Kur’an’dan “söz söyleme” sanatı üzerine dersler

Önce Yunus konuşsun:

Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı

Bal ile yağ ide bir söz

Bizim medeniyetimiz sözün sultan olduğu bir medeniyetti. Çünkü bu medeniyetin anası sözlerin sultanı olan vahiydi.

Vahiy medeniyetinde söz üstündü, söz yüceydi, söz hatırlıydı. Onun için de yerine göre “savaş kesiyor” yerine göre “ağulu/zehirli aşı bal ile yağ ediyordu.”

Vahiy medeniyetini ete kemiğe büründüren ve kalbi sözlerin sultanına iniş üssü olan Hz. Peygamber söze o kadar değer veriyordu ki, ona konuşacak sözü olan herkesi sonuna kadar dinlediği için düşmanları hakaret kastıyla “kulak” lakabını takıyorlardı.

Vahiy medeniyetine ihanet edip onun yerine “çağdaş uygarlık”ı ithal eden zihniyet sözden anlamaz, söz dinlemez, sözün en yücesini ve En Yüce Olanın sözünü kulak ardı eden bir zihniyetti. Çünkü kaba kuvveti yüceltmiş, gücü kutsamıştı. Bu yüzden de kâh gücünün önünde baş eğdiriyor kâh gücün önünde baş eğiyordu. Fakat söz dinlemiyor, sözden anlamıyor, söz tutmuyordu.

Sözden anlamayan güç sahipleri, yönettikleri kitlelerin de ahlakını ve asabını bozdular. Sözün para etmediğini, değer verilmediğini görenler “sözlerini yükseltmek” yerine “seslerini yükselttiler.”

Öyle ya, yüksek sözleri umursamayan kulaklara yüksek sesler gerekiyordu.

Onlar sözü değil, gücü yüceltedursunlar. Biz sözlerin sultanı olan Kur’an vahyinin, muhatabı olan insanoğluna sözü yüceltmenin yollarını nasıl öğrettiğine bir bakalım.

Kur’an söz hakkında, farklı vesileler ve farklı bağlamlarda beş ayrı talimatta bulunur:

1 “Sözün doğrusunu söyleyiniz!” (Nisa 9)

2 “Sözü gönül alıcı bir biçimde güzelce söyleyiniz!” (İsra 23)

3 “Sözü muhataplarınıza akla ve sağduyuya uygun ve ortamı gözeterek söyleyiniz!” (Nisa 8)

4 “Sözü kolay anlaşılır bir biçimde söyleyiniz!” (İsra 28)

5 “Onlara kendileri hakkında konuşurken seviyeli, açık ve net söyle!” (Nisa 63)

Söz söyleme sanatına ilişkin Kur’an’da yer alan bu beş talimattan birincisi “sözün mahiyetiyle” ilgilidir. Öncelikle söz doğru-dürüst (sedîd) olmalıdır. Özünde doğruluk ve hakikat içermeyen bir söz ne kadar tumturaklı, ne kadar edebi, ne kadar belagatli olursa olsun sonuçta o “boş laf”tır. Bu yüzden doğruluk, sözün mahiyetine ilişkin vazgeçilmez bir unsurdur.

İkincisi “sözün muhatabıyla” ilgilidir. Söz söylerken muhatabın duygularını gözetmeyi emreden bu âyet, sözün “gönül okşayıcı, hatır alıcı” (kerîm) bir biçimde söylenmesini muhtevayı tamamlayan bir unsur olarak sunmaktadır. Çünkü muhtevası doğru olan nice söz vardır ki, sırf söyleyiş üslubunun çirkinliği yüzünden alıcısına ulaşmamış, ziyan olmuştur. Doğru sözü “üzüm yemek” için değil de “bağcıyı dövmek” için kullananlar, hem söze hem muhataba zulmetmiş olurlar.

Üçüncüsü, söz söylerken hem muhatabın aklını, hem de ortamını gözetmeyi amir bir talimattır. Sözü “ma’rûf” bir biçimde söylemek, hem muhatabın aklına hitab etmek (makul olan), hem de çevresini, ortamını, örfünü ve âdetini dikkate almak (maruf olan) anlamına gelir.

Dördüncü ve beşinci talimatlar sözün biçimiyle ilgilidir. Sözün biçimi, sözün taşındığı kap, yani pakettir. Bu, değerli bir metaı çok kötü ve pespaye bir pakette sunmaya benzer. Sözün doğru ve güzel olması yetmez, onu doğru ve güzel bir biçimde sunmak da şarttır.

 

Yorum Yaz