Kur’an “ölü metin” değildir

Charles H. Sherrill, eski bir ABD büyükelçisi. Ankara’da 1932-1933 yıllarında büyükelçilik yapmış.

Bu sırada Atatürk ile seri röportajlar yapmış. Bunlardan kotardığı Atatürk biyografisini kitaplaştırmış. Fakat her ne hikmetse, muhatabından dinlediklerinin bir kısmını kitabına koymamış. Mülakatın sakıncalı olduğunu düşündüğü bölümlerini zayi de etmemiş, bir raporla hükümetine iletmiş.

Birbirinden ilginç ve değerli araştırmalarıyla tanınan Musevi araştırmacı Rıfat N. Bali, o raporları bulup yayımlamış (Radikal, 6.9.06). Bu yazıdan gazeteci bir dost vesilesiyle haberdar oldum. Yazının bir yerinde şunlar kayıtlı:

“Galiba, 6 ve 7 yaşındayken annesi onu bir sıbyan mektebine göndermek istiyordu. Burada öğretmen Kuran dersleri de verecekti. Bu, uzun Arapça bölümleri ezberlemek demekti. Diğer yandan babası oğlanın din eğitiminin verilmediği laik bir mektebe gitmesini istiyordu. Her ne kadar sonunda babanın sözü kabul edildiyse de annesi oğlanı Selanik’te geçerli olan geleneksel tören eşliğinde sıbyan okuluna gönderdi. Ertesi gün babası oğlanı okuldan aldı ve laik okula koydu. Buna çok üzülen annesi epey ağladı ve oğlanın teklif etmesi üzerine sıbyan okulundaki din hocası eve gelip ona Kuran eğitimini verdi. Bu sadece 1 ay sürmesine rağmen anneyi tatmin etti. Bu, ömrü boyunca alacağı tek din eğitimiydi.”

Aynı yazıda, Mustafa Kemal’in Tanrı inancıyla ilgili şu değerlendirme de yer alıyor:

“Beşeriyetin Tanrı ihtiyacı” başlıklı bölümünde de, Atatürk’ün Agnostik olduğuna dair genellikle kabul görmüş inancı kesinlikle reddettiği, ancak dininin sadece ‘kâinatın mucidi ve hâkimi tek Tanrı’ya inanmak olduğunu söylediği kaydedildi.”

Fakat bu yazıyı yazmama neden olan satırlar, raporun “Bursa Hadisesi” başlıklı bölümünde yer alan şu satırlar:

“Türk halkının uzun zamandan beri ezberden okuduğu bazı Arapça duaların gerçek manasını anladığı zaman tiksineceğini söylüyor. Kuran’dan alınan Arapça bir bölüm okudu. Bu surede Hz. Muhammed’in amcası ile amcakızının yaptıkları bir şeyden ötürü cehenneme gidecekleri yazıyor (Tebbet Suresi). ‘Düşünen bir Türkün böylesi bir duayı okumaktan elde edeceği dini ilhamı veya dine ilgi göstermesini tahayyül edebilir misin?’ dedi. Daha sonra umumi ve şaşırtıcı bir beyanda bulunarak Türk halkının gerçekte hiçbir şekilde dindar olmadığını, aralarından camilere giden az sayıda kişinin alışkanlıktan veya yüksek sesle söylenen duaların cezbine kapılarak camiye gittiğini ileri sürdü.”

Önce bilgi hatasını düzeltelim: Tebbet Suresinde lanetlenen Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil, Peygamberimizin amcakızı değildir. Tebbet suresi de “yakarış” anlamında bir dua değil, Mushaf’ın 111. suresidir. Küçük bir ayrıntı ama Ebu Leheb de öz değil üvey amcadır.

Soru şu: Düşünen bir Türk’ün, böyle bir duayı okumakla elde edeceği dini ilham veya dine ilgi göstermesi tahayyül edilebilir mi?

Bu soru, Kur’an’ı -tarihe maruz- bir metin telakki eden bir zihnin ürünüdür. Oysaki Kur’an tarihe maruz ölü bir metin değildir. Kur’an tarihe müdahil bir hitaptır. O, kendisine iman eden her mümin için eskimez ve pörsümez yeniyi temsil eder. Lafzı bir kez nazil olmuştur, manası ise kıyamete kadar her an nazil olur.

Kur’an, ne zaman ve nerede yaşamış, yaşıyor ve yaşayacak olursa olsun, her müminle çağdaştır. Söyleyeceğini, her asrın idrakine söyler. İnsanın miadı dolmadığı sürece de Kur’an’ın miadı dolmaz. İnsan zaaflarıyla, meziyetleriyle, imkanlarıyla, potansiyeliyle dün ne ise bugün de odur, yarın da o olacaktır. Kur’an insana hitap eder ve insanlığın değişmez değerlerini temsil eder. Kur’an ölü metin değildir. Zira Kur’an, diriltmeyi sürdürmektedir.

Kur’an’ın karakterleri bu yüzden zamanlar ve mekanlar üstüdür. Nemrud, Firavun, Ebu Leheb, her çağda bulunan kötü karakterlerdir. Onlar üzerinden Kur’an bize kötüyü tanımlar. Onlara karşı mücadele veren peygamberler üzerinden de iyiyi tanımlar.

Mesela Kur’an’da, Hz. Peygamber’in çağdaşları arasında adıyla sanıyla geçen tek düşman Ebu Leheb’tir. Kinayeli bir biçimde bu künye “Alevli ateşin babası” anlamına gelir. Ebu Leheb’i Kur’an kötülüğün ilk örneği olarak her müminin şimdi ve buradasına taşır. Bunu, çağdaşı olan Ebu Leheb’leri tanısın diye yapar. Zira Ebu Leheb, imana karşı küfrü, ahlaka karşı ahlaksızlığı, hasbiliğe karşı çıkarcılığı, tevhide karşı şirki, adalete karşı zulmü temsil eder. Neden en büyük düşman Ebu Cehil değil de Ebu Leheb Kur’an’da adıyla sanıyla yer alır? Çünkü Ebu Leheb, Ebu Cehil gibi mert düşman değildir. Karaktersizliğin timsalidir. Can düşman olduğu Hz. Peygamberle, kardeşi Ebu Talib’in vefatının ardından pazarlığa girişmesinin sebebi de budur:

–   Ben Müslüman olursam bana ne var yeğenim?

–    Amca, herkese ne varsa sana da o var!

–    Beni herkesle bir tutan din olmaz olsun.

Ebu Cehil Bedir’e katılmış ve batıl davası uğruna ölmüştür, fakat Ebu Leheb paralı asker yollamıştır. Ebu Leheb’in şahsında lanetlenen karaktersizliktir.

 

Yorum Yaz