“Kur’an’a sarılmazsan eğer ye’se düşersin”

Dostum, biliyor musun, ye’se düşenlerin en çok kullandığı kelime “imkânsız” kelimesidir.

“İmkânsız” dedin ha?

Olur mu dostum, hiç yakışır mı sana?

Neden Allah yokmuş gibi konuşuyorsun? Bilmiyor musun; Allah yokmuş gibi konuşmak günahtır. Allah var. Allah’a iman var. İman varsa imkân var. Allah’ın olduğu yerde imkânsız demek olur mu?

Yoksa sen yaptığın işe besmelesiz mi girişiyorsun? Bismillah demek, “Ben bu işi Allah sayesinde yapıyorum” demektir, bir. “Ben bu işe Allah’ı dâhil ediyorum” demektir, iki. “Allah’tan yardım istiyorum” demektir, üç. “Ben bu işi Allah’a ısmarlıyorum” demektir, dört.

İmkân dediğin nedir ki dostum? Eğer imkânı olanlar daha çok infak etseydi, Allah yoluna en çok verenler en varlıklılar olurdu. Bak etrafına, bunun hiç de böyle olmadığını görürsün. Kaldı ki, insan olmak bir imkândır. Akıl paha biçilmez bir imkândır. Sıhhat bir imkândır.

Dahası Allah sonsuz imkândır. Kur’an, Peygamber, iman, namaz, oruç imkândır. Bütün bu imkânlardan ne kadar yararlandın? Mesela, Allah’ı imkân olarak gördün mü?

Çocuklarının geleceğini düşünürken, ailenin geleceğini düşünürken, yaşadığın toprakların geleceğini düşünürken, ait olduğun medeniyetin geleceğini düşünürken… Evet, bütün bunları düşünürken, Allah’ı da hesaba dâhil ettin mi?

Sevr’in eteğinde dolaşma dostum. Eğer Mekke’nin hakkını verdin ve imkânların tümünü tükettinse, yeni imkânlar üretmek için Medine’nin yollarına düş. Düşmanların kalabalık olabilir. Korkma! Dost’un büyük, hem de En Büyük’tür. Fakat En Büyük Dost’un yardımı, kulun gücünün bittiği yerde başlar. O yer, Sevr’in zirvesidir.

Sevr’in eteğinde oturma. Haydi, davran ve tırman; yükseğe, daha yükseğe, en yükseğe…

Ne var Sevr’in tepesinde?

Allah’ın vaat ettiği yardım var.

Niçin oradadır Allah’ın vaat ettiği yardım?

Orası kulun gücünün bittiği yerdir de ondan. İlâhî yardım kulun “Bittim ya Rab!” dediği yerde yetişir: Sünnetullah bu, Allah’ın geleneği bu, değişmez âdeti bu. Akıllılık Allah’ın sünneti bana uysun diye beklemek değildir; akıllılık Allah’ın sünnetine uymaktır. O’nun eşsiz çalışma tekniğini çözmektir. Bu tekniğin sırrına erip, gereğini yapmaktır.

Peki, nasıl olacak bu iş?

Kolay dostum, çok kolay. Şu formülü unutma: Öncekiler neyle felaha erdilerse, sonrakiler de aynı şeyle felaha erecekler. Çağ değişir, zaman değişir, mekân değişir, imkân değişir, alet değişir. Fakat “âdet” değişmez. Temel zaafları ve meziyetleriyle insan hiç değişmez.

İnsan tutmalı dostum, insanı tutmalı. Hiç olmazsa, takım tutanlar kadar heyecan ve aşkla. Hiç olmazsa, zar atanlar kadar umutla ve şevkle. Hiç olmazsa, boğazına kadar günaha batanlar kadar cesaret ve cür’etle.

İnsanı tutmalı ve onu onarmalı. İmha olmuş insanı inşa etmeli. Bunun için de yüreğine açılan kapıyı bulup tıklatmalı. Açılmıyor diye ayrılmamalı. Günlerce, haftalarca, hatta aylarca beklemeli. Ha açıldı ha açılacak umudu içinde olmalı hep. Kâbe’nin kapısında bekler gibi beklemeli. Açılırsa eğer, Kâbe’ye girer gibi girmeli o kapıdan; heyecan zirvede, aşk dorukta, ama kelle koltukta değil; mutlaka ve mutlaka kelle yerinde, yani en tepede, iki omuz arasında…

Kalbe, kalplere giden yolun harita ve pusulası yerine vahyi almalı, Kur’an’ı almalı. Satırdaki âyetlerle sadırdakileri, tohumla toprağı, etle tırnağı, anayla evladı, bülbülle gülü buluşturur gibi buluşturmalı. İş budur, eylem budur, yol budur. Tıpkı Kur’an şairi Akif’in dediği gibi:

Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete râm ol

Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol

Allah’a dayan gâyene tevfikini versin

Kur’an’a sarılmazsan eğer ye’se düşersin.

Şimdi sorulması gereken soru şudur: Mushaf-ı Şerif’i bağrıma basar, onu kucaklarsam Kur’an’a sarılmış olur muyum?

El-cevap: Hayır, asla olmazsın. Ve elbet Kur’an şairi Akif’imizin dediği bu değil. Kur’an’a sarılmak, onun yazılı olduğu kâğıt tomarlarından müteşekkil Mushaf’ı kucaklamak değil, onunla tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi, elhasıl bütün bir hayatımızı inşa etmektir.

Bunun için başlama noktası onu anlamaktır. Zaten Kur’an da daha indiği ilk dönemde ilk muhatabına ve tüm muhataplarına “tertîl” ile okumayı emretmiştir.

O halde ne duruyorsun dostum? Neyi bekliyorsun? “Oku” emrinin muhatabı sensin! Allah sana sesleniyor, duyuyor musun?

Yorum Yaz