Kur’an eğitimini dert edinen herkese açık çağrı: Tertil eksenli bir Kur’an eğitimine geçelim

Kur’an kurslarımız göz bebeklerimizdir.

Çünkü Kur’an hayatımızdır. Göz bebeklerimiz olan Kur’an kursları iyi olursa, gözümüzün ta içi güler. Oradan anlaşılır gönlümüzün güldüğü. Onlar dökülürse, gözümüzün feri söner, nuru kaybolur.

Nasıl ki bir hekim ilk olarak hastasının gözlerine bakarsa, biz de toplum hastalandığında, ilk baktığımız yer gözbebeklerimiz, yani Kur’an kurslarımızdır. Çünkü hastalık tüm belirtileriyle göze yansır.

Bazen gözbebeklerimize birileri çöp dürter. 28 Şubat zorbalığı, işte bu çöplerin en kanatıcılarından biriydi. Kur’an kurslarını hedef almıştı. Bunun, Müslümanların gözlerine mil çekmekten farkı yoktu.

Biraz kanadı gözlerimiz. O meşum dönemde kanlı yaş döktüler. Göz kapaklarımız gözbebeklerimizi kollamak için ne kadar da çırpındılar. Düşünsenize gözünüzü; Allah onları doğal bir sur içine almış, dışardan gelen tehditlere karşı korunsun diye çukura yerleştirmiş. Üzerine bir de kapak yaratmış. Alından akacak terlerden korunsun diye üzerine bir de kaş çekmiş.

İnsan sevdiğinin gözünde çapak görmek ister mi? Tabi ki istemez. Biz de gözbebeklerimiz olan Kur’an kurslarında kusur görmek istemeyiz. Çapak gördüğü göze yumruk vuranlar çıkar. Onlar, hep varlar zaten. Allah şerlerinden korusun. Fakat insaf ehli birinin, Kur’an kurslarını gözden çıkarabileceğini sanmıyorum.

Diyanet’in yeni kadrosunu bu konuda samimi ve gayretli buluyorum. Benim tebriğimin hiçbir önemi yok. Ama Allah emeği geçen isimsiz kahramanları melekleri vasıtasıyla tebrik ve tebcil edecektir; buna inanıyorum.

Kur’an kurslarına yönelik yeniden yapılanmada, olmazsa olmaz bir şart var: Eğitimin eksenini değiştirmek. Bunu, Kur’an’dan yola çıkarak şöyle adlandırabilirim:

Tecvid eksenli Kur’an eğitiminden tertil eksenli Kur’an eğitimine geçiş.

Allah bize, daha ilk vahiyler inerken “tertîl”i emretti: Ve rattili’l-Kur’âne tertîlâ: Kur’an’ı üzerinde dura dura, düşüne düşüne, anlaya anlaya, kavraya kavraya oku!” (Müzzemmil 4)

Biz ise, zaman içinde, tarihi şartların da dayatmasıyla “tertîl” emrini “tecvide” indirgedik. Orada da durmadık. Tecvidi de Üstad Elmalılı’nın ifadesiyle “kaf çatlatmaya” indirgedik.

“Tertil” sözlükte “tebyin” (açık, seçik ve anlaşılır kılmak) “tefrik” (tane tane ayırmak) manasına gelir. Bizim için önemli olan Efendimizin ve sahabenin ne anladığı. Efendimiz, bu emir üzerine “gece tertili” için saatlerini ayırıyordu. Bu bazen gecenin üçte biri, bazen yarısı, bazen üçte ikisini kaplıyordu (bkz 73: 2-3). En azı 3-4, en çoğu 6-8 saat eder.

Sizce efendimiz bu kadar saat gece yarısı hangi Kur’an’ı “tertil” ediyordu? Zira bu ayet geldiğinde inen ayetlerin toplamı 2-3 sayfayı bulmuyordu. Bu da üç-beş dakikada okunup biterdi. El-Cevap, efendimiz tertil emrini uyguladığı için, bir-iki sayfayı, belki bir iki ayeti saatler boyu tefekkür ediyor, manalarına nüfuz ediyor, üzerinde kafa yoruyordu.

Abdullah ibn Mes’ud’un “tertil”den ne anladığını bir sözünden çıkarıyoruz. Kendisine Mufassal sureleri (Kaf ile Nâs arası) bir gecede okuduğunu söyleyen birine der ki: “Desene şiir döktürür gibi ayetleri döktürmüşsün” (hezzen ke-hezzi’ş-şi’r).

Hz. Aişe’ye göre tertil şuydu: Siz okurken biri harfleri saymak istese, sayabilmeliydi.

Biz ne yaptık? Önce Kur’an’ı Mushaf’a indirgedik. Sonra tertili tecvide indirgedik. Sonra tecvidi telaffuza indirgedik. Sonra telaffuzu tilavete indirgedik. Onu da ses sanatına irca ettik. Tecvid, “okuyuşu güzelleştirme” demek; yaşayışı güzelleştirmenin açığını, okuyuşu güzelleştirerek kapatacağımızı zannettik. Olmadı.

Kur’an’dan yırttığımızı Mushaf’a yamadık. Ne de olsa birincisi soyut hakikatler, ikincisi elle tutulur gözle görülür, okkaya gelir, arkasında “hediyesi” (fiyatı) yazan somut bir cisimdi. Saygımızın adresi de ona göre değişti.

İlk nesille sonradan gelen nesiller arasındaki bu değişim, Kur’an’a yaptığımız muameleye de yansıdı. İlk nesiller 10 ayet alıp onu anlayıp, yaşayıp bir 10 ayet daha alırken, biz binlerce hafız yetiştirdik. İtirazım mı var? Olur mu öyle şey? Benim itirazım hafızın varlığına değil, bu hafızların neden hıfzettikleri Kur’an’ı merak etmeyişlerine. İçlerinde mana hafızının, neden yok denecek kadar az oluşuna?

Ve tabi ki, bağrımı hep kanatan şu soruya bir türlü cevap bulamamamda: bu kadar çok Kur’an hafızı varken, Kur’an muhafızı neden yok denecek kadar az?

Hele, Arapça öğrenen talebeye ilk öğretilenler arasında “Nice Kur’an okuyan vardır ki Kur’an ona lanet eder” sözü gözümüzün içine içine bakarken. Allah Rasulü, ta 1400 yıl öteden “Kur’an’ı yastık edinmeyiniz” diye bize haykırırken? Ve en önemlisi, Kur’an’da Allah Resulünün ümmetini ahirette Allah’a “Ey Rabbim! Benim bu toplumum Kur’an’ı hayata müdahil olmayan bir kitap olarak mahzun ve metruk bıraktı” diye şikayet edeceği bildirilmişken.

Evet, Kur’an eğitiminde yeni eksen şart. Bunun adı belli: Tecvid eksenli Kur’an eğitiminden, tertil eksenli Kur’an eğitimine…

Yorum Yaz