Kur’an ve Ramazan (3)

Peygamberimizin Ramazan hakkındaki hadislerini bütüncül bir okumaya tâbi tuttuğumuzda, şu ilginç sonuçla karşılaşırız:

Ramazan, etki alanı belli mekan ya da belli insanlarla sınırlı olmayan küresel bir imkandır.

Hz. Peygamber’in “küresel bir imkan” olarak tasavvur ve takdim ettiği Ramazanı, bırakınız yer kürenin tümü için bir yeniden inşa seferberliğine dönüştürebilmeyi, kendi yüreğimiz, kendi insanımız ve kendi topraklarımız için bile bir yeniden inşa seferberliğine dönüştüremiyoruz.

Bu toprakların yersizleri tarafından Ramazan’a karşı her yıl “psikolojik savaş” taktikleri kullanılarak düzenlenen suikastlar, Ramazan’ın taşıdığı müthiş potansiyeli “yerlilerden” daha çok “yersizlerin” fark ettiğini gösteriyor.

Dahası bu, “yerlilerin” Ramazan’ın taşıdığı imkanların henüz çok azını kullanabildiğinin göstergesidir.

Bu imkanlar sadece akidevi ve dini olanla sınırlı değil. Bunların yanına siz, Ramazan’ın sunduğu sosyal ve ekonomik imkanları da ilave edebilirsiniz. Ramazan’ın sunduğu imkanlar, sadece yaralı imanların ve tarumar olmuş yüreklerin tamiri için değil, ahlaki çözülmeye maruz kalmış toplumsal, ekonomik ve siyasal yapının tamiri için de istihdam edilebilir.

Bunun için olmazsa olmaz şart, gürül gürül çağlayan Ramazan ırmağını Kur’an’ın inşa ettiği bilinç tribününe yönlendirerek enerjiye çevirmektir. Çünkü Ramazan’ın taşıdığı potansiyel, Kur’an olmadan tümüyle kinetize edilemez.

Vahiy, Allah-insan diyalogunun Allah’tan insana olan sürecini ifade eder.

Şöyle ki: İslam, Allah’a teslimiyetin hayata dönüşmüş biçimidir. Bu teslimiyet, bu dünyada silmi (barış), öte dünyada selameti (ebedi mutluluğu) getirecek bir teslimiyettir. Bu teslimiyetin zemini, insan bilincinin en rafine halini ifade eden “sorumluluk bilinci”, yani takvadır. Sorumluluk bilincinin en düşüğü, insanın eşyaya karşı sorumluluğu; zirvesi ise, insanın Allah’a karşı sorumluluğudur.

Sorumluluk bilincinin bizatihi kendisi, insanın, insanda, insanca gerçekleştirdiği en temel inşa hareketidir. Bu inşa hareketinin istikameti, önce aşağıdan yukarıya doğrudur. Yani insandan Allah’a ulaşan bir bilinç yolculuğudur. Bu yolculuğun son durağı Allah’a karşı sorumluluk bilincidir. İşte o noktada inşa hareketi yukarıdan aşağıya, Allah’tan insana bir seyir takip ederek inşa seferi tamamlanır. İnşa seferi, yani miraç ve nüzul?

Bu çıkış ve iniş, Kur’an’ın insan-Allah ilişkisini tanımlarken en çok dile getirdiği kavramlardan biri olan “zikr”in de hakikatidir: “Haydi, siz beni zikredin ki, ben de sizi zikredeyim.” (2.152) Bu çift yönlü zikir, çift boyutlu muhteşem bir inşa seferidir:

Aşağıdan yukarıya doğru çıkan duâdır.

Yukarıdan aşağıya doğru akan icabettir.

İnsandan Allah’a doğru yükselen ubudiyyettir.

Allah’tan insana doğru inen uluhiyyettir.

İnsandan Allah’a doğru yükselen sorudur.

Allah’tan insana doğru inen cevaptır.

İnsandan Allah’a doğru yükselen bilinçtir.

Allah’tan insana doğru inen vahiydir.

İnsandan Allah’a doğru yükselen kesrettir.

Allah’tan insana doğru inen vahdettir.

Evet, vahiy ilahi bir inşa projesidir.

Yürüyen ayet olan insan da, insanı çepeçevre kuşatan tabiat da, bir ilahi inşa ürünüdür zaten. İlahi inşanın nesnesi olan insan, vahyin kılavuzluğunda, hayatın inşasının öznesi olacaktır. Bunu, kendisine boyun eğdirilen tabiatı kullanarak yapacaktır. Artık insan ilâhî hitabın eseri, hayatın ise müessiridir.

Vahyi taşıma sorumluluğu insana verilmiştir. Allah insanla konuşmuş, insanoğlunun tarihi Allah-insan diyaloguyla oluşmuştur. İnsan Allah’ın kulu, yeryüzünün ise efendisi kılınmıştır.

Ramazan, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan, âlemlere rahmet Hz. Muhammed (s) aracılığıyla, bütün bir insanlığa gelen vahyin iç dünyamızı tamir ve inşa mevsimi değilse, nedir?

Yorum Yaz