Kurbanı anlamak

Allah, “insana şah damarından yakın olan”dır.

Bu yüzdendir ki O, insana, nefsinin neleri hangi gerekçelerle fısıldadığından haberdardır.

Bu nedenle kurban, Allah’ın insana yaklaşmasını değil, insanın Allah’a yaklaşmasını ifade eder. Şahdamarından uzak olan, Allah’tan haydi haydi uzak olur.

“Şah damarından uzak olmak” demek, kendinden uzak olmak demektir. Kendine yakın olmak ise, “Allah’a yakın olmak” demektir.

İnsana şah damardan daha yakın olan, tüm damarların kendisine açıldığı kalptir. Kalp, daha içeride, daha merkezdedir. Şahdamarı, ona açılan “yol”dur. Allah “yolda” değildir, “yolcu” değildir. Merkezdedir; hayatın ve varlığın merkezinde. Yolda olan, yolcu olan insandır. Uzaklaşır ve yaklaşır. Yasa gereği O’ndan gelmiş ve O’na dönecektir.

İnsan damardan uzaklaştığında, “dem-i mefsuh” (atık kan) hükmünü alır. Hayatın ve sağlığın sebebi iken, ölümün ve hastalığın sebebi olur. Kalbe, yani yolculuğunun anlamını bulduğu yere dönmelidir. Kalbe dönüş, kendine dönüştür. Kalpten uzaklaşma, kendinden uzaklaşmadır. Şahdamar, kanın “sırat-ı müstakimi”dir. Dosdoğru yola giren insan da, manevi bedenin kalbine giden yola girmiş demektir.

Kur’an’da “kurban” teriminin kullanıldığı nadir yerlerden biri olan Maide 27. ayet, Adem oğullarından ikisinin kurbanla sınanmasından söz eder. Bu, neyi gösterir? Birincisi, Kurban ibadetinin insanla yaşıt, hatta insanın ilk ibadeti olduğunu. İkincisi, insanın cevherle cürufunun sınanmadan denenmeden ayrışmadığını. Üçüncüsü, kişi ne kadar kendinden ve Allah’tan uzaksa, mülkiyet tasavvurundaki çarpıklığın da o kadar vahim olduğunu.

Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’in sınavı anlaşılmadan, kurban ibadeti anlaşılamaz. Bu yüzden ilahi vahiyler bu örnek olaydan söz ederler. Kur’an Saffât suresinde, konuya ayrıntılı olarak yer verir. Buna göre, Hz. İbrahim, Nemrud’a karşı verdiği tevhid mücadelesinde can sınavından geçer. Sınavını başarıyla verir. Bu kez sıra “can yarısı” sınavına gelmiştir. Bir gece rüyada, kendisini, uzun bir mahrumiyetten sonra kavuştuğu oğlunu boğazlarken görmüştür.

“Bu oğul kimdir?” sorusu, sadet haricidir. Kur’an açıkça isim vermez. Yahudiler, bu oğlun İshak olduğunda ısrarcıdırlar. Daha birinci kuşaktan itibaren bu tezi destekleyen birçok otorite bulmak mümkün. Yahudiler, bu seçimi “kutsal ırk” tezi üzerine oturturlar ve hem yabancı hem de cariye olan bir annenin oğlu olan İsmail yerine, Sare’den olma İshak’ın “zebîh” olmaya daha layık olduğunu dile getirirler.

Tüm veriler bu oğlun ilk oğul olduğunu gösterir. İlk oğlun İshak olduğunu söylemek, Hz, İbrahim’in hayatı hakkındaki tüm bilinenleri yok saymak anlamına gelir. Hacer’in, Sare’den uzaklaştırılmasının nedeni onun çocuk sahibi olmasıdır. Kurban edilenin ilk oğul olduğunu, Hz. İbrahim’im Kur’an’da dile getirilen duasından anlıyoruz: “Rabbim bana Salihlerden olacak bir (evlat) bağışla” (37.100). Bu duanın, çocuk hasretinin ardından geldiği açık. İlk çocuğun da İsmail olduğu tarihsel olarak kesindir. Kurban edilen, “aşk modunda” yapılan bir duanın mahsulü olan işte bu çocuktur.

Bize öyle geliyor ki, bu “dua meselesi”, kurbanı anlamada anahtar konumundadır. Kur’an’da, çocuk hasretiyle geçen uzun yılların ardından, yürekten yapılan bir dua ile çocuk bahşedilen örneklere bakalım:

Hz. İbrahim’e, evlat hasretiyle yapılmış bir dua ile Hz. İsmail bahşedildi.

İmran’ın karısı Hanne’ye, uzun bir süre sonra bir dua ile Hz. Meryem bahşedildi.

Kendisi yaşlı eşi de kısır olan Hz. Zekeriyya’ya, Hz. Yahya bahşedildi.

Buna benzer bir örnek de Sare’ye yaşlılığında Hz. İshak’ın bahşedilmesidir. Fakat bu olayda Hz. İbrdahim’in değil, yaşlı eşi Sare’nin his ve heyecanı nakledilmiştir. Daha önemlisi, bu olayın öncesinde bir dua nakledilmemiştir.

Hz. İsmail, Hz. Meryem, Hz. Yahya…

Üçü de, aşk modunda yapılan bir duanın peşinden gelen ilahi bir hediyedirler. Hz. Meryem mabede adanmıştır. Hz. Yahya, Zalim bir Yahudi yönetici elinde, koç gibi kellesi kesilerek kurban edilmiştir. Bu örneklere Allah Rasulü’nün babası Abdullah’ı da eklemek gerek. O da Abdulmuttalib’in duasının mahsulü idi ve o da büyük dedesi Hz. İsmail gibi “yaşayan kurban” oldu.

Kur’an Hz. İbrahim’e “seni kestiğimi gördüm” değil, “seni kesiyorken gördüm” dedirtir.

Hz. İbrahim’in oğlunu “kurban ediyorken” görmesi, aslında âlem-i misal’de gördüğü bir rüya idi. O, “misal âleminde” olanı, “şehadet âlemine” taşıyınca, rüya “tabir” edilmemiş oldu. Yani, rüya üzerinden verilen mesaj “temsil” olmaktan çıkıp “hakikat” oldu. İlahi murat bu değildi ve rüyalar işte bu yüzden “misal alemine” ait her “temsil” gibi “tabir” edilmeliydi.

Acaba Hz. İbrahim’in, hasretli bir duanın ardından gelen oğlu İsmail’e beslediği özel ve yoğun duygular, “gayretullah”a dokunmuş olabilir mi? Öyle ya, “Halilullah” (Allah dostu) sıfatını almak hiç de kolay değil. Hatırlayalım Hz. Peygamber’in torunlarını severken “Siz adamı yoldan edersiniz” diye sevdiğini. Buna göre, kurbanın verdiği mesaj, “her şeyi yerli yerinde görme, her şeyi konulduğu yerde kavrama” mesajı olsa gerek.

Allah’ı Allah yerinde, insanı insan yerinde görme. Ve hayvanı hayvan yerine koyma. İlahi hiyerarşiden sapıp da hayvanı insan yerine koyanların, insanı da hayvan yerine koyduklarına çok şahit oluyoruz da…

Yorum Yaz