Kur’an şifre değil İlâhî bir inşa projesidir

Önce “Kur’an nedir?” sorusunu doğru cevaplamak gerek.

Kur’an, insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam (küçük “i” ile) vahyinin zirvesidir. Söz konusu İslam vahyi insanlıkla yaşıttır. Kur’an ise insanlıkla yaşıt olan bu vahyin temel ilkelerini bünyesinde toplayan ilahi bir inşa projesidir.

Kur’an vahyinin gayesi, yeryüzünde yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa sorumluluğu üstlenen insanın tasavvurunu, aklını ve kişiliğini inşa etmektir. Vahiy, insanın varoluşsal altyapısına uygun bir üstyapı inşasını hedefler. Yani insan hayatı inşa edecek, vahiy insanı inşa edecektir.

İnsanın tasavvur, akıl ve kişiliğini inşa amacı taşıyan ilahi hitap insanı muhatap almakta, insana konuşmaktadır. Ağzını açan anlaşılmayı ister. Hiçbir söz anlaşılmasın diye söylenmez. Özellikle bu söz ilahi kaynaklı bir mesajsa…

Kur’an mesajı kendisini “bütün insanlığa yönelik anlaşılır bir mesaj” olarak takdim eder. Vahyin sahibi adeta onu “düşünen insanlara” ithaf etmiştir. O her yönüyle mucize bir hitaptır. Fakat onun asıl mucizesi, indiği günden beri milyarlarca kadın ve erkeğin gönlünü fethedip onları içgüdülerin, ayartıcı öz benliğin, sapkın kültürlerin, yoz ve çürümüş çevrenin karanlıklarından çıkarıp imanın, ahlakın ve erdemin aydınlığına ulaştırmış olmasıdır.

Kur’an bu özelliğini bugün de sürdürmekte, Doğuda ve Batıda, Güneyde ve Kuzeyde her seviyeden ve her kültürden bir nice insanı kendi özüne döndürme, onu kendisiyle, varlıkla ve Allah’la tanışık kılma işlevini sürdürmektedir.

Kur’an’ın anlaşılabilir olduğunu söylemek, düz bir metin olduğunu söylemek anlamına gelmez. Onun asıl mucizesini teşkil eden derin anlam katmanları, Kur’an’ı söz imkânı tüketilemeyecek bir metin kılmıştır. Bu nedenledir ki, üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen Kur’an’ın her zamana, zemine ve nesle söz söyleme imkânı tükenmemiştir ve tükenmeyecektir.

Bunu sadece onun mecaz ve sembollere yer veren, metaforik ve eliptik bir metin oluşuyla açıklayamayız. Bunu onun “i’câzıyla”, yani ilahi kaynaklı bir mucize oluşuyla açıklayabiliriz. Onun muhataplarına “Buna benzer bir sure getirin” meydan okuyuşunu da bu çerçevede değerlendirmek daha doğru olur.

Kur’an’ın nasıl anlaşılması gerektiği sorusu, ona muhatap olan ilk nesilden günümüze kadar her nesli meşgul etmiş ciddi bir sorudur. Bu alanda oluşturulan müktesebatın çokluğu, belki de başka hiçbir dilde, başka hiçbir kitaba nasip olmamış ve olmayacaktır.

Bu soru, dev bir anlama ve yorumlama, tefsir ve te’vil metodolojisi müktesebatı ortaya çıkarmıştır. Zaten tüm metodolojiler, metni aslına sadık kalarak anlama ve ruhuna uygun yorumlama hedefini gözetmişlerdir. Tüm çabalar, vahiy bize gerçekte ne diyor ve ne demek istiyor üzerinde yoğunlaşmıştır.

Bir metni anlama ve yorumlama çabası, şu üç unsura aykırı yorumlar üretemez: Lafız, mânâ ve maksat. Dilin desteklemediği bir anlam, anlamın desteklemediği bir yorum doğru kabul edilecekse, bu takdirde ortada ne kendisine uyulması gereken bir “asıl” ne de meşruiyetini o asıldar alan bir “usul” vardır. Bunun amiyane karşılığı “ağzı olan konuşsun”dur.

Böyle bir yönelişin amacı “Kitab’a uyma” değil, “kitabına uydurma”dır. Kur’an’ın ne söylediğini anlamak değil, Kur’an’a söylemediğini zorla söyletmektir.

Bu amacı taşımamak ve lafız-mana-maksat üçlüsüne aykırı olmamak kaydıyla Kur’an’a farklı açılardan yaklaşılamaz mı?

Neden olmasın? Bu konuda otoriter ve totaliter bir yaklaşım sorunu çözmez. Kaldı ki Kur’an’ın anlam katmanlarına daha ilk nesil tarafından dikkat çekilmiştir. Hz. Ali’ye atfedilen bir tespite göre, Kur’an dört boyutlu bir anlam yoğunluğuna sahiptir: Zahir, batın, had, matla’.

Biraz da bu tespitlerden cesaret alarak, eski çağlardan beri Kur’an’da bir takım sırların ve şifrelerin bulunduğunu söyleyenler çıkmıştır. Bunlar genellikle Eski Mısır Hermetizminden Pisagor aracılığıyla Yunan’a oradan da Filon aracılığıyla Yahudiliğe geçen harfçi (hurûfî) ve Kabalacı yöntemleri Kur’an vahyine uygulamışlardır.

Tekrar edelim ki, eğer bu yöntemlerle çıkarılan sonuçlar Kur’an’ın lafız, mana ve maksadına aykırı değilse, tefsir ve te’vil değil ama “işaret” babından sayılarak hoşgörüyle karşılanabilirler. Fakat bu kez de karşımıza, Kur’an’da yar alan “üzerinde 19 vardır” ayetinden yola çıkarak geliştirilen ve başlangıçta büyük bir heyecanla karşılanan 19’culuk akımının girdiği krize benzer krizler çıkar.

Bu kriz neydi? Başlangıçta Kur’an asıl 19 türev iken, daha sonra 19 asıl Kur’an türev oldu. Yani öyle bir noktaya gelindi ki, imanın esası Kur’an değil 19 oluverdi. İşte bu noktadan itibaren her şey ters işlemeye başladı. Kaldı ki, 19 projesi tüm açık ve zaaflarına rağmen bu günlerde medyanın magazin ihtiyacını kendisiyle giderdiği “şifre” muhabbetinden çok daha ciddi ve sistematikti.

İnsanlar, dinlerine magazin ve televole kültürü ‘ciddiyetiyle’ yaklaştıkları sürece, bu talebi karşılayan “şifreciler” ve “kriptocular” eksik olmayacaktır.

 

Yorum Yaz