlıktan kıvrananlara çatır çatır çatlayanlara.”

“Fe-eserne bihi nak’â (n)” “Sonuçta bu kıskançlıkla tozu dumana katarak ortalığı bulandıranlara.”

“Fe-vesatne bihi cem’â (n)” “Nihayet bu düşmanlıkla toplumun ortasında dalanlara.”

Sorum şu 5 ayet: Burada dalanlar kim? Bulandıranlar kim? Kıvrananlar kim? Yok. İlk iki ayetteki de mevsuf diyoruz biz buna, nitelenen. Yani bu niteliklerin sahibi kim? Kimi söylüyor? Yok. Metinde yok. İşte “eliptik metin” yani “ekonomik metin” dediğim bu. Bir örnek veriyorum. Aslında bundan ibaret değil. Kur’an’da bunun gibi 5 ayrı sure daha var. Dolayısıyla bunların hepsinde sıfatlar var nitelemeler… Bunlar nitelemeler. El-Adiyat: düşmanca saldıranlar, kabına sığmayanlar. El-Muriyat: tutuşturanlar, kıvılcım saçanlar, açık arayanlar. El-Muğirat: kıskaçlıktan kıvrananlar, çabalayanlar. Bakınız, aynı zamanda olumlu anlama da geliyor çabalamak. Gayret çünkü. Eserne bihi nak’an: tozu dumana katan, suyu bulandıranlar. Fe vesatne bihi cem’an: ortalığa toplananlar, meydan okuyanlar? Meydana çıkanlar veya… Evet, sıfatların sahipleri ne olabilir veya kim olabilir? Bu niteliklerle kim ifade ediliyor? Adiyat Suresi, Murselat Suresi, Naziat Suresi, Saffat Suresi, Zariyat Suresi’nin tüm giriş pasajları, böyledir. Hepsinde de nitelenen yoktur. Nitelikler vardır. Sıfatlar vardır, mevsuf yoktur.

Evet, bunlara bazıları demişler ki savaş atları. Ali bin Ebu Talip Allah ondan razı olsun demiş ki: “Ne savaş atı ya! Bedir de iki tane savaş atı vardı; biri Miktad’ındı biri de işte falanındı.” Yani atlar bile yoktu ortada. Atlar demek için üç tane olması lazım Arap dilinde. Efendim, vesaire. Ama asıl benim söyleyeceğim şey şu: bu süre Mekki. Hem de Mekke’nin en başında. Nüzul süreci vahyin iniş sürecinin en başında inen surelerden biri. Hangi at! hangi savaş! Evet geçiyoruz. Hac kafileleri denmiş! Yahu daha Mekke’nin başındasın hangi haccın, hangi kafilesinden bahsediyorsun. Mekke’desin. Yani Allah Rasulü’ne kâbenin önünde ibadet ettirmiyor adamlar. Hangi haccın hangi kafilesinden bahsediyorsun. Vakaya uyumlu değil, zamana uyumlu değil, mekâna uyumlu değil. Bir yorum yapıyorsun, şudur diyorsun amma bir düşün bunun indiği zamana uygun mu? Nüzul ortamına uygun mu? Yok. Kıymet diyenler bile olmuş. Geçelim. Daha başka birçok şey söyleyenler olmuş.

BENİM YORUMUM

Benim yorumum Niye benim yorumum dedim biliyor musunuz? Yorum özneldir de onun için. Ben bunu gerçek bir tevazu olarak görüyorum. “Allah böyle diyor ki;” deseydim eğer, bu kibirdi işte. Kibir o olurdu. Niye? Ya sen öyle anladın. Belki yanlış anladın. Belki senden sonra daha doğru anlayacaklar çıkar. Belki doğru anladın da anladığın doğrunun bir parçasıdır tümü değildir değil mi? Senden sonrakileri niye tıkıyorsun? Niye önlerini kesiyorsun? Senden daha iyi anlayacaklar olabilir. Belki yüz sene sonra gelecek birisi çok daha güzel anlayabilir bu ayeti. Dolayısıyla “Allah böyle diyor.” bu kibirdir. Hayır. Yorumunu Allah’a dedirtme. “Ben böyle düşünüyorum” de. Eğer bir hata olursa, hata sende kalsın Kur’an’a yamanmasın. Öyle değil mi? Onun için bu, işte, gerçek bir tevazudur. Ama bunu kibir olarak gören akla söyleyeceğim şey: bir göz değiştir. Gözlük yetmez çünkü. Bu göz bozulmuş. Göz değiştir demektir.

– Kur’an’a karşı çıkan Mekke muhafazakâr dincileri: soruyorum.

– Düşmanca saldırdılar mı? Saldırdılar.

– Yakmak için kıvılcım çaktılar mı? Hem de ne çaktılar. Hem de ne çaktılar.  Hatta gerçek yakmaya bile çalıştılar. Dolayısıyla yani Ammar’ı göğsünde kızgın taşlarla dağlamadılar mı? Çöle götürüp de 50 derece sıcaklıkta kızgın çöl kumuna yatırıp, Ammar’ın yağları damlamadı mı? Düşünün bunu bile yaptılar. Evet.

– Kıskançlıktan çatladılar mı? Evet kıskançlıktan çatır çatır çatlamadılar mı? Evet çatladılar. Öyle diyordu Ebu Cehil. Biliyor musunuz? Hem de vefat ettiği gün, öyle diyordu. “Onlar, şunu yaptı, biz daha fazlasını yaptık. Onlar, hacılara yemek verdi, biz daha fazlasını verdik. Onlar, hacıları suladı, biz daha fazlasını yaptık. Şimdi, Haşimilerden bahsediyor. Kabile kavgası. Şimdi Haşimiler tutmuş bir peygamber çıkardık diyorlar. Biz nereden bulalım peygamberi.” Bakar mısınız mantığa bakar mısınız? Yaklaşıma bakar mısınız? Yani Ebu Cehil’in künyesi neydi? Ebu-l Hakem. Peki Ebu Cehil’in -hakemin babası demek- Hakem diye bir oğlu var mıydı? Bravo, tebrik ederim. Yoktu. Ebu Cehil’in hakem diye oğlu yoktu. Peki hakem diye oğlu olamayan insana, hakemin babası künyesi, niye verilir? Hikmetin babası, adam o dönemin o ülkedeki o şeydeki aydınlarından biriydi. Hem de ünlü bir aydınıydı. Yani doğuyu-batıyı görmüş, deniz aşırı seyahatler ithalat ihracat yapan adamlarından biriydi. CEO’ydu kendisi. Büyük şirketlerin sermayesini idare ederdi. Kervanlar kaldıran… Bu Kervanlar binle 2 bin arasında deveden oluşurdu. Ne demek bu? 2 bin kamyonet ne demek? Böyle bir kervan böyle bir ticaret ağı böyle bir lojistik. Dolayısıyla bu adam işte bu işleri yapıyordu. Ama dediğim gibi çatır çatır çatladılar.

-Suyu bulandırdılar mı? Evet bulandırdılar. Hem de ne bulandırma… Güvenilir dedikleri insana, vahiy geldikten sonra, Mecnun dediler, deli dediler.

-Sürü halinde saldırdılar mı? Saldırdılar. Başına ödül koydular. İnsanları o hale getirdiler ki, ambargo uyguladılar. O hale getirdiler ki vatanlarından çıkardılar. İşte Habeşistan hicreti budur. Bu surenin inişinden biraz sonra gerçekleşecektir o. Peki bütün bunları sordum; cevabını biliyoruz. Evet bunları yaptılar.

Kur’an dümdüz söylese biz anlasak olamaz mı?

Yani benim cevabım neymiş? Vahiydir burada mevsuf. Yani orada söyleniyor ya şunlara, şunlara… vahye saldıranlardır onlar. Evet konu da vahiydir. Dolayısıyla ilk 5 ayetin konusu vahiydir. Bu ayette nitelenenler vahye saldıran bölge insanıdır. Vahye saldıran Mekke ve civarındaki vahiy düşmanları anlam düşmanlarıdır. İlke düşmanlarıdır. Vahiy düşmanlığı tek başına vahiy düşmanlığı olarak alırsak vahye inanmayan insanlar bu sözümüzü anlamazlar. Ama aslında vahyin temsil ettiği şey karşısındaki insanları ilkeli davranmaya davettir. Karşısındaki insanları ahlaki davranmaya davettir. Karşısındaki insanlara insani davranmaya davettir. Çünkü insani davranmıyorlar, ahlaki davranmıyorlar. Mesela; güçlü bir kabilenin reisinin bir yakını öldürülüyor, o reis geliyor, katilin kabilesindeki tüm erkekleri doğuruyor, tüm kadınları da cariye olarak alıyor. Nasıl? Bu nasıl bir vicdansızlık? Bu nasıl bir asimetrik saldırı? Bu nasıl bir zulüm? İlkesi yok mu bunun diyor, ilkesi yok mu? Vahiy bunu diyor. Yani kısas kelimesi, onun için suça eş değer bir ceza demektir. Budur. Suça eş değer bir ceza. Ki caydırıcılık olsun. Dolayısıyla görüyorsunuz bir tek konuda verdim. Yani neden böyle yapıyor Kur’an? Bunu açıkça söylesin. Mevsufu yazsın. Yani nitelenen şeyi yazsın oraya. “Ey müşrikler!” desin, “Ey Mekkeliler” desin, şunu desin, bunu desin onları söylesin isimse isim söylesin… Niye böyle yapıyor Kur’an?

KUR’AN DÜMDÜZ SÖYLESE
BİZ DÜMDÜZ ANLASAK OLMAZ MI?

 İşte sorumuz bu: Kur’an dümdüz söylese, biz dümdüz anlasak olmaz mı? Evet cevabım şu:

“Onlar, Kur’an’ı derinliğine düşünmezler mi?” ayeti ne olacak? “Efelâ yetedebberûne-lkur-ân.” Bu iki yerde gelir bu cümle Kur’an’da. Yani Kur’an’ın nesini derinliğine düşüneceksin? Bir metnin aslında. Anlam taşıyan bir metnin, nesini derinliğine düşüneceksin? Çünkü, dümdük söylüyor. Dümdük söyleyince, askeriye talimnamesi gibi. Tüm işyerlerinde de talimname olur değil mi? Kapının arkasında kullanma kılavuzları olur. Kurulum kılavuzları olur. Kurulum kılavuzunu açarsın, öyle kurarsın. Ama Allah’ınızın aşkına kitap kurulum kılavuzunun bundan 150 sene sonraya saklanmasına gerek var mı? Üzerinde derinliğine düşünmeye gerek var mı? Yook. İki numaralı ahşap şuraya, 3 numaralı ahşap şuraya, dört numaralı çivi neyse vida şuraya; onu oraya onu oraya taktım bitti. Budur zaten. Ondan öte bir anlamı yok. Onun için insanlık tarihine baktığınızda; eliptik metinler yani sembolik dil kullanan metinler kalmışlar. Gerisi gitmiş. Sümer’den bize kalan 4 bin 500 yıllık 5 bin yıllık tabletler ki bunlar Suriye’de çıktı ki merkezi Iraktır. Özellikle Basra Körfezine yakın olan o körfezin uç noktasıdır. Ora Uruk Kültü ve ondan doğan Sümer Medeniyeti idi. Nehir medeniyeti idi. Dicle ve Fırat’ın havzasının ortaya çıkardığı nehir medeniyetlerden biridir. Nil: Eski Mısır nehir medeniyetidir. Ve işte Pakistan, bugünkü Pakistan Sint. Eski ismiyle Sint’in orada kurulan İndus Medeniyeti nehir medeniyetidir. Hint Medeniyetinin başladığı yerdir orası. Çin Medeniyeti nehir medeniyetidir. Sarı Nehrin Kore Körfezine döküldüğü yer karanlık denize döküldüğü yer. Dolayısıyla dünyada nehir medeniyetleri ilk kurulan medeniyetlerdir. Ve oradan bize gelen tabletlerin, ilk tabletlerin konusu nedir biliyor musun? Bunları tutan rahiplerdi. Zahire yani tahıl. Ambara giren çıkan tahılların ambar listesini tutmuşlar. Kaç kilo girdi, kaç kilo çıktı; kime gitti, kimden geldi. Dolayısıyla bunlar üzerinden yorum yapmıyoruz. Zaten bunlar üzerinde de herhangi bir çalışma yapılmamış. Herhangi bir yerde şey yapılmamış. Ama çok ilginç aynı dönemin ürünü olan, Gılgamış Destanı. Aynı bölgenin aynı kültürün aynı medeniyetin destanı. Bu destan mitoloji. Ama bu destan, sanki bir kutsal kitap gibi; evlerde okunmuş, düğünlerde okunmuş, ölülerde okunmuş; bunlar üzerine ayrıntılı şiirler yazılmış, başka destanlar yazılmış. Aynısı efendim Homeros’un destanları için İlyada ve Odysseia için geçerli. Dolayısıyla İlyada ve Odysseia’yi, İskender, Makedonyalı İskender yanında taşımış. Tüm 7 yıllık seferi boyunca. Yunan dünyasında herkesin evinde bir mushaf gibi… benzetmek gibi olamasın bir mushaf gibi taşınırdı bu. Dolayısıyla gördüğünüz gibi sembolik metinler ömürlü oluyorlar. Ömürlü oluyorlar ve daha çok elde daha çok dilde daha çok akılda oluyorlar. “Onlar Kur’an’ı derinliğine düşünmezler mi?” ayeti, işte bunun için var.

Tembel ve uyuşuk beyinler nasıl harekete geçirilecek? Evet, yani eğer dümdük söylese, dümdüz söyleseydi böyle eliptik böyle efendim sanat kullanmasaydı Kur’an. O zaman tembel zihin anlama nasıl katılacaktı? Ne arayacaktı? Yani satırlardan satır aralarına, satır aralarından satır arkalarına. Evet tedebbür bu. Dübür: arka demektir. Dolayısıyla tedebbür: satırın aralarından, satırın, arkalarına bakmak demektir. Kur’an’ın ara sokaklarında gezmek demektir. Arka sokaklarında gezmek. Arka sokaklarında. Ne dedi? Tamam ama ne demek istedi? “Maksadı ne amacı ne bununla ne söylemek istiyor?” sorusunu sordurur. Yani senin zihnini ister Kur’an. Aklını ister senden. Derki: buraya akıl kat, buraya zihnini yor, buraya kafanı yor, burada dur, burada düşün, burada üret der. Ve kafa çalıştırır. Kafayı zorlar.

 

Kur’an rahatlatmaz, uyutmaz, uyuşturmaz, kafayı çalıştırır. Evet. Ancak anlam devreden çıkarılarak (teberrüken) uyuşturucuya dönüşür Kur’an. “Teberrüken okumak” diye bir şey duydunuz mu? Teberrüken. Evet yani bu kelimenin ifade ettiği gelenek çok kötü bir şey. Teberrük kelimesi: bereket demektir. Ama “teberrüken okumak” ne demek ya? Aslında şu dur biliyor musunuz: Önce çocuğu öldürüp sonra tören düzenlemek demektir. Katilin yaptığı gibi. Katiller genellikle özellikle mafya ve organize suç örgütleri öldürdükleri adama en büyük çelengi yollarlar biliyor musunuz? Bizim Kur’an’a geleneksel kitlesel davranışımız, öldürdüğü adama çelenk yollayan mafyaya benziyor. Ne yapıyoruz? Önce anlamı öldürüyoruz. Anlamla, hiç zihni bir bağ kurmuyoruz. Emek vermiyoruz. Biraz önce söyledim. Kalitelendirmiyoruz zihnimizi, hayatımızı. Yani onun anlamıyla bir irtibat kurmuyoruz, bir yoldaşlığımız yok ayetlerle. Kur’an’la bir yoldaşlığımız arkadaşlığımız yok. Oysa Kur’an’la arkadaş olmalı insan. Zihnini, arkadaş kılmalı; aklını, yoldaş kılmalı; onunla bir yol yürüyüşlük olmalı, yol yürümelisin ayetlerle. Öyle ayetler var ki; gerçekten yolunu açar, yolunu kolaylaştırır, yolunu asan eder, yokuşunu düz eder. Ama sen öyle yok… anlamla hiçbir alakan olmamış teberrüken okumuşsun, teberrüken hatim indirmişsin. Evet hatim indirmek diye bir sevap hiç tanımadı Allah Resulü. Hiç. Sahabe de tanımadı ilk nesillerin hiçbiri tanımadı. Bunu Yahudilerden aynen aldılar Yahudilerde hatim indirmek vardır. Hem de bu sallana sallana onu bile almışlar siz hiç Tevrat’ı sallana sallana uğuna uğuna okuyan Yahudileri gördünüz mü? Hasidikleri özellikle. Bir izleyin, bir bakın. Nereden geliyor? Kaynağı buldum dersiniz buldum. Evraka dersiniz. İşte buldum bu. Kaynak bu. Çünkü onlarda Tevrat aslında ölümsüzdür. Tanrının nitelikleri Tevrat’ın nitelikleridir. İşte Kur’an’a “kelamı kadim” dedirten şey de oradan gelmiştir. Bunun için adam öldürdüler. İmamı Azamı da bunun için öldürdüler. Yani “Kur’an yaratılmamıştır” diyen zihniyete, karşı olduğu için öldürdüler. Buhari bile karşıydı iyi mi? Kendilerinden olan Buhari’yi bile kendileri öldürdü. Sokmadılar memleketine Buhara’ya hastaydı. Tedavi olacaktı, olması gerekiyordu; sokmadılar doktor göndermediler, tedavi edilmesine bile izin vermediler. Kentin dışında, ta 30 küsur kilometre uzakta; bozkırın içinde, aç-susuz-uykusuz ve biilaç öldü. Oraya da gömüldü. Şimdi kabri oradadır Buhari’nin. Dolayısıyla hadi buyurun bakın nelere sebep oluyor. Nelerden neler çıkıyor. İmamı Azam’ı zehirli çorbayla zehirledi. Ebu Cafer Mansur, Abbasilerin ikinci halifesi. Ama onun ölüm fermanını verenler, onun ölüm fermanını verenler o günün hadisçileriydi. Bugünün, bizler için tekfir fetvası verenlerin dedeleri, zihniyet dedeleri o günde İmamı Azam için verdiler. Evet, şimdi onun için …

Teberrüken okumak Kur’an’ı uyuşturucuya dönüştürmektir. Hadi biraz, bir iki fırt çekelim. Evet, evet bir iki fırt çekelim. Neee? Bir aşır okuyalım. Bir iki fırt çekelim. Ne? Kendimizi bulalım, biraz sevap alalım. Bu mu? Böyle bir amacı var mı? Bir şeyi amacının dışında kullandığınızda, onun amacına ihanet edersiniz. Ona ihanet budur. Bir şeyi amacının dışına çıkardığınızda onun amacına ihanet edersiniz. Kur’an’ı amacının dışında, çıkardığınızda, kullandığınızda onun gerçek amacına ihanet etmiş olursunuz. Onun için …

Kur’an söylemi düz değil veciz, sembolik ve sanatlıdır. Bilmem dilimin yettiğince bir şeyi anlatmaya çalışıyorum. Bunu anlatmak için de kendimi çok zorluyorum ama beceriyor muyum? Peki, teşekkür ederim. Bana umarım iltifat olsun diye söylemiyorsunuz bunu.

KUR’AN NEDEN SEMBOLİK DİL KULLANIR?

 

Daha bitmedi mevzu. Çünkü:

Sembolik dil metni hayatta tutar, ölü metin olmaktan kurtarır. Evet metnin anlamını tükettikten sonra metin müzeliktir artık. Kur’an’ı müzeye kaldırdıktan sonra nasıl istifade edeceksiniz. İlkelerin içinde olduğu, insanlığın değişmez değerlerine atıf yaptığı… aslında Kur’an’ın kendisinin söylediği yeni bir ilke yok. Bir tane ilke söyleyemezsiniz ki Kur’an ilk defa bunu Kur’an söylemiştir. Yok öyle bir şey. Bunu iddia etmek hayatı inkâr etmektir. Yani kâinat Kur’an’ını inkâr etmektir. Kur’an’dan evvel iyi insanlar vardı. Bakın peygamberlerin hayatını anlatırken dahi Kur’an “ve kâne min-essalihîn” diye anlatır. Yani Eyyub’u söyler o Salihler iyilerdendi. İşte şunu söyler, bunu söyler, onu söyler, dizer isimleri; o Salihlerdendi, o iyilerdendi, o iyilerdendi, o iyilerdendi…  Yani şunu sorsak olur mu? Hem peygamberin hayatını anlatıyorsun hem de o iyilerdendi diyorsun kötü mü olacaktı? Hayır! Asıl ben diyor… asıl sizin peygamber diye -ayrı bir kategoriye doldurup ayrı bir vagona doldurup doluşturup da kapısını kilitleyip onlar öyleydi- diyerek dama attığınız insanlar var ya ben onları iyiler olarak niteliyorum. Onlar, iyi; siz de iyi olabilirsiniz. Hemen bir yoldaşlık kurabildik mi? Kategorik olarak ayırdığınız da onunla yoldaşlık kuramıyorsunuz. Onun için peygamber arkadaşınız olamıyor. Kur’an arkadaşınız diyor ama peygamber arkadaşınız olamıyor. Bir türlü olamıyor çünkü; kategorik olarak kompartımana tıktınız, kapısını da kilitlediniz. Onun için çok önemli bu. Sembolik dil metni hayatta tutar, ölü metin olmaktan korur. Ölmez müzeye kalkmaz o zaman. Yani Kur’an’a hayat verir Kur’an’ı okuyan insan. Anlamak için okuyan insan. Bakınız, Kur’an ona hayat verir o doğru. Zaten kendisi söylüyor. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla ama o da Kur’an’a hayat verir. Karşılıklı hayat verirler birbirlerine. Çünkü birbirlerini okurlar. İkisi de birbirini okur. Ayetler seni okur sen ayetleri okursun. Onlarla aranda bir yoldaşlık oluşur, bir ünsiyet oluşur, bir ahbaplık oluşur, bir muhabbet oluşur. O zaman minnet borçlanırsın. Hayatını değiştirir. Onu görürsün hayatına dokunduğunu görürsün hayatını okşadığını görürsün hayatında iz bıraktığını görürsün “Hayatıma dokundu, bu ayet benim hayatıma dokundu. Bunun bende çok özel bir anısı var.” dersin değil mi? Evet.

Sembolik dil, metnin tüketilmesine geçit vermez. Metnin tüketilmesine geçit vermez. Tüketilmiş metin bitmiş metindir. İşi bitmiştir ölüdür o. Tüketilmiş metin. Ölü bilgidir. Oysa ilkeler ölü bilgi değildir. İlkeler zamanlar üstü çağlar üstü nesiller üstü… Ve vahiy ilkelere atıf yapar ilkelere.

Her okumanın, her okuyanın, her neslin ve çağın anlamda payı vardır. Bu çok önemli. Bu madde. Evet, eee bizden öncekiler sözü söyledi, anladı, tefsirini de yaptı, fıkhını da dizdi, kelamını da üstüne kaymak olarak serdi, bizim önümüze koydular. Bize ne düşüyor? Şapur şupur yemek tüketmek. Öyle mi? Bu mu? Böyle diyorlar aynen böyle diyorlar. “Öncekiler bilemedi de sen mi bildin” lafı budur işte. Anlatabiliyor muyum? Oysa, Kur’an’dan her neslin payı vardır. Yoksa ölüdür. Bizden evvelkiler bitirmiştir Kur’an’ı. Yemiş bitirmiştir. Bize yiyecek bir şey bırakmamışlardır. Anlamı tüketmişlerdir. Bize o anlam üzerinde derinliğine düşünmek için bir yer bırakmamışlardır. O zaman o ayetler bize hitap etmiyor “Efelâ yetedebberûne-lkur-ân (e)” “Kur’an üzerinde derinliğine düşünmezler mi?” ayeti, o zaman beni muhatap almıyor demektir. Onun, muhatap alması için, benim 1200 yıl önce gelmiş, bir falanca imam olmam lazımdı öyle mi? Bunu mu diyorsunuz? Bunu demekle ne büyük zulmediyorsunuz. İnandığınızı söylediğiniz kitaba ne büyük hakaret ediyorsunuz. İnandığınızı söylediğiniz kitaba, kadavra muamelesi yaptığınızın farkında mısınız? Ceset muamelesi yaptığınızın… Evet.

Her okumanın bir payı vardır.

  • Her okumanın: Bakınız bu önemli her okuma… sizin her okuma… Bir kişinin her okuması. Bir okudunuz değil mi; bir dahaki okuyuşunuzla, birinci okuyuşunuz aynı değildir. Verdiği de aynı değildir aldığınızda. Yaşadınız mı bunu? Ben ömür boyu yaşadım. Eğer gerçekten hakkını vererek, üzerinde düşünerek anlam katmanlarında gezinerek, yoldaşlık yaparak yani o efendim anlamın içine girerek okuyorsanız onuncu okumanızda dahi aynı değildir. Yepyeni şeyler söyler, verir. Onun için her okumanın bir payı vardır.
  • Her okuyanın payı vardır. Benim payım ayrıdır. Benim payım senin payın olamaz ki. Benim payımı, anlamaya çalışabilirsin bunu anlarım. Çünkü benim Kur’an’a ilişkin alt yapım çok daha sağlamdır. Çok daha derin bir bilgim vardır. Yani Kur’an’ın dilini derin bilirim, yani lügatini derin bilirim, edebiyatını derin bilirim, bedi-beyan-manisini derin bilirim; tefsir ilminin, geçmişte neler söylediklerini, sahabenin bu ayet hakkında neler söylediklerini, derin bilirim. Onun için; benim ne söylediğimi merak etme hakkın var. Etmelisin de… ama onunla yetinmemelisin. Dolayısıyla senin de bir payın var. Onda senin payını ara payını. Benim payım nedir? Dolayısıyla çünkü sen bir teksin. Orijinal bir varlıksın unutma. Teksin ve bu anlamda sen o yaşanmışlıklarınla da orijinalsin. Kendine has bir hayatın vardı. O hayatın damıttığı imbiğinden damıttığı da bir öz vardı. Değil mi? Ona vur. Oradan al. Evet…
  • Her neslin bir payı vardır. Her neslin. Tabii ki ya. Benden, benden 80 nesil önceki neslin, benim payımı almasını düşünebilir misiniz? Yani benden 80 nesil önce yaşamış adam düşünün. Ben onun payıyla mı iktifa edeceğim. Benim zamanımı görmemiş benim imkanımı görmemiş benim yaşadığım çağdaki sorunları bilmemiş; onun sorunları, onun sorunlarıydı; benim sorunlarım, benim sorunlarım. Benim sorunlarıma onun cevap vermesini beklemek ona zulüm değil mi? Benim sorunlarımı Şafi’nin çözmesini beklemek, Ebu Hanife’nin çözmesini beklemek, Malik’in, Cafer’in çözmesini beklemek, Zeyd’in çözmesini, Ahmed bin Hanbel’in çözmesini beklemek, onlara zulüm değil mi? Bana da haksızlık değil mi? Görüyorsunuz değil mi? Nereden atsak, bir ip çeksek kırk yaması dökülüyor. Evet.
  • Ve her çağın anlamda payı vardır. Her çağın her çağın! Bu çağın payı vardır. Gelecek yüzyılın da payı vardır. Gelecek nesillerin de payı vardır. Onun için diyorum ki; yorumumuzu metnin makamına koymayalım, vahyin makamına… Vahyi nereye koyacağız? Bizden sonrakilerin de yorum hakkı olsun. O zaman yaşar işte! O zaman yaşar! Bir metin o zaman yaşar.

 

Adı “hep okunan” burası çok önemli! Evet, daha önce kurduğum bir cümle değildi. Bu metni böyle düşünüyordum not alıyordum, birdenbire aklıma bu geliverdi; ya bu kitabın adı ne Kur’an. Kur’an ne demek? Kelimenin anlamı ne? Sürekli okunan. Ee sürekli okunan olan, adı: sürekli okunan olan bir kitabın anlam katmanı da çok olur. Yoksa nakarat olur. Yoksa niye sürekli okunur ki? Yani nakarat mı söyleyeceğiz. Gel bize bazı bazı. Gel bize bazı bazı. Gel bize bazı bazı.  Bu mudur yani? Dolayısıyla Kur’an nakarat değildir. Yani bu anlamda; eğer adı hep okunan sürekli okunan daima okunansa; daima içinde bulacağınız size ait paylar, anlam payları vardır.

Kur’an’ı her yeniden okuma, yeni bir tecrübeyle okumadır. Biraz önce söyledim geçiyorum.

Müzzemmil’de geçen “okuma neş’esi” (6) bu olsa gerektir. Hatırladınız mı ayeti. Evet. Yani sabahın neş’esinden gecenin neş’esinden bahseder. Dolayısıyla okuma neş’esi bu olsa gerektir diye düşünüyorum.

… Ve bütün bunlar ve benzeri sözlerim de bir yorumdur. 😊 Sonuna gülücük koydum ki tebessüm edesiniz diye. Yani bunlar da bir yorumdur. Bu da benim yorumumdur. İsabetli olabilir. Ama ara sıra isabetsizlik de edebilirim. Yanılabilirim. Tam isabet ettiremeyebilirim. Yani şöyle yapmayın… bazıları öyle yapıyorlar liderini çok sevenler, hocasını çok sevenler, şeyhini çok sevenler, üstadını çok sevenler, büyüğünü çok sevenler, parti liderini çok sevenler, takım antrenörünü çok sevenler; ne yapıyorlar biliyor musunuz? O eline oku alıyor, oku atıyor; attığı yere bir şey daire çiziyorlar, oraya da 12 yazıyorlar. Ve diyorlar ki 12’den vurdu. Yok öyle bir şey. Yani hedef sabit olmalı, sen ona nişan almalısın. Ama tatavacılık, yağcılık böyle bir şey işte. Senin nereye atarsan at hep 12’den vuruyorsun. Öne de atıyorsun 12’den arkaya da atıyorsun 12’den. Oysa hedef bu tarafta sen bu tarafa atıyorsun ama yine de 12’den vurduğunu iddia ediyorsun. Niye? Çünkü; birileri getiriyor, hedefi oraya şey yapıyor, takıyor, bir daire çiziyor, üstüne de 12 yazıyor; sende 12’den vurmuş oluyorsun. Yok öyle bir şey. Evet.

İşte bu yüzden:

“Allah böyle diyor” yerine, “ben böyle anlıyorum” demek gerekir. Bu tevazudur. Kur’an’ın ayetleri mızrakların ucuna takılmamalıdır. İşte bu yüzden. Muaviye bunu yaptırmıştı biliyorsunuz ” ini-lhukmu illâ li(A)llâh” ayetini “Hüküm ancak Allah’a aittir.” … Hayır, o Haricilerin yaptığı ama… hariciler bunu yaptılar ama Muaviye Haricilerden şey alarak, akıl alarak askerlerine, mızrağın ucuna, bu ayetin yazıldığı derileri taktırdı. Nedir bu? Mızrağın ucuna ayet geçirmek. Bugün o kadar çok yapılıyor ki. Adamı tekfir edeceksin; ucuna ayeti geçiriyorsun. Adamı tadlil edeceksin; dalaletle suçlayacaksın ucuna ayeti geçiriyorsun. Efendim, yani hele hele bazılarının cebinde ayetler suikast silahına dönüşüyor. Bu çok çirkin bir şey. Bu çok nahoş bir şey. Yani bakıyorsun şap ağzından bir ayet dökülüyor, suikast mermisi. Suikast mermisi. Biliyor musunuz bu Kur’an’ı güçlendirmiyor. Bu ayetlere olan lakaytlığı güçlendiriyor. Arttırıyor. Çünkü vara-yoğa eğer hasmınızı vurmak için siz ayeti, suikast mermisi olarak kullanıyorsanız; unutmayın, bir başkası da çıkar, sizi vuracak bir ayet bulur. Asıl ilkelerden yola çıkarak eleştirin. İlkeler. O ilkeler hiç değişmez. Ayetlerin de gösterdiği yerdedir onlar. Yani eğer düşman olacaksanız bir tek düşmanlık ölçütü vardır. Zulüm. ” felâ ‘udvâne illâ alâ-zzâlimîn(e).” “Kafire düşmanlık yok zalime düşmanlık var.” Müşrike düşmanlık yok, zalime düşmanlık var. Hristiyan’a düşmanlık yok, Hristiyan olduğu için sadece. Zalime düşmanlık var Hristiyan’ın zalimine. Yahudi’ye düşmanlık yok, zalime düşmanlık var. Dinsize düşmanlık yok, zalime düşmanlık var. Ateiste düşmanlık yok, zalime düşmanlık var. O zaman, düşmanlığın ölçüsü; zalimlik olarak konmuş ilke budur. Senden de olabilir… Müslüman da olabilir… zalimse zulmüne düşman olmak zorundasın. “Zulüm bizdense, ben bizden değilim.” diyecek kadar ol, hiç olmazsa! Onu bile olamıyorsan, ne olursun ki! Onun için ilkeler üzerinden yapmak lazım değerli dostlar.

“Bu tefsir/yorum Kur’an’a son noktayı koymuştur” denilmemelidir. Başta benim tefsirim için benim mealim için; hiçbir tefsir Kur’an’a konulmuş son nokta değildir. Olamaz. Son nokta olması demek ne demek? Bu tefsir, bu yorum Kur’an’ın anlamını tüketmiştir demek. Anlamı tükenmiş bir metnin yeri müzedir. Kaldır müzeye. Onun için yani bu yorum son noktadır arkadaş bundan ötesi olmaz lafı kullanmamak lazım. Hiç kimse için kullanmamak lazım. Hiç kimse de kendisi için kullanmamalı. Ya bitirmiş… buraya noktayı… yok arkadaş öyle bir şey yok. En çok ne koyabilir? Virgül koyabilir. Virgül koymanın anlamını geçen derste tavsiye ettiğim filmi izlediniz mi? İzlemedinizse bak gerçekten kaybettiniz. Yani izlemedinizse bir şey eksik kalır onu söyleyeyim. Onun için mutlaka o tavsiyelerimi boşuna yapmıyorum lütfen tavsiyelerimi tutun. Ben de boş bir adam değilim yani. Evet.

“Kelimenin tam anlamıyla “hidayet/rehberlik” kitabıdır. Kur’an. Rehberlik. Hidayet demek bu demek. Rehberlik. Yani …

“Kur’an ne fizik ne coğrafya ne tarih ne sosyoloji ne biyoloji ne psikoloji kitabı değildir.” Bu anlamda böyle yorumlamak Kur’an’ı bu kitaplardan biri gibi ele almak veya kriminoloji veya hukuk veya anayasa kitabı. Bunlardan hiçbirisi değildir. Daha önce de işledim. Nedir? Rehberliktir. Tek amacı vardır: Akla yardım etmek, insanı daha iyi insan etmek. Yetmez mi bu amaç Allah aşkına. Yetmez mi bu amaç? Evet, Kur’an’ın amacı; akla yardımcı olmak, insanı daha iyi insan etmektir.

 Soru: Kur’an hakkında bu söylediklerinizin delili nedir? Evet siz sormuş olun ben de cevap vermiş olayım.

Cevap: Uzağa gitmeye gerek yok, surenin devamındaki ayetlerdir.

             II – KUR’AN’IN AMACI AKLA

                    YARDIMCI OLMAKTIR

 

İkinci pasaja geçtik dostlar. Kur’an’ın amacı akla yardımcı olmaktır. Maşallah, güzel, güzel gidiyor.

Çorak İnsan: Açgözlü İnsan Tipi

Hadi buyurun. O sözlerimin delili neymiş görelim. Surenin devamında geliyor evet.
“İnne-l-insâne lirabbihi lekenûd(un)” “Hiç kuşku yok ki insan” evet insan, insan soyundan bahsedilmiyor el-ahd içindir. Dolayısıyla bunu yapan insan yani bir tür insan. “Rabbine karşı çok nankördür.” Çok nankördür. ” Ve-innehu ‘alâ żâlike leşehîd(un)” “Ve bu nankörlüğüne de kendisi şahittir tanıktır.” Kendisi yani Allah bir başka tanık getirmiyor ona. “Sen, sana tanıksın.” diyor. Sen sana şahit olarak yetersin. Bu da bir ayet biliyorsunuz. Evet, “İkra/ kitâbeke kefâ binefsike-lyevme ‘aleyke hasîbâ(n)” yani “Muhasebe olarak, muhasip olarak, hesap görücü olarak sen sana yetersin şahitsin.” “Ve-innehu lihubbi-lḣayri leşedîd(un)” “Ve yine o hayrı çok şiddetli sever.” Hayır: mal demektir. Çok ilginç değil mi? Arap mala hayır derdi. Kur’an’da bunu böyle almış. Evet! Mal: şer değilmiş. Bu çok önemli bir kavramsal bir düzeltme. Bakınız. Kur’an’ın bunu bu anlamıyla kullanması bir zihniyet devrimidir; ama aynı zamanda, bir zihniyete bir felsefeye de reddiyedir. Nedir o felsefe? Dünyalığın, dünya malının ve buna dahil olarak bedenin yani maddenin kötü olduğuna inanan dinler, inançlar, felsefeler… Böyle bir inanç din felsefe. Oo Sürüsüyle. Tüm düalizmlerde: “madde: kötüdür” “ruh: iyidir” Tüm düalizmlerde. Mesela İran dinleri; ta baştan beri Persin Sasanilerin ve Manihaizm’in tabi. Onun bir devamı olarak çıkan miladi 3.yüzyılda Mani, gerçekten de dikkate değer bir adamdır. Bir devrimcidir aynı zamanda. Ve bunun… ve tabi mesela, bunun en uç malın mala şeytan anlamı yükleyen inançlar da vardır. Efendim, yani kötülük ilahı anlamı yükleyen… Al buyurun şeytana tapma oradan geliyor. Kötülük ilahı. “Ahura Mazda” “Ehri Men” iyilik ilahı kötülük ilahı. Dolayısıyla her türlü düalizm, bu ayet tarafından, bu kavram tarafından reddedilir. Mal, hayırdır. Çok önemli bir şey. Çünkü “mal şerdir.” diyen bir yığın inanç ve felsefe vardır Kur’an’ın indiği dönemde. Mesela, Bogomilizm: düalist bir felsefedir, sonradan Hristiyanlığı içine absorbe etmiştir ama düalisttir. Özünde, özünde: “Dünya kötüdür, maddi varlıklar kötüdür, ruhlar iyidir.” mantığına dayanır. Onun da kökeninde işte Anadolu’da Pavlikanizm. Dolayısıyla işte -Sivas’ta merkezleri olan Bizans kilisesi tarafından, “görüldüğü yerde yakılmalıdır”- fetvası çıkarılan bu insanlara jenosit: soykırım uygulanmış olan bu insanlar, düalisttir. Yine, efendim “Yeni Platonculuk” “Yeni Eflatunculuk” düalisttir. Hatta Yunan düalisttir özü itibariyle. Yani Platonun felsefesi düalisttir. Niye? Beden ve ruh diye iki karşıt unsura ayırıyor zaten o anlamda. Dolayısıyla bu düalizm malı kötü görür. Bu tasavvuf üzerinden Müslümanları zehirlemiştir “Ed-dünya cifetün ve talibuha kilabun” ‘Dünya, leştir; onu talep edenler de köpeklerdir.” Bunu nakleden ve buna inananların hepsi de leşe o kadar konarlar ki. En çok da dünyayı onlar sever iyi mi! Benim gördüklerim hep öyleydi. Bunu söylerler; arkasından da paraya taparlardı. Servete taparlardı, iktidara taparlardı, güce taparlardı. Çok gördüm bu iki yüzlülüğü. Dolayısıyla dünya, leş falan değildir dostlar. Mal da kötü falan değildir. Bizatihi “Beden kötüdür.” dediğinizde ne olur? Ölümü, kılıcın kından sıyrılması olarak görürsünüz; özgürlük olarak görürsünüz. Hatta birileri daha da kendini tutamaz “Şeb-i Arus” der. Gerdek gecesi demek. Ben de sormuştum, “Kiminle gerdeğe girdin?” Dananın kuyruğu koptu. Savaş çıktı savaş. Evet masum bir soru. Şeb: gece demektir, arus da düğün gecesi, yani mecazen gerdek gecesi demektir. Ben de “Kiminle gerdeğe girdi?” diye sordum. Çok masum bir soru. Sahi kiminle gerdeğe girdi? Damat kim, gelin kim? Aman Allah’ım! Hiç mi düşünmezsiniz ey akıl sahipleri! Hiç mi düşünmezsiniz! Hiç mi akletmezsiniz Allah’ınızın aşkına”! Evet. “el hayr” “mal hayırdır” ama şerre alet edilebilir. Akıl hayırdır, şerre alet edilebilir. Hayat hayırdır, şerre alet edilebilir. Dünya hayırdır, şerre alet edilebilir. İrade hayırdır, ama şerri de seçebilirsin; alet edilebilir. Yani şu gördüğünüz her hayırlı şey şerre… yahu adam Kur’an’ı kullanıp muska yazıyor. En hayırlı bir şeyi en şerli bir şeye alet ediyor baksanıza! Kur’an’la büyü yapıyor. Ayetle büyü yapıyor. Dolayısıyla adam imanı kullanıp, kelle kesiyor, insan hayatına kastediyor yani iman şerre alet edince hayır olmuyor. Gördüğünüz gibi en güzel şeyler bile şerre alet edilebilir. Ama bu onu şer yapmıyor. Bu onu özünde kötü yapmıyor. Mal da öyle. Onun için “Ya Rabbi! Beni fitneden koru.” diye, bir adam dua ediyormuş Mescidi Nebevi’de, Ömer bin Hattab ikinci halife de oradan geçiyormuş. Evet, Ömer elindeki o şeyi vardı sopası. Şöyle adama bir iki tane böyle küçük şey yapmış, çekmiş. “Ne diyorsun be adam?” demiş. “Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” “Ya Rabbi! Beni, malın şerrinden koru de. Sen, sen ondan-bundan dilenecek biri mi olasın? Sen, nesilsiz mi kalasın?” … evladın bile fitnesi var. Evladın, fitnesi var diye evlattan, “Ya Rabbi! Beni evlattan koru.” der mi insan? Ananın-babanın da fitnesi var. Dolayısıyla her şeyin fitnesi var. Her şeyin imtihanı var. Her şeyin, kötüye alet edilmesi var. Evet, devam edelim.

                                         Rabbine nankör insan kimdir?

İnanmayan değildir, dostlar. İbadet etmeyen değildir. Bakınız, bu ayetler dizgesinde. Farklı inançlardan olan değildir.

 Ya kimdir? Mal-mülk, (güç-iktidar) sevdalısı açgözlüdür.

Problem buradan kaynaklanıyor. Mal değildir, insanı vahşi eden, insanı gözü dönmüş eden insanı katil eden, insanı zalim eden, insanı onun-bunun hukukuna tecavüz ettiren, malın kendisi değildir. Peki nedir? Açgözlülüktür mal sevdasıdır, mal tutkusudur daha doğrusu. Evet, mal-mülk güç-mülk; güç ve iktidarı birden kapsar onun için hep bunu yazdım. Güç ve iktidar sevdalısı aç gözlüdür. ‘El-insan’daki “el” “ahd” içindir demiştim zaten. Yani tüm insan türü değil, bu tür insan bunu yapan insanlar demektir.

Neden ilahına değil de rabbine nankördür. 6.ayet

Mal-mülk, iktidar ve güç tutkusu. Allah’ın terbiyesini reddetmektir. Evet yani Rabbine nankör diyor bakınız. Evet. ” lirabbihi lekenûd” “İnne-l-insâne lirabbihi lekenûd(un)” yani orada başka bir isim de gelmiyor Allah’ın esmasından rab geliyor, bu, bu tesadüf değil. Çünkü: Allah’ın terbiyesi Rab isminin tecellisidir, yansımasıdır. Rububiyyetini reddetmektir. Terbiyesini reddetmektir, ilahi terbiyeyi. O yokmuş gibi hareket etmektir. “Örtülü Allahsızlık” diyorum ben buna. Allah yokmuş gibi hareket etmek; örtülü Allahsızlık.

Rabbe karşı vefalı olmak, tutkularını yönetmektir. Evet. Rabbe karşı vefalı olmak, tutkularını yönetmektir. Ne gibi? İşte şu ayetlerin dediği gibi.

“Yâ eyyuhâ-l-insânu mâ ġarrake birabbike-lkerîm(i)” “Sen ey insanoğlu…” buradaki “el” tüm cins içindir, tüm insanlığı kapsar. “Sen ey insanoğlu kerim olan Rabbine karşı bu gururun ne?” Ne bu gururun? Niye böyle gururlusun? Yani cömert olan rabbine karşı

“Elleżî ḣalekake” “Ki o rab seni yarattı.” “fesevvâke” “Sana yaratılış amacı verdi.” tesviye budur. Yani torna-tesviye aklınıza gelmesin. Tabi inşaatta tesviye vardır, tornada tesviye vardır falan filan da efendim, diğer meslekler de tesviye vardır. Ama ayette tesviye bu demektir “fesevvâke” yaratılış amacını yüklemek. “fe’adelek(e)” “Ve dengeli yarattı.” Seni dengeli yarattı duygu-düşünce dengesi, beden-ruh dengesi, akıl-duyu dengesi gördüğünüz gibi. Bir sürü denge içindeyiz bir sürü dengelerle yaratıldık.

“Fî eyyi sûratin mâ şâe rakkebek(e)” “Ve seni istediği gibi terkip etti.” Terkip, burada ee” rakkebek” efendim aslında seni terkip etti. Sen aslında mürekkep bir varlıksın. Bu ne demek? Birçok şeyin bileşiminden oluşan bir varlıksın. Tek boyutlu bir varlık değilsin. Senin beşerî bir boyutun var. Ölümlü bir boyut. Evet beşerî boyut: ölümlü boyut. Onun için bunu da anlamıyorlar, yanlış anlıyorlar, yazıyorsun yanlış anlıyor. Yani bir de özgüveni var ki; yanlış anladığını falan fark etmesi mümkün değil. Beni düzeltemeye kalkıyor orada. Kıyamıyorum cehaletini gidermeye. O kadar o kadar özgüveni var ki onu bilgilendirip de cehaletini gidermeye kıyamıyorum. Ne diyeyim ne yapayım? Yani en azından şunu dese; “Hocam ben böyle anladım ben mi yanlış anladım değil mi, bu böyle olması lazım ben mi yanlış anladım.” Belki ben yanlış anladım ben kendimi düzeltirim. Ama sen yanlış anladınsa seni düzeltirim. Fakat öyle değil. Kafana vura vura eline tokmağı almış kafana vura vura diyor ki; “bilmiyorsun” efendim. İyi de kendisi hiç bilmiyor. Nasıl düzelteyim ben bunu? Hiçbir şey demiyorum onun için. Onun için yani Rasulullah’a beşer diyen ayetler ki; iki yerde var. Anlatabiliyor muyum? Efendim, onun, ölümlü tarafını hatırlatan ayetler. Çünkü: “beşera” deriye denir Arap dilinde deri. Onun için şu kadavramız, beşer tarafımızdır. Kadavramız, cesedimiz, cüssemiz beşer tarafımızdır. Bu kadar yetsin, neyse çok derine gidersek biraz zaman yetmiyor. “”Fî eyyi sûratin mâ şâe rakkebek(e)

“Kellâ bel tukeżżibûne bi-ddîn(i)” “Yo yapmayın böyle hayır durun burada durun burada ne olur durun burada bir adım daha atma!” demektir bu “kellâ” yo demektir hayır demektir. Kur’an’daki hayır sesleri üzerinde daha önce durmuştum. Hayır sesleri çok önemli. Hayır kelimesini görüyor musunuz? Ne güzel yakışıyor her yere. Hayır, aynı zamanda; yok demek, değil demek, ıı demek ama biz o kelimeyi almışız. Aslında Türkçede öz Türkçede “cok” “yok” şeklinde telaffuz edilmiyordu. “Cok” şeklinde telaffuz ediliyordu ilk Türkçede. Halen de orta Asya lehçelerinden bazılarında cok şeklinde telaffuz ediliyor. Ama biz hayır aldık. Hayrı aldık Arapça olarak. Niye? -Yokluğunda hayır vardır.- yorumuna dayanır bu. Yani bir şey yoksa, yokluğunda da hayır olabilir, anlamına gelir. Oradan bile bir hayır çıkarmışız yani. Evet.

“Kellâ bel tukeżżibûne bi-ddîn(i)” “Yo onlar dini yalanlıyorlar.” Ne demek dini yalanlama? Din, ne demek? Din! Çünkü, dinden…  Bugün herkes din anlamını bildiğini zannediyor. En çok anlamını bildiğini zannettiğiniz kelimelerin en çok anlamı bilinmiyor biliyor musunuz? Kur’an kavramlarının… kavram diyorum. Bakınız bunlar önemli idiom yani terimler. Kur’an terimlerinin, Kur’an kavramlarının maalesef anlamları yok olmuş. Gerçek anlamları. İthal anlamlarla, o yok olan anlamların boşluğunu doldurmuşuz. Bu ithal anlamlar ya Yahudilikten ithal ya Hristiyanlıktan ithal ya Budizm’den ithal ya da İran dinlerinden ithal olmuş. Genellikle de İran dinlerinden ithal olmuş. Çünkü; bize Horasandan gelmiş bu Kur’an anlamlarını boşaltıp yeniden doldurma işi. Dolayısıyla biz aslında Kur’an’ın anlattığı din kavramını hiç öğrenmemişiz. O din kavramına Horasanın geçirdiği yani kadim İran’ın Mazdekizmin, Mecusiliğin, Zerdüştlüğün, Maniheizmin ve Budizm ve uzak doğu dinlerinin serpintilerinin içinde yer aldığı ve maalesef radyasyona maruz kalmış, onun içinde çürümüş o anlamları anlam zannediyor. Din ne demek? Hepimizin bildiğini varsaydığı ama içimizde çok azının Kur’an’ın kastettiği manayı bildiği bir Kur’an’ı temel kavram. Din ne demek? Yani zannediyoruz ki; din bir akideler bütünü. Hayır din hayatla ilgili bir kavram. Tamamen hayatla ilgili bir kavram. Din aslında “Deyn” kelimesinden gelir. Borç. Borç. Bu anlamıyla önce bir hukuk kavramıdır biliyor musunuz? Hukuk. Onunu için Medine’yle ayni kökten gelir. Medeniyetle aynı kökten gelir. Yani bir   şehirde eğer hukukun üstünlüğü varsa, o şehir Medine denmeyi hakkeder. “Deyyan”: oradaki hukuku uygulayan adam demektir. Hukuku uygulayan adam. Dolayısıyla hukukun üstün olduğu yer anlamına gelir Medine. Medeniyette, hukuku üstün tutan bir uygarlık demektir. Yani bugün Müslümanların en mahrum olduğu şey. En mahrum olduğu şey değil mi? Maalesef. Efendim gelelim daha özüne. Borçluk bilincidir. Aslında en yüksekten en aşağıya doğru borçluk bilinci. İnsanın biliyorsunuz toprağa borcu var. Suya borcu var. Havaya borcu var. Yere borcu var. Anne babasına borcu var. Çevresine borcu var. Hocasına borcu var. Efendim, en yüksek varlığın en yükseğinde de Allah’a yaratana borcu var. Vesaire. Eğer bir insan bu borç silsilesi içerisinde… mesela; bir insana borcunu inkâr ediyorsa bu silsilenin tamamı etkilenir. Zincirin tamamı etkilenir. Mesela, borçlusun ama borcunu vermiyorsun. Söz vermişsin, sözünü tutmuyorsun. Bu silsilenin bu zincirin tamamını etkileyen bir kötülük yapıyorsun, kendine. Alın size dinin azalması, dinin zedelenmesi, dinin yok olması. Dolayısıyla bu anlamda din tamamen hayatla ilgilidir. Din tamamen ahlakla ilgilidir. Yani İngilizcedeki “believe” değildir. Anlatabiliyor muyum? İnanç değildir. Tamamen ahlakla ilgilidir. Onun için; “Size, dininiz ne büyük fenalık işletiyor.” diyen ayet, bakara 93 bunun için böyle diyor. Nasıl bir dinimiz var? Kötülük yaptıran bir din mi olur yani! Ama dinimiz kötülük yaptırıyor. Adamın öyle bir dini var ki hem de “bismillahirrahmanirrahim” diyerek, masumların kellesini kesiyor. Adamın öyle bir dini var ki; kemeri sarıyor beline Garajın ortasında kendini, iftar vakti, ramazan günü, mübarek patlatıyor ve yüz tane masum öldürüyor. Adamın öyle bir dini var ki; düşünün bir kadının hem de çok güzel, iyi bir kadının, bir ilahiyatçı kadının önce dövüyor sonra sopalarla efendim eziyor ondan sonra taşlarla eziyor ondan sonra damdan atıyor ondan sonra üstünden arabalarla geçiyor o da kesmiyor yakıyor Ferhunde’ye yapılan şey. Sizin nasıl bir dinimiz var ya? Bunu da din adına yapıyor yalnız, felaket burada. Ve tarih boyunca…  Yani din adına yapılıyor onun için arkasında bir din olmadan o kadar vahşi olunamaz. Evet, hiçbir ateist o kadar vahşi olamaz yani. Arkasına mutlaka bir inanç sistemi koymak lazım ki o kadar vahşi olsun. O kadar vahşet işleyebilsin. Nasıl bir şey bu? hepimiz utanıyoruz değil mi? Hepimizin yüzü kızarıyor. Ve şu çırpınmalarım otuz kusur yıllık şu emeklerinin tamamı… yazık bu dine bu kadar zulmetmeyelim. Bu nimetlere bu kadar nankörlük etmeyelim diyedir ama, ne kadar becerebildim ondan emin değilim.

İNSAN TÜRÜ BUNA NASIL ŞAHİTTİR?

“Tüm kötülüklerin anası içki midir?” O zaman Hayatın her gün tekzip ettiği bu sözü Nebi söylemiş olabilir mi? Öyle olsaydı ağzına damla koymayanlardan kötü çıkmazdı. Bitti, bir soruluk cani var görüyorsunuz. Eğer böyle bir genelleme yapılacaksa buna açgözlülük layıktır: Tüm kötülüklerin anası mal-mülk tapıcılığıdır. Bunun mayanda da bir söz gelir Allah resulüne nispeten ama Resulullah’a nispeti doğru değil. Sahabe sözü olarak doğru, evet “Hubb-uddünya re’su kulli hatietin” “Dünya sevgisi tüm kötülüklerin başıdır.” Evet hakikatten de öyle yani Mal, mülk, iktidar, güç tutkusu… İnsanlık tarihinde işlenen cinayetlerin çoğunun, sebebi budur. İnsanoğlunun mutsuzluğunun sebebi de budur dostlar. Bakınız, mal mülk sahibi olmak demiyorum. Lütfen yanlış anlamayın. Tutkusu diyorum. Onun için; “Era-eyte-lleżî yukeżżibu bi-ddîn(i)” Efendim yani affedersiniz. Efendim Tekâsür suresinin birinci ayeti: “El-hâkumu-ttekâśur(u)” Evet, “Çoğaltma tutkusu sizi helake sürükledi.”, Tekâsür; çoğaltma, biriktirme. İktidar biriktirme güç biriktirme, servet biriktirme, mal biriktirme, unvan biriktirme; biriktirme yani her şeyin biriktirilmesi. Kümelenmesi. Dolayısıyla ne diyor; “kellâ” “Ne olur yapmayın! Yoo hayır yapmayın!” “Kellâ iżâ dukketi-l-ardu dekken dekkâ(n)” “Yeryüzü bir sallanırsa üst üste dizdiğiniz her şey devrilir.” İnsan da sallanır. İnanç da sallanır. İman da sallanır, yıkılır. Depremler vardır. Bin bir türlü deprem vardır. İnsanın ruh depremi vardır. Beden depremi vardır. Akil depremi vardır. İrade depremi vardır. İnanç depremi vardır. Sevgi depremi vardır. Deprem vardır deprem vardır. 9 şiddetinde 10 şiddetinde 11 şiddetinde. Biliyorsunuz depremlerde birer puan artış, depremin etkisinin bin puan artışıdır. Yani lafın gelişi söylüyorum. Söz gelişi söylüyorum. Yani aritmetik olarak değil, geometrik olarak çoğalır. Dolayısıyla, nedir bu? On iki derecelik bir depremi, yeryüzü görmedi ama görürse eğer, kıtalar yerinden oynar derler. Anlatabiliyor muyum? On dört derecelik bir depremde, yer patlar derler. Nasıl buldunuz?  Dokuzu veren on dördü veremez mi? Evet, ama bu anlamda (Efendim. Eyvallah, eyvallah.) İşte o zaman gelmeden evvel o depremlerin içimizde olanları da bilmek zorundayız onları da takip etmek zorundayız. Onun için içimizin fay hatlarına da yer yapmamak, ev yapmamak yani kendimize mezar yapmamak zorundayız. Dolayısıyla bu anlamda insanoğlunun mutsuzluğunun temel sebeplerinden biri de mal, mülk, iktidar, güç tutkusu. Tutkusu! Tutku, tutuklar; sevgi, azat eder. Bu taa 31 sene önce yürek devletinin yazarken oraya yazdığım bir cümle “Tutku, tutuklar; sevgi, azat eder.” Sevgi hür bırakır. Tutku ise tutuklar. Onun için biz tutkularımızın adını sevgi koyuyoruz. Tutkularımızın adını sevgi koyunca, tutku sevgi olmuyor, ama o tutku; bileğimize kelepçe takıyor, “Baak Kolyeme!” diyoruz. Oysaki kelepçe. O, boynumuza bukağı takıyor, köle bukağısı. Biz; “Baak gerdanlığıma!” diyoruz. Anlatabiliyor muyum? O, ayağımıza efendim, pranga takıyor. Biz “Baak halhalıma!” diyoruz. Oysa o halhal değil o, takı değil, o senin zincirin, o senin kölelik alametin. Onun için “Malın, malı olmayalım.” demiştim değil mi?

Malım demenin iki anlamı vardır demiştim: Bir benim malın iyelik. Bir de ben malım.

Buna hep gülüyorlar nedense. Evet ya iki anlamı vardır. Mal insanın sırtında ya süvaridir; O zaman sen ne olursun, at. Malın atı olmak, malın bineği, malın eşeği olmak Allah korusun. Ya da malın sırtında sen süvarisin; o da altında eşek, at. O zaman yönet arkadaş. Gemini eline geçir. Rotasını takip et. Direksiyonunu elinde olsun. O seni yönetiyorsa, sen onun malısın. Sen onu yönetiyorsan, o senin malın. Evet, onun için işi bilenler “Elimizde çok eğle, gönlümüzde yok eğle.” diye dua ederlermiş. Ama ben -elimizde de çok eğle- diye, duayı bile çok riskli buluyorum. Ya Rabbi muhannete muhtaç etme, kullarına muhtaç etme. Efendim yani muhannete muhtaç olmasın. Kendi şahsi yaşamanı ihtiyaçlarını ve yakınlarının ihtiyaçlarını görecek kadar bir mala sahip olsun. Allah aşkına fazlasını ne yapıyorsunuz? Bana söyler misiniz? Olunca düşüneyim. Olmadı da. Ne yapılır ya! (Efendim, aynen öyle) Olanları gördüm de yarabbi ne büyüksün dedim! Hakikaten öyle. Dolayısıyla Allah aşkına… yani onun için Rabbimiz üst üste biriktirmeyi sevmiyor arkadaşlar. Buna karşı özel bir duruşu var. Ve buna karşı çok özel uyarışı var. Ne bileyim bundan daha çok uyarı görmedim ben vahiyde. Onun için yani bence bu uyarıda derin şeyler var. Yani düşünün, Allah için tecrübe kelimesi kesinlikle doğru bir kelime değil, ama “Rabbimin beni affetsin” diyerek kullanacağım anlaşılması için. İlahi tecrübeden bahsedecek olsak, bu tecrübe kâinatta tüm tecrübelerin toplamının kaç katrilyonu olurdu acaba. Bu tecrübe diyor ki; “Biriktirmeyin, yıkılır.” Almak lazım. Eyvallah.

 İnsanlığın uğradığı haksızlık ve zulmün sebebidir; Mal, mülk, iktidar tutkusu. Evet zulmün sebebidir. Dünyada tarihte işlenmiş tüm zulümlerin sebebi bunlardır arkadaşlar. Mal, mülk, iktidar güç tutkusu. İnsanın insana kul olması ve insanın insana kul etmesinin tarihteki bugündeki ve gelecekteki sebebi de budur arkadaşlar.

 Ruhban ve dinci tiplemelerinin Allah ile adatmalarının sebebi; mal mülk güç ve iktidar tutkusudur arkadaşlar. Tüm dinlerin ruhbanlarının, tüm inanç sistemlerinin ruhbanlarının yeryüzündeki yoksulluk ve emek hırsızlığının sebebi budur arkadaşlar. Yani yeryüzünde, aslında insan oğluna rızkı yeter fakat rızkı adil bölüşmüyorlar. Dolayısıyla bir kısmının hukuku… yani obezlerin fazlasını eğer açlara versek hepsi de doyardı. Dolayısıyla bir daha düşünmekte fayda var. Siyasetin yolsuzluk ve hırsızlığa bulaşmışlığının sebebi budur arkadaşlar. Tüm dünya tarihinde geçmişte bugün ve gelecekte… yani mal mülk iktidar ve güç hırsı güç tutkusu daha fazla… İnsanın özgürlük, akıl ve iradeden mahrum kalmasının gerçek nedeni budur arkadaşlar.

İBRET SAHNESİ

Evet size bir görüntü getirdim. Dikkatle izlemenizi rica edeceğim.

Bunun adi Pisagor kupası. İbret sahnesi olarak getirdim. Pisagor kupası. Evet, izleyelim mi? Değil mi işe yarasın hiç olmazsa. Bakınız. Bunun mal kabul edin, güç, iktidar kabul edin. Güç kabul edin. Bakiniz, bakın duruyor. Bir damlası zayi olmuyor. Bakin, bakin, efendim ama hepsi benim olsun dediğiniz zaman, ne olduğuna bir bakin. … Bu Pisagor kupasıdır. Hepsini istersen, hepsini kaybedersin. Davut üzerinden verilen mesaj neydi? O ayetleri okuduk değil mi? “99 senin var bir tanede başkasının var. 99 senin olduğu halde o bir de benim olsun diyorsun Ey Davut deme! Yapma bunu!” Bunu iktidar sahibine söylüyordu. Yani bir erke söylüyordu. Bir krala söylüyordu. Bir devlet başkanına söylüyordu Kur’an’. Davut bunu söylediğinde devlet başkanıydı. Hepsi benim olsun deme. Hepsi benim olsun dersen, hepsini kaybedersin. İşte ne olduğunu biliyoruz. Arkasından Süleyman ve tahtına bir ceset bıraktı efendim. Onun ne demeye geldiği konusu çok efendim yoruma açık ama ondan sonra Süleyman’ın iki oğlu birbiriyle savaştı. Bir oğlu babasıyla savaştı ve bu savaşlarda devlette gitti, hikmette gitti, nübüvvette gitti, hepsi gitti; adalete gitti, hikmette gitti. Ondan sonra gelenler, kendi gözleri kör olduğu için, kavimlerinin gözünü, göz olarak taktılar. Kavimlerinin Pagan Kavimlerinin putlarını rablerinin yerine geçirdiler. Ve İsrailoğulları Paganların putlarına taptılar. Evet, Paganların putları bu demektir aslında.

SERVET VE İKTİDAR TUTKUSU, NİÇİN İNSANA DEĞİL DE

                             ALLAH’A NANKÖRLÜKTÜR?

– Allah’ın insan psikolojisi için koyduğu yasaya aykırıdır da ondan dostlar. İnsan psikolojisi için bir yasa koymuştur görüyorsunuz değil mi? İnsan sınırsız güce, sınırsız servete; yani belli bir şeyin üstünde güce de servete de iktidara da dayanamaz! Tahammül edemez! İnsan böyle bir varlık değil. Belli bir şeyi geçince güç, servet iktidar, orada insan şaşırır. Sadece ayakları dolaşmaz; beyni de dolaşır, akli da dolaşır, iradesi de dolaşır. Artık kendisini tutamaz olur. Sınırlarını kaybeder, kendini kaybeder. Onun için yönetebileceğin kadar olsun arkadaş. Ne kadar olsun hocam? Yönetebileceğin kadar. Yönetemeyeceğin servetten Allah’a sığın. Yönetemeyeceğin iktidardan Allah’a sığın. Yönetemeyeceğin şöhretten Allah’a sığın. Yönetemeyeceğin ilimden Allah’a sığın. Yönetemeyeceğin maldan-mülkten Allah’a sığın. Sığın ki; kula kul olmadığın, mala kul olmadığın anlaşılsın. Eyvallah. Eve,

 

– Allah’ın insan sosyoloji için koyduğu yasaya aykırıdır. Sosyolojik bir yasa vardır. Toplumlar için bir yasa vardır. Nedir bu yasa? Bellidir bu aslında bir sonra gelecek onun için… Yani servet bazı insanların elinde devlete dönüşmesin ayet gelecek. Dolayısıyla o yasa. Ayet değil sadece. Her ayet ilke değildir ama bu ayet ilkedir. Allah’ın insan için koyduğu sünnete (Sünnetullah’a) aykırıdır arkadaşlar. Çünkü insanın bir kapasitesi var. Bu kapasite… yani kantarı var insanın o kantarın topuzu kaçtı mı; kantarın ayarı bozulur gider, bir daha tartamaz olur. Seni tartmaz. Sen seni tartamazsın. Sen seni ölçemezsin. Ölçme ve değerlendirmeyi kaybettiğinde, bu sefer kendini muhasebeye çekmezsin. Hemen öncesinde yetimler, yoksullar ve evsizlerin anıldığı bir ayette, ilke nasıl konulurmuş… Aslında biraz önce dile getirdim ama efendim “key lâ yekûne dûleten beyne-l-aġniyâ-i minkum” Haşr Suresi 7. ayet. Evet. “Ta ki servet ve güç ve iktidar, aranızdan bazılarınızın elinde, bir devlete dönüşmesin.” devlet kelimesinin “dûlet” şeklinde okunur… devlet şeklinde de okunur. Efendim, geçtiği tek ayet var Kur’an’da. O da budur. O da olumsuz geçer.

AÇGÖZLÜ TİP EN VAHŞİ VE EN YIRTICI İNSAN TİPİDİR

Vahşet ve ünsiyet; insanın içindeki hayvan ve insanın içindeki insan evet.  İnsanın içinde her insanın içinde hem hayvan var hem insan var arkadaşlar. Alt beyin: hayvanlarla beraber taşıdığımız bir şeydir. Alt beyin: geçmişi 100 milyon yıllıktır. Anlatabiliyor muyum? Oluşumu da öyledir, 100 milyon yılda oluşmuştur. Hayvanlarla ortak beynimizdir. Hayvan beyni de denir ona zaten. Limbik sistem denilen şey. Orada, yani biliyorsunuz? Beyincik orada, korkumuzun merkezi. Amigdala orada, hormonlarımızın merkezi. Efendim, işte şehvet hormonumuzun merkezi, şunun-bunun. Efendim korkumuzun merkezi. Efendim orada… Efendim, hipokampus orada. Çok ilginç! Geçmişten getirdiğimiz, bir uzun erimli hafızamız var. O orada. Efendi, işte Talamus, Hipotalamus onlarda hep motor sistemlerin işleyişini temsil eder. İşleyiş oradadır yani yazılım oradadır. Onun için; insan kafasını, kalbinin atışına takınca, kalbi, teklemeye başlar. Niye? Bırak da işini yapsın değil mi? Bırak da işini yapsın. Onun için kalbiniz oralara takmayın. Oralara kendini takmış, adamış bir yeriniz var yani. O işini yapsın. Evet

İnsan eğitilebilir bir varlıktır. Rabbe karşı vefalılık budur işte. İnsan eğitilebilir bir varlıktır.

Servet-güç-iktidar hırsı; insanı, insanın kurdu yapar. Hani, Latince “Homo Homini Lupus” dedikleri efendim şey var ya. Budur işte. Yani Leviathan’da Thomas Hobbes bunun üzerine koca bir eser yazmış. “İnsan, insanın kurdudur.” Yani, eğer insan, insanın kurdu olursa, kurt kanunu yürürlükte olur orada. Herkes birbirini… Kurtlarda kanun neymiş biliyor musunuz? Açlık günlerinde hiçbir av bulanamazsa başlarını birbirine değerek yatarlarmış. Yuvarlak yaparlar başlarını birbirlerine… İlk uyuyanlar diğerleri yermiş. Nasıl buldunuz? -Bu bir yerden tanıdık geldi.- diyen var mı aranızda? Yani iki ayaklı kurtları görüyorsunuz değil mi? Evet, insan da kurtlaşırsa, kurttan daha canavar olur biliyor musunuz? O yiyeceği kadar yer. İnsan yiyemeyeceği kadar öldürür.

İnsani ne bozar, bozulan insanı ne tutar? İnsani ne bozar dostlar? İnsani işte bu bozar. Servet tutkusu, güç tutkusu, iktidar tutkusu, mal tutkusu. İnsanı, bozulan insani ne tutar? Bozulan insani, hiçbir şey tutmaz arkadaş. Bozmamaya çalışacaksın. Bozmayacaksın.

Kâinatı yaratanın sözü de tutmazsa asıl ondan korkun. İşte bu yüzden: Dincinin açgözlüsü, dinsizin açgözlüsünden bin beterdir. Daha büyük zarar verir. Niye? Arkasında bir inanç sistemi vardır. Referansını inanç sistemine verdiği zaman yapmayacağı ahlaksızlık yoktur. Çünkü; meşrulaştırmayı Allah’tan başlatır. “Allah adına” dediği zaman, her haltı yer. Her halt… Çünkü o kendine mubah sayıyor zaten. Düşün “el-Harbu hud’atun”e Din diye inanmış “Harp hiledir.” Yiyeceği her haltın adını harp koyacaktır demektir bu. Anlatabiliyor muyum? Ondan sonra “Efendim harpteyiz dolayısıyla “el-Harbu hud’atun” tamam harp hiledir. Ye hakları! Ye haramı! Yap yolsuzluğu! Yap şunu, ye bunu, ye onu, yap zulmü! adına da “el-Harbu hud’atun” koy. Bu ilkesizliğin dibidir dibi. Bu kokuşmuşluğun dibidir. Bu kokuşmuşluğa sürülmüşse, bir toplum sürüklenmişse o toplum bitmiş demektir. Kokuşmuş demektir. Evet…

 

Ey ulu hocalar!

Orucu, namazı bozan şeyler konusunda binlerce kitap yazdınız. Sayısız fıkıh kuralları dizdiniz. Fakat insanı bozan şeyler konusunda gıkınız çıkmadı. Şimdi insanlığını bozduğunuz kitle, sol elle yemek konusunda gösterdiği hassasiyetin milyarda birini haram yemek konusunda göstermiyorlar. Hak yemek konusunda göstermiyorlar. Allah hepimize bu bilinci, bu şuuru versin.

                                                      EKLER

 

Evet uyarı bile gelmedi interkomdan. Demek ki ya interkom uyuyor ya da dersi izliyor. Reji!

Anadolu İrfanı

Anadolu irfanı nasıl buldunuz? Taşa kıymamış ehh o da bir şey ama duvara da kıyamamış. Efendim, yani müteahhitliğini yine yapmış. Müteahhit arkadaşlardan özür diliyorum efendim fakat taşı içine koymuş. Tam da işte, şark kurnazlığını görüyorsunuz burada. Yani… tarihi bir eser aynı zamanda bu. Bu tarihi bir eserdir. Korunması gereklidir. Bu taşlar tarihi bir veridir aynı zamanda. Hani dedelerinin mezar taşını okuyamıyorlar şeyi var ya sloganı piyasada gezen. Zannedersin Osmanlı döneminde insanlar dedelerinin mezar taşlarını okuyorlardı. Kim söyledi size bunu? Ondan öte Anadolu insanın dedelerinin kaçının mezar taşının mezar taşı vardı diye sorun bana yazılı mezar taşı! Bunları sıradan insanların mezar taşı mı zannediyorsunuz? Sıradan insanın böyle mezar taşı olabilir mi zannediyorsunuz? Anadolu insanı Osmanlının asker deposuydu. Alır götürür bin bir cephede efendim her yer gelir döner gelir bir daha alır. Dadaloğlu isyanları, Celali isyanları falan filan boşuna yaşanmadı ki. Hiç okunmaya merak ettiniz mi? Bir bakin isterseniz? Evet, onun için bu mezar taşı hikayesini artık bitirsek iyi olur. Ayıp oluyor…

Bu da Anadolu irfanının ikinci sayfası: Bunu nasıl buldunuz. Bayağı işçilikli değil mi. Bakiniz şu mezar taşındaki kavuklar ölünün sınıfını gösterir. Yani seyfiye mi kalemiyle mi askeriye mi? Efendim, yani asker mi bürokrat sınıfına mı dahil, ilmiye mi alim sınıfına mı dahil, bir de Sufiyye var Sufi sınıfına… Sufiye’nin de tarikatlara göre, başlık değişir. Yani eğer Bektaşi’yse başlık değişir. Eğer diğerleyse başlık değiştirir. Vesaire.

HEPİMİZ UTANDIK

Ülkelerinden kaçıp Avrupa ülkesine ulaşınca, şükür secdesini yapan Müslümanlar bunlar. Peki bu insanların mı suç? Evet bu insanların suçu var. Ama suçun tamamı bu insanların değil. Yaşadıkları toprakları, bir cehenneme çevirenlerin, hiç mi suçu yok? Ve bu insanların, öyle insanları cezalandırmamasının, hiç mi suçu yok? Evet ondan sonra geldiğin ülkede ekmeğini yiyeceksin, suyunu içeceksin, gidince efendim secde edeceksin… Ben gözlerimle gördüm Paris’te Cezayirli gençlerin efendim turnike üstünden… hadi atlıyorlar o neyse de. Elindeki çakıyla metroyu efendim orayı burayı didik didik ettiğini. Bir tanesiyle Arapça böyle biraz tartışmada yaptık efendim. “Babalarımızın borcunu alıyoruz” dedi. “Babalarımızın kefaletini alıyoruz.” dedi efendim. “Peki sizin ödemeniz gereken borcu torunlarınızdan isterlerse ne olacak?” dedim. Evet.

Evet bu önemli tavsiye ederim Emin Yoğurtcuğoğlu bu arkadaş. Bu arkadaş kendini doğaya adamış bir arkadaş kuş gözlemcisi ve kuş bilimcisi. Takip edebilirsiniz. Özellikle takip ederim kuşlar hakkında haber verir bu arkadaş. “Bugün Bolu- Ankara arası dağ yollarında kilometrelerce yol gittim. Köy yok, yerleşim yeri yok. Karşılaştığım şey çocuk bezleri. Nedir bunun olayı? Çocuk bezleri niye moloz gibi doğaya dökülüyor?” Ne diyorsunuz?  Aslında diğer fotoğraflar vardı keşke arkadaşlar onları da alsaydı da çocuk bezlerini gösterseydim.

Tabiat ayetleri.

Bir Kızılderili öğretisi diyor ki:

Bakınız tabiatı bir ayet gibi okumak bir kızıl derilinin, bizden daha iyi yaptığı bir iş olabiliyor değil mi?

Okuyalım:

-Atın içtiği yerden su iç.

-Kedinin yattığı yerde uyu.

-Kurdun değdiği elmayı ye.

-Sivrisineğin konduğu mantarı, topla.

-Köstebeğin kazdığı yere, ağaç dik.

-Yılanın ısındığı yere, ev yap.

-Horozla beraber, uyu ve uyan.

-Konuşmak yerine, daha çok sessiz kal.

 “Hayvanlardan öğrendik biz birçok şeyi” desem haklı mıyım? Eyvallah’.

Alın buyurun hâkli olduğunun bir delili daha. Terziliğin piri kuş olabilir mi? … resmen dikiş atıyor arkadaşlar.

Görsel tavsiyem bu:

Allah’ Allah’. Ya hoca ne yaptın! Efendim “The Lord of The Rıngs” “Yüzüklerin Efendisi” üçlü bu. Bunu bir masal diye izlemeyin. Bunu niye bu derste tavsiye ettim biliyor musunuz? Bu güç tutkusunun hikâyesidir. Güç tapınısının hikâyesidir bu. Bir yüzüğün hikâyesidir aslında. Kahraman başrol yüzüktedir. O yüzük bir güç yüzücüdür. Gücü temsil eder, iktidarı temsil eder sonsuz gücü. O yüzüğü eline geçiren, sonsuz bir güce sahip olur; istediğini öldürür, istediğini yaşatır. Tam bir firavun olur yani. O yüzük sahibini firavun eder. “Ene rabbukum-u-l’alâ” dedirtir. “Ben sizin en büyük rabbiniz değil miyim?” Dolayısıyla o yüzüğü ele geçirmek o yüzüğü ele geçirmek için insanlar insanları öldürür. İnsanlar insanları yakar, birbirlerini yok eder, birbirlerine savaş acar. Birbirlerini soykırıma sürüklerler. Onun hikayesini anlatıyor. En sonunda o yüzüğü götürür; bir cüce üstelik bir bücür tutar arkadaşlarıyla birlikte götürür ve yüzüğü ait olduğu yere yani bir “Sauron Dağı” mıydı? Oraya atar. Ait olduğu yere gittikten sonra yüzük, insanlar kurtulur. Dolayısıyla Allah’ın kullanması gereken gücü, siz kullanmaya kalkmayın. Bir insan buna talip olursa, milletin, insanlığın başına, kendi başına da bela olur. Bun onun filmidir de onun için.

Uydurulmuş din

Bu çok ilginç bakınız efendim teker teker Arapçasını şey yapmayacağım.

–  …

Futbol küfürdür diyor şu anda. Evet. Tekmeye diyor kırmızı kart olmaz diyor, gösterilmez diyor tekme vuran futbolcuya kırmızı kart … Tekmeye kısasa kısas olmalı diyor, o da ona tekme atmalı diyor. Şimdi yorum yapıyor futbol hakkında. Dolayısıyla, yani bu uydurulmuş dinin birinci şeyi evet.

“Yaren Dede Türbesi boş çıktı” diye manşet attı gazeteler. Yıllarca adak adandı dualar edildi. Bende üstüne yazdım “Dolu türbe olur mu be şaşkın!” Türbenin dolusu olur mu? “Kullû şey’in yerci’u ilâ aslihî” “Her şey aslına rücu eder.” Bu beden topraktan geldi toprağa döner.” Toprağa dönmeyen bedenler firavun bedenleridir. Evet ya gidin ben gördüm, Mısır’da, Tahrir Müzesi’nde. Şimdi açık mı hala bilmiyorum? Firavunların cesetlerini, mumyalanmış cesetlerini… Yani toprağa dönmüyorsa o firavun bedenidir. Dolayısıyla toprağa döner. Ne istiyordunuz türbeden ne bulacaktınız? Yani olmayan çocuğunuzu türbe mi verecek size! Kapanan kısmetinizi türbe mi açacak.! Dolayısıyla türbelere, Allah muamelesi yapmaktan vazgeçme günü, gelmedi mi! Allah’ınızın aşkına ölülerinizi rahat bırakın! Eyvallah.

Yorumsuz

Evet. Devam edin, tamam açın. … Kırık cam teorisi diyorlar buna. … evet “İnsan böyle bir varlık babam!” Maalesef biraz da öyle bir varlık. Evet bir sonraki arkadaşlar.

Benim kahramanlarım

… Bunlar Allah’ın sesiz kulları arkadaşlar. Ne olursunuz denk geldiğinizde; açsa açlığını giderin, susuzsa su verin. Muhtaçsa eğer ihtiyacını görün. Bunlar Allah’ın sessiz kulları. Bir ülkede hayvanlara Şefkat kalmamışsa insanlara gelmiştir sıra. Bir ülkede hayvanlar öldürülüyorsa insanlar mutlaka öldürülür.

… Evet. Bu görüntü çok ilginç… güzel… hoş… Dünya biraz daha güzelleşti.

…  Evet, evet, hiç içinizden nefret duyan oldu mu su anda bu görüntüye? Evet, insanlığından şüphe edilir değil mi?

Evet efendim teşekkür ediyorum bugün de bu kadardı. İnşallah iki hafta sonra yeni bir derste yeni bir Kur’an’ın Hayat Yürüyüşü dersinde buluşmak üzere. Hepinizi, Allah’a emanet ediyorum. Hoşça kalın, sağlıkla kalın, huzurla ve mutlulukla kalın.

Yorum Yaz