Kur’an mümeyyiz bir akıl inşa eder

Bana bu yazıyı, “Kur’an Kitaplığına Yeni Katkılar” adlı makalemin sonunda tanıttığım bir kitapla ilgili birbirine tam zıt kutupta yer alan iki itiraz, bu yazıyı yazdırdı.

Önce, yazının birbirine zıt iki yaklaşıma neden olan satırlarını buraya alayım:

“Burada İşârâtu’l-İ’caz’ın eleştirisine girişecek değilim. Buna ne bu köşenin hacmi, ne de bizim takatimiz yeter. Fakat şu da bir gerçek ki, Said Nursi’nin Kur’an’ı anlama ve yorumlama metot ve üslubu henüz yeterince irdelenip eleştiriliş değil. Bunda, Üstad’ın ismi etrafından örülen “hayranlık” halesinin git gide parçalanması zor bir demir parmaklığa dönüşmesinin çok büyük payı var. Bu yüzden işin ehli olanlar bile, Üstad’a eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıp, onun ürünlerini ilmin “objektif” kriterlerine tâbi tutmaktan çekiniyorlar.

Bu hayra alamet değil. Üstad’a saygı ve hürmet de değil. Kur’an’ın üslubu ortada. Hz. Musa, Hz. Yunus, Hz. Davud vs. gibi peygamberler özelinde “tarihi şahsiyetlere nasıl bakılmalı” sorusunun Kur’an’ca cevabı da ortada. Dünün tescilli İslam düşmanlarının Üstad karşıtı o iğrenç kampanyaları da sonuçsuz kalıp tarihin çöplüğüne atıldığına göre, Said Nursi’nin eserlerine ilişkin, “hayran bir şakirt” elinden değil de “uzman bir kârî” elinden çıkmış eleştirel çalışmaları görmek için daha ne kadar bekleyeceğiz?

Bütün bu söylediklerimizden çıkan kesin sonuç şu: Üstad’ın eserleri okunmalı. Onların, dar bir kesimin “ders kitabı” değil, herkesin içerisinde birçok güzellikler bulacağı tadı ve kokusu kendine has özgün eserler olduğu bilinmeli. Elbette, seçip ayıran mümeyyiz bir akılla.”

Bir yazarın kendi yazısından böylesine uzun alıntılar yapması pek şık değil. Bunu biliyorum. Buna rağmen konunun, anlama problemine kurban gitmesini de istemiyorum.

Elbette bu metin birçok sağduyu sahibi okuru sevindirdi. Bunu mesajlardan biliyorum. Fakat aynı metin, birbirinin tam tersi iki yaklaşımı da ortaya çıkardı. Bunlardan birincisi, telefonla bana ulaşan bir okurumdan geldi.

Telefondaki sakin, saygılı ve orta yaşın üzerinde olduğunu tahmin ettiğim sesin sahibi “Üstad’ı eleştirecek biri var mı ki?” dedi.

Bu kişinin olaya nereden baktığı açıktı: Gözü kapalı “yandaşlık” noktasından bakıyordu. Belli ki “Üstad” ve “eleştiri” kelimelerini yan yana düşünemiyordu bile. Sesin sahibi yandaşlıkta öyle ileri gitmişti ki, konuşma ilerledikçe muhatabım Üstad’ın “la yuhti” ve “la yüsel” biri olduğu noktasına gelip dayanmıştı.

Muhatabım “uhuvvetten” söz ediyordu ama galiba onun “uhuvvet” dediği şey bir insanın bir insana Allah için muhabbeti olmaktan çıkmış, “zümrüd-ü anka muhabbetine” dönüşmüştü. Buna “önce efsaneleştirmek, sonra imajına âşık olmak” da denilebilirdi.

Biraz da üzülerek dedim ki: “Bu tavır Müslümanların ‘uhuvvetine’ hiç katkı sağlamaz. Üstad’a iyilik de değildir. Aksine onu tüketmektir. Oysaki onun dünyası, kendisini hasis bir tutkuyla sahiplenenlerin kucaklayamayacağı kadar engin ve serazaddır. Kendisini Üstad’a şakirt olarak gören herkesin şu soruyu kendi vicdanında cevaplaması zaruridir: “Ben onu tüketiyor muyum, üretiyor muyum?” Ya da “Ben Üstad balına konmuş bir sinek miyim, yoksa üretmede onu örnek almış bir arı mı?”

Bu samimi duygularımı muhatabıma ilettim. Daha fazlasını da ilettim. Adını sormadım ve hâlâ da bilmiyorum. Samimiyetine, sevgisinde ve taraftarlığında hasbiliğine yürekten inanıyorum. Allah’ın bu sevgiyi -tüm eksik ve noksanına rağmen- ödüllendireceğine de inanıyorum. Fakat gönlüm bu sevginin, Kur’an’ın inşa ettiği seçip ayıran mümeyyiz bir akılla dengelenmesini istiyor. Çünkü bu sevgi ancak o zaman bire bin veren “muhabbet” olur.

Gelelim bunun tam zıddı ikinci tepkiye: Bu okurum da anlaşıldığı kadarıyla ilim sahibi bir okur. Yazıya verdiği ilk tepki bizce hayli aşırı ve uç noktaydı. İlim ehli okurum, Üstad’ın onu sevenler nezdinde “asla eleştirilemez” oluşunu dile getiriyordu. Bunu, şakirtlerin onu bir Kur’an müfessiri olarak görmediği, aksine “Allah’ın onu Kur’an hizmetinde istihdam ettiği ve ona yazdırıldığı” tezlerine dayandırıyor ve buradan çıkarak şu sonuca ulaşıyordu: “Onu eleştirmek onlara göre Allah’ı eleştirmektir”.

Bu okurun da samimiyetine inanıyorum. Fakat o bu tavrın, en az yukarıdaki kadar problemli olduğu da bir gerçek. Cevabi mesajımda, Üstad’ın şakirdi olduğunu iddia edenlerin tavırlarından ve hatta kendi yazdıkları arasında yer alan topu topu üç-beş sayfayı tutmayan spekülasyona açık görüş ve yorumlarından dolayı Üstad’ın ömrünü ve bu toprakları çoktan aşan hizmetlerini yok saymanın adil ve mutedil bir yaklaşım olmadığını dile getirdim.

Evet, bir yazı ve birbirinin zıddı tam iki tavır. İkisi de problemli. İkisinin de problemi aynı: Temyizden mahrum olmak… Yani seçip ayıran bir akla ve analitik bir yaklaşıma değil, süpürüp alan ve süpürüp atan kategorik bir yaklaşıma dayanmak…

Oysaki Kur’an’ın bazı peygamberler özelinde inşa ettiği mümeyyiz aklı takınabilsek, her şey daha kolay olacak ve bu tarz kutuplaştırıcı yaklaşımlardan kurtulabileceğiz. Hz. Peygamber’in, değil bir müminin imanını hatasına kurban etmek, Ümeyye b. Ebi’s-Salt örneğinde olduğu gibi, onun şiirindeki güzelliği görüp “Onun şiiri Müslüman olmuştu” diyecek kadar temyize özen gösteren tavrını örnek alabilsek, bu vartaya düşmeyeceğiz.

Üstad değil miydi “Gözümdeki çapağı gösterene minnettar olurum” mealinde sözler söyleyen?

Ya çapak gördüğümüz göze yumruk vurmak da neyin nesi oluyor?

 

Yorum Yaz