Küresel değersizleştirme ve gençlik (I)

Bu yıl, “Akabe Kültür ve Kermes Günleri”nin konusu, “küresel değersizleştirme ve gençlik” idi.

Bu başlık altında yapılan panelin katılımcılarından biri de bendeniz idim. Yetkili kurulun tespit ettiği bu başlığın birinci bölümüne memnun oldum, ikinci bölümüne ihtirazi kayıt düştüm.
Konu olarak seçilmesinden memnuniyet duyduğum “küresel değersizleştirme” kavramının bu ülkenin fikir arenasına taşınmasında, küçük de olsa bir katkım olmuştu.
Aslında “inhiyadu’l-‘alem” (neutralization of the world) tamlaması, Filistin asıllı düşünür ve bilim adamı Prof. Dr. Abdülvehhab el-Mesiri’ye ait. Mesiri, çeyrek yüzyıllık bir ekip çalışmasıyla meşhur Yahudi Ansiklopedisi’ne (E. Judaica) alternatif olarak ortaya koyduğu Mevsuatu’l-Yehud ve’l-Yehudiyye ve’s-Suhyuniyye adlı dev çalışmayı yaparken, Batı aydınlanmasına damgasını vuran özelde Yahudi kökenli bilim adamlarının, genelde bütün bir Modern Batının paradigmasını çözmeye çalışır. İşte bir ömrü kapsayan bu çalışmanın sonucu bu iki kelimedir:
“Küresel değersizleştirme” ya da “küresel indirgemecilik”. Darwin’in biyoloji ve antropolojide, Freud’un psikolojide, Marx’ın tarih sosyolojisinde yaptığı şeyin ortak bir noktası varsa, bu ne olabilirdi? İşte bu sorunun cevabıdır el-Mesiri’nin vardığı sonuç.
Çünkü bütün bu çalışmalar, insanın “ekremiyyetini” ve “eşrefiyyetini” iki paralık eden sonuçlar üretmişlerdir. Ve bütün kurum ve sonuçlarıyla Modern Batı, insanı insan eden ve bir üst varlık seferine bağlayan “ruhani tarafını” zayıflatıp, insanın beşeri tarafını oluşturan ve onu bir alt aleme bağlayan “hayvani tarafını” güçlendirmiştir.
İnsan, önce biyolojik varlığı olan “etine-kemiğine” indirgenerek vitrinlik bir teşhir malı konumuna düşürülmüş. Sonra elementer kökenine indirgenerek sıradan bir “materyal” konumuna düşürülmüştür.
İşte “küresel değersizleştirme” budur. İnsanı böyle bir indirgeme sürecinden geçirdikten sonra, onun “üretim-tüketim” kısırdöngüsünü oluşturan silsile dişliler arasında bir eleman olmasının önüne kim geçebilir? Dahası, onu sırf “istatistiğin konusu” olmaktan kim kurtarabilir? Adına “devlet” vs. denilen örgütlü güçlerin elinde oyuncak olmasını kim engelleyebilir? Kadının kişiliğini öldürüp dişiliğini cilalayarak, onu kutsal (=harem=mahrem) bir “emanet” olarak değil de, tüm değerini teninden alan bir “meta ve mülkiyet” olarak alınıp satılmasına, kim dur diyebilir?
Evet, “kim”? Her kimse, o, insana “fiyat” değil “değer” biçen biri olmalı? İnsanı biyolojik ve elementer boyutuna indirgememeli. Aksine insanı insan eden ve onu bir üst alemle ilişkiye geçiren “ruhuna” ikmal ve yığınak yapmalı. Onun “kerametini” kabul etmeli. Ona öyle bir “değer” vermeli ki, acıları, sancıları bile değerlenmeli. Onu ilahi şarkıyı biteviye terennüm eden “evrensel koro”da çatlak bir ses değil, uyumlu ve şuurlu bir vokalist yapmalı. İnsana bu aleme “sahip olmak için” değil “şahit olmak için” geldiğini öğretmeli. Hayat gerçek “anlam ve amacını” bulduğunda, insanın ancak gerçek insan olabileceğini öğretmeli.
Benim bildiğim, bunu ancak bir tek şey yapabilir: İnsanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam. İslam, bunu vahiyle tasavvur, akıl ve şahsiyetini inşa ettiği insanlar eliyle yapar. İnsanın kaybettiği anlam, ancak bu insanlar eliyle sahibine geri döner.
İşte bunun için, eğer insanın bir şeye karşı savaş vermesi gerekiyorsa, bu şey “küresel değersizleştirme” olmalıdır. Bu projeye katkıda bulunan her düşünce, sistem ve kurum olmalıdır.
Gelelim “itirazıma”.
İtirazım “gençlik” tanımının dayandığı tasavvura.
Bir ırmak gibi kesintisiz ve biteviye akan hayatı bir yerlerinden keserek parçalara ayırmak, indirgemeci Batı düşüncesinin eseridir. Yunan-Batı aklı kadim zamanlardan beri indirgemeciliğiyle maluldür. Descartes bunu sistematize etmiştir, o kadar. Her şeye olduğu gibi hayata da “kategorik” yaklaşan Batı modernizmi, hayat merdivenini doğal basamaklarına indirgedi. Bu basamaklar içerisinde “gençlik basamağını” abartılı biçimde öne çıkardı. Çünkü hayatın bu basamağındakiler, “üretim ve tüketim süreçlerine” en aktif katılımı sağlayacak kesimi oluşturuyordu.
Fransız ihtilalinde “gençlik” gözdeydi. Hitaplar “Ey… gençliği!” diye başlıyordu. Bolşevik İhtilalinde de öyle. “Komsomol” (gençlik) örgütleri, Komünistlerin gözdesiydi. Kemalist ihtilal de bunları taklit etti. “Ey Türk gençliği!” hitapları, aslında bu yarı-ideolojinin fikri bağlantılarına işaret ediyor.
Buna karşın, Kur’an vahyi (ve tüm vahiyler) hayatı bir ırmak gibi bütün olarak sundu. Evet, hakikatin değeri “kıdeminden” kaynaklanmazdı. Bu yüzden, “atalar yolu”nu hakikatin referansı olarak görmek şiddetle reddedildi.
Fakat “gençlik” ayrı bir kategori olarak hiç öne çıkarılmadı. Hatta bu Hz. Peygamber’in mesajına en çok katılımın gençlerden, en çok karşı çıkışın yaşlılardan gelmesine rağmen böyle oldu bu. “Yaşlı” anlamına gelen “şeyh”in aynı zamanda “otorite ve bilge” anlamı taşımasına rağmen böyle oldu. “Ey insanlar!” diye hitap eden peygamberi “Ey gençler!” derken hiç görmememiz işte bunun içindi. Aksine o “yaşlanan gençlere” rahmet okumuştu. Yaşlanan gençler. Yani, “geleneği olan”, bir ırmakçasına akan hayatı bölüp parçalamayan, kaynağına sadakatin, denize kavuşuncaya kadar akarak gerçekleşeceğini bilen gençler.
Devam edelim mi?

Yorum Yaz