Mayınlı yol

Anayasa Mahkemesi’nin hukukun evrensel kurallarını ayaklar altına alan kararının anlamı açıktır: Milletin Meclisi’ni millet iradesinden kaçırıp azınlığın eline rehin vermek.

Aslında bu karar malum azınlığın örtülü bir itirafıdır. Bu itiraf şudur: Bundan böyle Meclis’te çoğunluğu ele geçirme ihtimalimiz kalmamıştır. Madem kalmamıştır, o halde biz de oyunun kurallarını kendi keyfimize göre yeniden belirleriz.

Peki, ama bugün değiştirmek için hukuku ayaklar altına aldıkları kuralı dün onlar koymamış mıydı, hem de silahların gölgesi altında?

Evet, doğru. Bugün yedikleri “helvadan kuralları” da kendileri koymuştu. Fakat dün onları koyarlarken, sağına soluna bir dolu bariyer de koymuşlardı. Bu bariyerler milletin arzusunu değil malum azınlığın arzusunu Meclis’e yansıtacaktı. Onların istediği olacak, istemediği olmayacaktı.

Bu bariyerlerin başında milletin değerlerini temsil edenleri siyasete yaklaştırmamak geliyordu. Tek Parti diktasında “açık oy, gizli tasnif” rezaletini başka nasıl izah edebilirsiniz?

Milletin içinden birileri çıkıp bu bariyeri aştı diyelim. Bu kez devreye bir başka bariyer sokulacaktı: Devşirme yöntemi. Milletin kendi içinden seçtiklerini devşirmeye çalışacaklardı. Bunun için makam, mevki, para, kadın her şey kullanılacak, bunların kâr etmediği yerde tehdit ve şantajın envai çeşidine başvurulacaktı. Bunun örneklerini saymama gerek var mı?

Bu bariyer de aşıldı diyelim. Bu kez daha baştan mutlu azınlığın saadetini temin için icad edilen emniyet supabı kurumlar devreye girer, mutlu azınlığın keyfini kaçıran millete dersini bir güzel verirdi. Nitekim şimdi yaşadığımız oyunun bu versiyonudur.

Aslında, Türkiye’de Anayasa ve yasalar da aynı oyunun bir parçası olarak kotarılmıştı. Anayasa ve yasaların içerisine görünmez bir el hini hacette lazım olur diye bubi tuzakları ve mayınlar yerleştirmişti. Malum azınlık dışında birileri bunlara el sürünce veya onlardan izinsiz bir yerlere gelmek için ilerleyince patlasın diye.

Şöyle bir şey: Millet kendi içinden çıkardığı temsilcilerini bizi yönet diye yolluyor. Onlar da yönetme makamına tırmanmaya başlıyor. Fakat çoğu zirveye varmadan “siyaseten katle” kurban gidiyor. Zira bu ülkede iktidar makamlarına ulaşan yolların tümüne bubi tuzakları ve mayınlar döşenmiş. Sadece bu mayınları döşeyenler ulaşabiliyorlar iktidar makamlarına. Ve sadece onların eline veriliyor mayın haritası.

Millet onları iktidardan alaşağı ediyor, burunlarını sürtüyor, tepesinden atıyor. Fakat ne gam? Onlar pişkin mi pişkin. Zira iktidardan atılsalar da, iktidara ulaşan yollara döşedikleri mayın haritalarını ellerinde tutuyorlar. Böylece hem kendilerinden başkalarına iktidarı layık gören milleti cezalandırmış oluyorlar, hem de iktidara talip olma cesareti gösteren milletin bağrından çıkmış kadroları cezalandırıyorlar.

Kanaatim o ki 367 rakamı etrafında kotarılan fırtına işbu mayınlardan biriydi. Daha baştan oyun kurucular tarafından hini hacette lazım olur diye yerleştirilmişti. Lazım oldu ve kullandılar.

Görev süresi dolan Cumhurbaşkanı’na vekalet konusunu düzenleyen ilgili Anayasa maddesi de bir başka mayın. Söyleyin Allah aşkına, bir maddenin ana metniyle gerekçesi birbiriyle nasıl çelişir? Siz bu çelişkiyi, “Anayasa yazıcılar çakırkeyf iken yazmışlar” diye mi açıklarsınız? Eğer böyle açıklamazsanız, elinizde “Bile bile yerleştirilmiş bir bubi tuzağı” demekten başka alternatif kalır mı?

Benzer bir yasa tuzağı da cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Millet Meclisi’nin yasama faaliyeti yapıp yapmayacağıyla ilgili gerçekten çirkin mi çirkin tartışmada gizli.

Diyelim ki, milletin seçtikleri iktidara bu mayınlara basmadan çıkmayı başardı. Fakat iş orada da bitmiyor.

Bu mayınları döşeyen malum güçler, uzaktan kumandayla mayınları bir bir patlatıyorlar.

Bugün olan tam da bu. İktidar yollarına mayın döşemekle görevli malum birileri, daha başka malum birilerinin kulağına fısıldıyor, onlar da mayınları bir bir patlatıyor. Ve biz millet olarak daha böyle kaç bubi tuzağı, kaç mayın olduğunu bilmiyoruz. Fakat artık millet olarak, o yollara millet düşmanlarının mayın döşediğini adımız gibi biliyoruz.

Milletin kendisine iktidarı emanet ettiği kadrolar, milletin emanetini namusları gibi korumakla mükelleftirler. Riski göze alıp, iktidar yoluna millet korkusundan gözü dönmüş azınlığın döşediği mayınları temizlemelidirler. O mayınları milletin doğrudan ve bizzat temizlemeye kalkmasını kimse beklememeli. Bu sonu belirsiz bir macera olur. Şu halde bu görevi, milletin iktidarı emanet ettiği kadrolar yapmalı. Mayınların tümünü temizlemeye gücü yetmeyebilir. En azından bu konuda gayret sarf ettiğini millete ispat etmeli.

Son gelişmeler sırasında omurgalı olduğunu dik duruşuyla ispatlayan hükümet, korkuya kul olanlara aldırmadan, bu konuda da kendine yakışan adımlar atmalıdır.

Bu yapılmazsa, siyaset “demokrasicilik oyunu” olmaktan kurtulamayacaktır.

 

Yorum Yaz