Lıhye-i Saadet ziyaretleri

İstanbul’un tarihi camilerinden birinde imamlık yapan bir kardeşimiz aradı.

Görev yaptığı camide Peygamberimize ait bir lıhye-i saadet olduğunu, bunu âdet olduğu üzere bayram arefelerinde çıkarıp ziyarete açtıklarını, bunda dinen bir mahzur olup olmadığını sordu.

Ne mahzur olabilir ki, dedim. Türkiye’de yaşayan Müslümanlar içerisinden kimse lıhye-i saadetlere tapınmaz. Onlara secde edip fetiş kılmaz. Zaten buna yüz de, izin de verilmez.

Anadolu’nun birçok ulu camiinde bulunan lıhye-i saadetler, sevgili Peygamberimizden bugüne kalan aziz birer hatıradırlar. Bir cam şişe içerisinde Efendimizin sakalından bir ya da iki telin muhafaza edildiği bu mukaddes emanetler, gelenek olduğu üzere kırk güzel kokulu bohçaya sarılı olarak yüksek ve emin bir dolapta saklanırlar.

Ziyaret günü bu bohçalar ziyaretçilerin hasretli bakışları huzurunda salavâtlarla birer birer açılır. Her bohça açılışında ziyaretçilerin heyecan katsayısı daha bir artar. 40. bohça açılırken artık hasret doruk noktasına gelmiştir. İşte o an Rasûlullah sevgisi bir sel olup gözlerden taşar.

Öpebilen öper, öpemeyen göz ziyareti yapar ve selamlar.

Soru sahibine, lıhye-i saadetleri tıpkı Hacerülesved’e benzettiğimi söylemiştim.

Sahih rivayetlere göre, Peygamberimiz Veda Haccı sırasında Hacerülesved’i gözyaşları içinde öpmüş, yüzünü gözünü bu taşa sürmüştü.

Hatta Hz. Ömer bir defasında bu taşı öpmüş ve şöyle demişti: “Ey taş, bilirim ki sen sadece bir taşsın; eğer Rasûlullah’ın seni öptüğünü gözlerimle görmesem seni öpmezdim.” Peki, Hz. Ömer’in buyurduğu gibi “sadece bir taş olan” Hacerülesved’i Rasûlullah niçin öpmüştü?

Bunun sebebini bazı kaynaklardan öğreniyoruz. Buna göre; Hacerülesved, Hz. İbrahim’in yaptığı Kâbe’den geriye kalan tek orijinal hatıradır. Bu nedenle, cahiliye döneminde de aynı hürmet gösterilmiştir.

Peygamber Efendimiz, Hz. İbrahim’den kalan bu tek orijinal hatırayı, iman atası İbrahim Peygamberin elini öper gibi öpüyordu. Bu sayede hem ona minnet ve şükranlarını sunuyor hem de onun aziz hatırasını yâd etmiş oluyordu.

Lıhye-i saadet ziyaretlerinin amacı da aynı değil miydi? Sebeb-i imanımız ve saadetimiz, âlemlere rahmet Hz. Muhammed aleyhisselam’dan kalan bu aziz hatıraları ziyaret etmek, bir tür şükran sunmak değil miydi? Onu öpmek, Rasûlullah’ın elini öpmeyi hatırlatmıyor muydu? Elini onun eline değmek için servetini göz kırpmadan feda edecek Rasûlullah âşıkları için bu bir teselli armağanı sayılamaz mıydı?

Hepsinden öte, lıhye-i saadet ziyaretlerinde gösterilen bu tazim ve muhabbetin, amaç açısından Rasûlullah’ın Hacerülesved’e gösterdiği hürmet ve tazimle farkı var mıydı?

Evet, dünyanın bazı yerlerinde bu tazim işini tapınma noktasına kadar vardıranlar da yok değildi. Mesela, Hindistan’daki Birelviler. Onlar açıkça tıpkı namazda secde eder gibi secde ediyorlardı ve elan bu sapık uygulama devam ediyor.

Elbet bunun din açısından savunulacak hiçbir yanı yok. Böyle bir sevgi ve tazimin Hıristiyanların Hz. İsa’ya gösterdiklerinden özde farkı da yok.

Fakat dünyanın bir yerinde bazı sapkınlar bir şeyleri istismar ediyor diye, elimizdeki bu muhteşem hazineye bigâne kalmamızı bizden kimse isteyemez. Kaldı ki, bu bir ibadet değil, âdettir. Âdet ibadet kılınmadığı ve şer’i sınırlar içerisinde kaldığı sürece kim ne diyebilir ki?

Geniş kitlelerin medya, müzik, spor ve siyaset starlarının elbisesine dokunmak için birbirlerini ezdikleri modern dünyada, Müslüman yığınların Rasûlullah’a olan sevgisini ifade eden lıhye-i saadet ziyaretlerini diline dolayanlar olacaktır. Bunlar, sadece isabetsiz değil, aynı zamanda samimiyetsiz olarak nitelendirilmeyi hak ederler.

Vakit ailesinin ve muhterem okurlarımın bayramlarını tebrik ederim. 28 Şubat’tan bugüne Ramazan, kendisine karşı düzenlenen -deriniyle sığıyla- tüm terör saldırılarını hep püskürtmüştür, püskürtmeye devam edecektir.

 

Yorum Yaz