Lafız, Mânâ, Maksat

Gitgide anlamsızlaştırılan bir dünyada, bu anlamsızlığın yaklaşık bir asırdır acentalığını yapan bizimkisi gibi bir ülkede, anlam aşkımız ve arayışımız sürecek.

Bu aşkı ve arayışı yitirirsek, hayatımızın anlamını, yani kendimizi yitirmiş olacağız.

Politika bezirganlarının “demokrasicilik” oyununu kahvemizi yudumlayıp seyretmedik bile; midemiz kaldırmadı. Bunca anlamsızlaştırılmış, bunca ilkesizleştirilmiş bir oyunu ciddiye alıp nefes tüketmektense, biz anlamın peşindeki yolculuğumuzu sürdürelim.

Dile kolay: Siz 600 kitabın ismini sayabilir misiniz? Ama o yazmış İsmail Paşa’nın Esmau’l-Müellifin’inde sadece isimleri sayfalar tutuyor; ben okumaya baş edemedim. Tabii ki bu kadar çok eser veren bir müellifin kusuru, zuhulü, yanılması ve yanlışı da bol olur; olmuş da nitekim. Eserlerinin geneli kelimenin sözlük anlamıyla tam bir ‘telif’. Kimileri, ya o konuda yazılmış eserlerin bir özeti, ya da mecmuası.

Konuya âşina olanlar kimden söz ettiğimi anlamışlardır: Asyutlu Celaleddin’den, namı diğer Süyuti’den… Aslında sözü getirmek istediğim yer Süyuti’nin el-İtkan isimli tefsir metodolojisine dair eseri. Adından da anlaşılacağı gibi tefsir metodolojisi üzerine kaleme alınmış en hacimli iki eserden biri (diğeri Zerkeşi’nin el-Burhan’ı) olan bu eseri Süyuti, Mecmau’l-Bahreyn ve Matlau’l-Bedreyn adını verdiği tefsire ‘mukaddime’ olarak kaleme almış. Yanlış duymadınız; tam dört ciltlik bir tefsir mukaddimesi. Ancak eser orijinal olmayıp kendinden önce yazılmış eserlerin bir özeti niteliğinde. Bunu müellif de itiraf etmiş. Anlayacağınız el-İtkan, 150 kaynaktan yararlanılarak oluşturulmuş dev bir Kur’an ilimleri ansiklopedisi. Hatırladığım kadarıyla tercümesi de bu isimle yayınlandı. Fakat yeri gelmişken söyleyeyim; gördüğüm tercümenin yeniden gözden geçirilmesi şart. Mütercimlerine duyurulur.

Bir yıldan beri Akademi’de el-İtkan’ı Nasr Hamid Ebu Zeyd’in genelde klasik tefsir metodolojisine özelde el-İtkan’a yönelik eleştirel bir bakış açışıyla kaleme aldığı Mefhumu’n-Nass’ıyla birlikte karşılaştırmalı olarak okutuyorum. Dikkatimi çeken bir şey var: Klasik tefsir Kur’an’ı anlamayı lafız ve mânâ eksenine kilitlemiş. Anlamı yalnızca lafız ve mânâda aramış.

“Bu yanlış mı?” diyeceksiniz. Hayır, doğru. Ancak doğrunun tamamı değil bir parçası. Bazen parçalanan doğru doğruluğunu yitiriyor; parçalanan doğrudan doğru değil yanlış istihsal edilebiliyor. Peki, eksik olan ne?

Maksat.

Evet, lafız ve mânâ ile yetinip de maksadı anlam arayışında bunların yanına -belki ikisinin hakemi olarak karşısına- yerleştirmeyen bir anlama metodolojisi, yanlış anlama, eksik anlama, dolayısıyla anlamama problemine köklü bir çözüm getiremeyecektir.

Bunun için Şatıbi’nin fıkıh metodolojisinde yaptığı şeyi tefsir metodolojisinde de yapmak gerekecektir: Makasıdu’l-Kur’an, yani “Kur’an vahyinin hedefleri”. Lafız ve mânâ eksenli klasik anlama metotlarını ve bu metotlarla elde edilmiş sonuçları makasıdu’l-Kur’an süzgecinden geçirerek sağlayını yapmak gerekecektir.

Makasıdu’l-Kur’an ayağı diğer iki ayak olan lafız ve mânâ ayaklarını dengeleyecek, anlamdan koparılarak lafızcılığa mahkum edildiği için ‘sağır ve dilsizleşen’ nass; bir çok örneğinde görüldüğü gibi gerçekleştirmek istediği maksat ve hedeflerinin tersine yorumlanmaya kalkışılamayacaktır. Yine makasıdu’l-Kur’an sayesinde, mânâ da, lafızdan koparılarak metnin onaylamadığı fakat yorum sahibi tarafından ‘nesneleştirilen’ metne işkence edilerek onaylatılmaya kalkışılan bir kurgu olmaktan çıkacaktır. Yani makasıdu’l-Kur’an hakemi, lafzın mânâyı, mânânın lafzı görmezden gelmesine engel olacak, bununla birlikte bu ikisinin sınırlarını da tayin edecektir.

Burada şu endişe akla gelebilir: Makasıdu’l-Kur’an adı altında nasslar istismara açık hale gelmez mi? Lafız ve mânânın karşısına böylesine yetkileri ve sınırları kesin ve net bir biçimde çizilmemiş bir ‘hakem’ yerleştirmek, yanlış anlamayı daha da körükleyecek bir belirsizliğe kapı aralamaz mı?

Bir kere, makasıdın tespiti lafız ve mânâdan bağımsız olamayacağı gibi, makasıdu’ş-şeria(t)’dan da bağımsız olamaz. Buna varlığın ve eşyanın yasalarını, insanlığın değişmez değerlerini, ma’şeri vicdanın ortak sesini (icma), selim aklın vardığı sonuçları ve tarihin yasalarını da eklerseniz, makasıdu’l-Kur’an’ın aynı zamanda ‘insan varoluşunun hedefleri’ anlamına geldiği de kolayca anlaşılır.

Makasıdu’l-Kur’an’a Rasulullah kadar hiç kimse dikkat çekmemiştir, dersek sanırım doğru bir yargıda bulunmuş oluruz. Yine Hz. Ömer’in kimi zaman nassın lafzına aykırı gibi görünen o ünlü uygulamaları, Hz. Ali, Ebubekir, İbn Mes’ud, İbn Abbas gibi seçkin sahabilerin kimi anlayış ve uygulamaları da ancak makasıdu’l-Kur’an’la açıklanabilir cinstendir.

Bu noktada Hz. Peygamber’in Kur ‘ani hadlere bakışı makasıdu’l-Kur’an bağlamında çok açık bir örnek teşkil etmektedir. Kur’an’ın cinayet kısası ve hırsızlık hadleriyle ilgili nassları açıktır. Bu açık nasslara rağmen Hz. Peygamber hem sözleriyle hem uygulamalarıyla “kuşkunun” had lehine değil had aleyhine değerlendirilmesini ilke haline getirmiştir: “İdreu’l-hudude bi’ş-sübehât: Kuşkunun varlığı halinde hadleri düşürünüz.” Maiz’in cezasının infazı sırasında kaçtığının haber verilmesi üzerine “Keşke bıraksaydınız!” demesi. Olayın ardından Maiz’i itirafa ikna eden Hezzal’i “Yaptığını beğendin mi?” diye azarlaması; suçunu itiraf için gelen birinin niyetini anlar anlamaz “Aman itiraf etme!” demesi; ilk hırsızlık cezasının infazının ardından hırsızı malı üzerinde bulup getireni şiddetli bir biçimde azarlaması…

Bütün bunlar Hz. Peygamber’in haddlerle ilgili nassları Kur’an’ın maksat ve hedefleri açısından okuması değil de nedir? Bu konudaki örnekler sadece bu kadarla sınırlı değildir elbet, fakat bir gazete köşesinde anlama problemi çerçevesinde bu konu ancak bu kadar ele alınabiliyor.

Makasıdu’l-Kur’an’ı, Kur’an’ı anlamanın ana kriteri kılmak için yapılması kaçınılmaz olan bir şey var: Parçalanan İslam aklının yeniden birleşmesi. Buna siz, Gazali’den ödünç alarak şöyle de diyebilirsiniz: İcmau ulumi’d-din: Din ilimlerinin birleştirilmesi. Yani parçalarına ayrılan bütünün yeniden birleştirilmesi.

Bunun için de galiba, Müslümanlar olarak “fıkıh usulü”ndün önce “tefakkuh usulü” üzerinde durmamız gerekecek.

Görüyorsunuz ya; daha problemin sınırlarını çizmekte zorlanıyorum.

Anlayın işte! Ama yanlış anlamayın!

( 8 Nisan 2000 )

 

Yorum Yaz