‘Korku krallığı’nın ‘alimleri’ ne alemde?

Önce alim kim, onun tanımını alalım Kur’an’dan: “Kulları içerisinde, hakkıyla, ancak alimler Allah’tan korkarlar.” (35:28)

“Aydınların ihanetinden” söz edilen bir yerde, “alimlerin ihaneti” elbette geçiştirilemez.

Yukarıdaki ayetin mihengine vurursak, bugün ortalıkta “alim” olarak dolaşanlardan bir çoğunu elemek gerekecek. Çünkü Kur’an “ancak alimlerin hakkıyla Allah’tan korktuğunu” dile getiriyor. Tabi, bu ayetteki alim, bizim gündelik dilde kullandığımız “kavramlaşmış” ve bir “cins isim” halini alarak “unvan” ve “titr”e dönüşmüş “alim” değil; bir “sıfat” ve “özellik” olarak “bilginin faziletiyle donanıp cehaletin reziletini kendisinden uzaklaştırmış bir özne” anlamındadır.

“Allah’tan korkma-sakınma” hakikatin bilgisinin doğal sonuçlarından biridir ve insanı özgürleştirir. Çünkü ayette “yalnızca Allah’tan korkmakla” ifade edilen gerçeğin arka planında, dikkatle bakınca, “korkunun” değil “korkusuzluğun” yattığı görülecektir. Korkusunu Allah’ta teksif eden kimse, yeryüzünün sadece en özgür değil, aynı zamanda en korkusuz insanıdır. Risaletin varisi olan insandan, korkularını yalnızca kendisine tahsis etmesini isteyen Allah’ın (33:39), bundan bir çıkarı yoktur, bunun tüm kazancı insana aittir; çünkü yalnızca Allah’tır ki, insanın korkusunu istismar edip kendisine karşı kullanmaz.

Ya diğer varlıklar, hele de insanın hemcinsleri öyle midir ya?

Bir şeyden korktuğunuzu görmeyiversinler; sizi hemen onunla korkutur ve özgürlüğünüzü satın almaya kalkarlar. Çünkü sizin fiyatınızı korktuğunuz şey belirler. Eğer korkunuzun merkezinde yatan şey, onların alıp da size sunabilecekleri bir şeyse, işte o zaman “ruhunu satanlar” zümresine ilhak oldunuz demektir.

Çevrenizde, adının önünde bir yığın resmi unvan ve titrin yer aldığı bir ‘alim’ olarak bilinmektesinizdir; fakat ilminiz dahi sizi özgür kılmaya yetmemiştir. Çünkü siz, taşıdığınız ünvanları, bilinçaltında ‘hak edilmiş’ olarak değil ‘bahşedilmiş’ olarak algılamaktasınızdır. Size onları bahşeden merci ve makamlarla ters düşmemeye özen göstermeniz bu yüzdendir. Kendilerinden korktuğunuzu, ‘işinizi’ kaybedip aç kalmaktan korktuğunuzu, şöhretinizi kaybetmekten, servetinizi kaybetmekten korktuğunuzu, Korku Krallığı’nın hışmına uğramaktan korktuğunuzu hissedenlerin, sizde ilmin haysiyet ve şerefinin zerresini bırakacaklarını mı sanıyorsunuz?

Korkularının tutsağı olmuş bir ‘alim’, korkularının tutsağı olmuş bir cahilden çok daha zararlı ve tahripkardır. Çünkü, cahillerin yaptığını cahiller bile “huccet” kabul etmezken, şecaat fukarası ‘alimlerin’ yaptığını bırakın cahiller, hormonlu aydınlar bile ‘huccet’ kabul edebilmektedirler.

Alimlerin, statükoya kapı kulluğunun modern zamanlarla bir ilgisi yok. Kur’an’ın Araf 175-176‘da verdiği örneğe bakılırsa, bu işin geçmişi hayli eskilere gidiyor. Bu ümmetin tarihinin her döneminde, siparişe göre fetva veren alimler mebzul miktarda bulunmuştur. Hz. Hüseyin’in katlini mazur göstermeye çalışan, “bürhan-ı katıa” (kesici delil)’yı görünce yerlere kapanan, Molla Lütfi’nin kellesini cellada veren, Sayda kadısı Zeynüddin b. Ali’yi “içtihad yapıyor” gerekçesiyle ölüme mahkum eden de sözüm ona ‘alimdi’.

Fakat modern zamanların ‘alimlerinde’, eskilerde olmayan bir taraf var: Aşağılık duygusu. Bunun içindir ki, eskilerin düşemeyeceği derekelerde onların kulaç salladığını görüyoruz. Alın bir örnek: Hüseyin Cahit Yalçın, Cumhuriyet’in Adliye Vekili ve zamanının en büyük İslam fakihlerinden biri olan Seyyid Bey’i, Berlin görmüş Seyyid Bey’i anlatıyor:

-“Olmayacak bu iş!” dedi.

Ben, harpten, sulhten, Almanlarla münasebetlerimizden bahsedecek zannediyordum.

-“Hayrola” dedim, “nedir olmayacak olan iş?” Seyyid Bey bir uzun muhakeme kararını tefhim eder gibi, ciddi tavır ile:

-“Bizim karının” dedi, “başına şapkayı giydirip sokağa çıkarmalı. Başka çare yok!”

“Seyyid Bey çok eski ve nefis bir Chateau Iquem şarabı ile dolu kadehini hafif bir tereddüt ile başlayarak nihayet bir hamlede boşalttıktan sonra, hafifçe gürültülü bir memnuniyetle derin derin bir nefes aldı. Mütebessimane yüzüme bakarak:

-“Bizim Karşıyaka’nın şarabına benziyor!” dedi.

-“Eyvah!” dedim kendi kendime, “Avrupa’yı görüş ve anlayışı da bu kadarsa…”

Bizim Seyyid Bey’ler!

Tesettürü hallettiniz, ‘milli’ ve ‘yerli’ içkimiz rakının da icabına bakıverseniz bir zahmet!?

( 14 Mayıs 1999 )

 

 

Yorum Yaz