Kur’an ”makul”e çağırır, Şeytan ”mahsus”a

Bugün, “insanoğlunun anlam arayışı” üzerine yazacaktım.

İnsanın, en çok yanlış anladığının Allah olduğunu; Allah’ı yanlış anlayanın, kendisini, eşyayı ve varlığı doğru anlayamayacağını; tüm peygamberlerin ve ilahi mesajların insanoğlunun yanlış anlamasının önüme geçmek üzere gönderildiğini; fakat bu mesajların ve onları taşıyan kutlu elçilerin bizzat kendilerinin de yanlış anlamaya kurban edilebildiğini yazacaktım.

Yazacaktım, fakat dün gece bir yandan Üç Muhammed’in kaynakları üzerine gömülüp Kur’an’daki “İyi bilin ki Allah ve O’nun melekleri Peygamber’e salat ederler! Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle teslim olun” ayetinin gerçekte ne dediğini ve son muhatapları olan bizlerin nasıl anladığımızı araştırırken, bir yandan da göz ucuyla gece haberlerini izleyeyim dedim. Fakat bir kanalda rastladığım program, yazımın formatını değiştirmeme neden oldu. Ama yazacaklarım, yazmayı tasarladığım önceki konunun sonuçlarıyla doğrudan ilintili.

Ekrandaki orta yaşın hayli üzerinde, tok sesli kişinin konuştuklarından çıkan özet şu: Kendilerini “spritüel (ruhçu) gruplardan” biri olarak adlandırıyorlarmış. 30 yıldan beri bir kişiye gaipten gelen bir mesajın ardınca gidiyorlarmış. Bu kişi -sunucu ona “medyum” diyor- trans haline geçerek, içindeki bir ruhun sesiyle konuşuyormuş. Bu ses onun gerçek sesi değilmiş. Ona gelen ruhun adı “Beyti Dost” imiş. 30 yıldan beri, Beyti Dost bu şahsın içinden bu gruba sesleniyormuş. Onlar seanslar halinde etrafına oturup Beyti Dost’un mesajlarını kayda alıyorlar, kişisel sorunlarının çözümü için ara sıra Beyti Dost “özel servis”de yapıyormuş.

Beyti Dost’un mesajının sesi olduğu iddia edilen üç-beş dakikalık bir de ses kaseti dinletildi. Islık gibi “tınışız” bir ses, kesik kesik konuşuyor. Konuştukları üslup ve içerikolarak Kur’an’ın klasik bir Türkçe çevirisinden çalınmış izlenimi veriyor. Ses sahibinin sık sık konsantre olmak için şiddetli nefes alışı ve bunu yaparken çıkardığı garip ses duyuluyor. Beyti Dost’un “mümini” o şahsın “mucize”sinden de söz ediyor. Lise mezunuymuş ve bir kez aralarına giren bir İngiliz’le İngilizce, yine müridi olan bir Rus’la da Rusça üç-beş cümle konuşmuş. Ekrandaki zat Beyti Dost’un mesajlarından derlediği üç kitabını da millete “tanıtmış” oluyor.

Evet, durum bu. “Atıl akıl” tam gaz faaliyette. Hem “atıl”, hem “faaliyet”, nasıl oluyor bu demeyiniz lütfen! Atıl olan “akıl”, faaliyette olan ise “his”. “Makul” susunca, ortalığı “mahsus” kaplar. “Logos” (akıl/düşünce) iptal edilince, “mitos” (efsane) devreye girer. İşte görülen de bu.

Sonra bu, “atıl aklın” yaşayan tek sapma örneği değil. Daha birçok örnekleri var. Ekrandaki “atıl aklı”n gnostik pazarlamacısı bile bir ara “taklitlerinden sakınınız” der gibi, “Beyti Dost’un kendilerine de geldiğini söyleyen birçok grup var” diyor. “En bi hakiki olanı bizimkisi” dercesine ekliyor: “Beyti Dost Gül Yüzlü’ye ben yalızca bu ağızdan konuşurum” dedi.

Ben böyle birini bizzat gördüm. Bir ara, bir zatın ısrarla görüşme talep ettiğini söylediler. Orta yaşın üstünde bir efendi odama girdi. Hoş beşten sora “Bana mesaj geliyor” demesin mi? Ben de, “Aklı olup da okumasını bilen her insana her yaşadığı bir mesajdır” dedim. Fakat o, “Ben sadece aracıyım, Allah hidayetini benim elimle yaymayı (mehdi) takdir etmiş, ben ne yapabilirim ki?” demekte ısrar edince, ona sorular sordum. Bilgisini, takıntılarını, geçmişini, akıl derecesini ele veren sorulardı bunlar. Sonuçta tahmin ettiğim gibi çıktı: Din bilgisi mitolojikti, aklı devreden çıkaralı yıllar olmuştu, hiç okumayan hep hayal ve mitoloji aleminde yaşayan bir tipti. Ebcede takmıştı. Sonunda dedim ki: “Yalan söylüyorsun, demiyorum. Fakat seni birileri fena halde dolmuşa bindiriyor. Sende maden bulmuşlar, işletiyorlar. Her kimlerse, onlara bu fırsatı verirsen seni teflerinin önünde oynatırlar, aleme rezil ederler; kullanıldığın neyse, kullandıklarını da mahvedersin” dedim. Gitti.

Bu yakınlarda birçok mesaj aldım yurt dışından. Bazıları, “Allah rızası için”, meseleye müdahil olmamı istiyorlardı. Müdahil olmamı istedikleri mesele, daha önce camiada tanınmış birinin kendisini Mesih, bir başkasını da Mehdi ilan etmiş olmasıydı. Elden verilen bir mektupta bir hanımefendi yalvarıyordu: “Falanca yakınım bu sele kapıldı, ne olur bir şeyler yapın!”

Kur’an’ın dosdoğru yolunu göstermekten, kalemimle uyarıp “akıllanmaya” çağırmaktan başka ne yapabilirim ki?

Olacağı buydu ve bu yeni de değil. Yahudileşme Temayülü adlı kitabımda bunun son iki yüzyılda yaşanmış örneklerini kendi kaynaklarına dayanarak aktardım: 1) Mirza Ali Muhammed’in (ö. 1892) 19. yüzyılda İran’da başlattığı Bahailik hareketi: Önce “veli/bab” olduğunu ilan etti, sonra peygamber. Gönderildiğini ifade ettiği “el-Beyan” isimli bir de kitabı var. Bu kitap halen mütedavildir ve dünyada yaklaşık beş milyon müntesibi vardır ve dini merkezleri Hayfa’dadır. 2) Gulam Ahmed Kadıyani?nin (d. 1839) Hint Müslümanları arasında başlattığı İngiliz korumalı Kadıyanilik hareketi: Kendisini önce veli, sonra mehdi ve mesih, en sonunda peygamber ilan etti. 3) Reşat Halife’nin, macerası kısa süren Ondokuzculuk akımı. Tamamen hurufi, ebcedci bir mantıkla yola çıktı peygamberliğini ilan etti ve Kur’an’ın 19 kodu etrafında bir “mit” oluşturdu. 4) 90?larda ortaya çıkan İskender el-Ekber taifesi: Sufi bir geçmişe sahip. Önce mehdiliğini, sonra peygamberliğini ilan etti. Kendisine geldiğini söylediği kitabın adı Risalet Nurları.

Bunların hepsi de ortak noktalara sahip. Bunları şöyle özetleyebiliriz:

  1. Hepsi de mesihçi-mehdici bir düşünceyle çıkıp bu argümanları kullanıyorlar.
  2. Hepsi de kendilerine mesaj geldiğini savunuyorlar. Bunun anlamı “peygamber” olduğunu iddia etmektir, başka değil.
  3. Ondokuzcular hariç, diğer hepsi de mistik bir geçmişe dayanıyorlar ve tüm altyapılarını “irfan” okulunun çizgi dışı geleneği oluşturuyor.
  4. İstisnasız hepsi de “hurufi” ve “hurafi” (hurafeci) bir yöntem kullanıyor. “Cifir” ve “ebced” harfçiliğine aşırı düşkünler. Kendi mehdilik, mesihlik, peygamberlik iddialarını cifir ve ebcedle delillendirmeye kalkıyorlar.

Kur’an “makul”e çağırırken onlar “mahsus”a ve hurafeye çağırıyorlar.

Şeytan’ı İblis eden, Allah’ı ve insanı (Adem) yanlış anlamasaydı. İstiaze okumak, bir yerde, “yanlış anlayan atıl akıldan Allah’a sığınmak”tır.

( 23 Ekim 2000 )

 

Yorum Yaz