Laikler dinin ölüsünü seviyor

Anlaşıldı, Sayın Cumhurbaşkanı’nın İslâm’ı öğrenmeye ihtiyacı var.

Çünkü buna ihtiyacı o kadar açık ki, ufak tefek düzeltmeyle telafi edilir gibi değil.

Başkanı olduğu cumhurun kahir ekseriyetinin dini olan İslâm’dan habersiz olması, Sezer’in talihsizliği. Kendi dininden böylesine habersiz birinin cumhurbaşkanı olması da, milletin talihsizliği.

Millet, Sezer’i vekilleri eliyle değiştirir kurtulur. Peki ya Sezer, İslâm hakkında bilgisizliğe dayalı önyargılarla dolu olan kafasını değiştirip kurtulabilir mi?

Görünen o ki, bu mümkün görünmüyor. Bunun mümkün olabilmesi için öncelikle Sayın Cumhurbaşkanı’nın İslâm hakkındaki cehaletini kabul etmesi lazım. Fakat durum bunun tam tersi: O bildiğini sanıyor. Bilmediğini bilen bir gün öğrenir, ama bildiğini sanan asla.

Sayın Sezer’in din tasavvuru bir garip. Bu öyle bir din ki, kendisine tanınan tüm yaşam alanı vicdanla sınırlı.

Tarif edilen bu vicdan, nükleer atıkların saklandığı kurşun alaşımlı kaplar gibi. Su geçirmez, ses geçirmez, ışık geçirmez, ısı geçirmez, ışın geçirmez. Kalın mı kalın, sağır mı sağır, kör mü kör, yalıtkan mı yalıtkan.

Sayın Sezer tanımlarında sadece imanı iktidarsızlaştırmıyor, aynı zamanda vicdanı da köreltip duyarsızlaştırıyor. Sahibinin eline ayağına, diline dudağına, gözüne kulağına hükmetmeyen bir vicdan bu. İktidarsız imanın iktidarsız vicdanı yani.

Böyle bir vicdana dense dense “hapishane” denir. Üstelik iman hapishanesi. İman böyle bir yerde iman değil, müebbet küreğe mahkûm bir esir. Boynuna tak tasmayı, bağla istediğin yere. Bunun anlamı, imana “sen burada öl” demektir ki, zaten böyle bir iman iman olmaz. Zira ölü bir iman, iman değildir.

Buradan şu çıkıyor: Sayın Sezer’in en sevdiği din “ölü” bir dindir, en sevdiği iman da ölü bir iman.

Söz konusu olan İslâm dini ise, bu şiddetle reddedilen bir yaklaşımdır. Böyle bir din her şey olabilir, fakat asla İslâm olamaz. İslâm, muhatabı tarafından teslim alınan bir dinin adı değildir. İslâm, muhatabının kendisine kayıtsız şartsız teslim olduğu bir dinin adıdır. Bu nedenle “İslâm: Teslimiyet yolu” adını almıştır.

Siz kalkıp teslimiyet yolu olan İslâm’ı teslim almaya, bununla da yetinmeyip vicdanlara mahkûm etmeye çalışacaksınız. İslâm sizden hayatınızı isteyecek, siz İslâm’ın canını alacaksınız. İslâm size “Teslim ol, kurtul” derken, siz kalkıp İslâm’ı vicdanlara esir edip ağzını bağlayacaksınız.

Ondan sonra da bunun adına İslâm diyeceksiniz, öyle mi?

Yani İslâm sizden ne istediyse siz tam tersini yapacak bunun da adını, din koyacaksınız ha? Ve İslâm’dan da buna razı olmasını isteyeceksiniz?

İslâm buna razı olsaydı, İbrahim’in Nemrut’un ateşinde ne işi vardı? İbrahim böyle bir İslâm’a evet deseydi, Nemrut onu değil ateşe atmak, madalya takardı.

İslâm buna razı olsaydı, Firavun’un Musa’nın arkasına düşmesine ne gerek vardı? İkisi birlikte gül gibi geçinip giderlerdi.

İslâm buna izin verseydi, Ebu Cehil’in Allah Rasûlü’ne düşmanlığının gerekçesi kalmazdı. Dahası, peygamberlere ve ilahi vahiylere gerek kalmazdı.

Görüyorsunuz, böyle bir din istemek “ölü bir din” istemektir. Şu halde İslâm’ı böyle tanımlayan ya İslâm’dan nefret ediyor, ya da ölüsünü seviyor demektir.

İslam’ın ölüsünü seven Mekkeliler, Allah’ın gökteki hükümranlığına değil, yerdeki hükümranlığına itiraz etmişlerdi de, Kur’an onları şöyle reddetmişti:

“O Allah gökte de ilahtır, yeryüzünde de ilahtır.” (Zuhruf, 84)

 

Yorum Yaz